11 Ağustos 2011, Perşembe
ACBÜ’Z-ZENEB
DR. BAHRİ TAYRAN
Daha önce bahsettiğimiz üç hadisten birincisini tekrar buraya alarak inceleyelim.
“İnsanın çürümeyecek hiçbir yeri yoktur, yalnız bir kemik müstesna ki, o da acbü’z-zenebdir. Kıyamet gününde yaratılış ondan terkip olunacaktır.” (Sahih-i Müslim. Fiten/2955–141)
Şimdi kemiklerin dokusal ve kimyasal yapılarıyla kuyruk sokumunun anatomik ve embriyolojik yapılarına kısaca bakalım:
Omurganın son ucunu teşkil eden kemiklere ‘’koksiks’’ denmektedir ve dört adet ‘’koksiyal omurun‘’ birleşmesinden meydana gelir. Bu omurlar embriyolojik olarak ilk 60 güne kadar oluşan embriyonun sahip olduğu kuyruk iskeletinin kalıntısı olarak değerlendirilir.
Yani kuyruk sokumu da bir omurga kalıntısıdır! Histolojik olarak kemik dokusunda ise, kısaca özetlenecek olursa dört tip hücre bulunur. Kemik dokunun canlı kısmını bunlar teşkil eder ve bu dokunun esneklik ve sertliğini oluşturan kısmına da matriks denir. Matrikste organik moleküller olarak kollajen denen protein lifleri vardır ki, bu dokunun birbirine bağlanmasını ve esnekliğini sağlarlar. Kuru madde üzerinden matriksin % 35’ini teşkil ederler. Üçüncü olarak kemik dokunun inorganik yapısını teşkil eden çeşitli elementler ve bunlardan oluşan mineraller vardır. Bunlar matriksin kuru madde üzerinden % 65’ini teşkil ederler. Kemiğe sağlamlık verirler. Bu mineraller arasında bir de hidroksiapatit diye isimlendirilen dört çeşit elementten oluşan kristaller bulunmaktadır. Kimyasal formülü Ca10 (PO4)6[OH]2 olup 10 kalsiyum, 6 fosfor, 24 oksijen atomu ve 2 hidroksilden oluşmaktadır.
Kemiğin inorganik yapısında bulunan temel mineraller:
Kalsiyum fosfat: % 85 (Ca, Ph, O2)
Kalsiyum karbonat: % 10 (Ca, C, O2)
Magnezyum fosfat: % 1,5 (Mg, Ph, O2)
Kalsiyum fluorid: % 0,3 (Ca, F2)
Kalsiyum klorid: % 0,2 (Ca, Cl2)
Alkali tuzlar: % 2 (Na, K,)
Kemik dokuda yer alan hücrelerde genel olarak bütün elementler bulunurken, mineral yapıda ise yaygın olarak 10 çeşit element bulunmaktadır.
Arapça dil bilimcileri ve hadis yorumcuları acbü’z-zeneb’in lügat anlamından hareketle “çürümeyen bir kemik” ifadesini kuyruk sokumu kemiği olarak tanımlamışlardır. Ancak zaman içinde öyle oldu ki, “acbü’z-zeneb” eşittir “kuyruk sokumu” haline dönüştü. Bu tür anlam yüklemesi acbü’z-zeneb’i daha da çok anlaşılamaz hale getirmiştir. Onun için hadis metinlerinin tamamı dikkate alınarak “acbü’z-zeneb”in temsil ettiği gerçek anlamına oturtulması gerektiği kesindir. Bu kemik benzetmesinin, esasında Araplar için çok önemli bir boyutu vardı. Çünkü onların ölüm sonrası dirilmeye dair inançları yoktu ve ebedî âlem tartışmasını kemik üzerinden yapmışlardır (Yasin 36/79, Kıyamet 75/3). Kemiklerin, ölen insan cesetlerinden onlarca yıl çürümeden kalabildiklerini biliyorlardı. Hatta kemiklerde yazıların yazılarak saklandığını ve uzun yıllar çürümeden kaldığını da biliyorlardı. Bugün ise 10.000 yıldan beri yer katmanlarında, mağaralarda, göl, nehir gibi bataklık katmanlarında insan ve hayvan iskeletlerinin bulunduğunu bilmekteyiz. Hatta milyonlarca yıldan beri iskeleti çeşitli arazilerde bulunmuş binlerce fosil, müzelerde ilgi odağı halindedir. Onun için “acbü’z-zeneb”le çürümeyen kemik benzetmesini Resul-i Ekrem’in (asm) “irşad ekseninde” çok değerli görmekteyiz. Çünkü 1400 yıl önceki insanlara “çürümeyen kemik” benzetmesi ile ölen insan vücudunun tekrar yaratılmasında yine kendine ait bir malzemenin kullanılacağı mesajı en iyi anlaşılır bir şekilde sunulmuş oluyordu. Bu o dönem insanları için şüphesiz en güzel açıklamaydı. O da, ebediyen çürümeyen olarak acbü’z-zeneb şeklinde ifade edilmiştir. Ancak peygamberliği kıyamete kadar devam edecek olan Hz. Muhammed’in (asm) bilgi çağı insanlarına da aynı “irşad ekseninde” ihmal edilmeden daha derinlik kazanacak farklı bir mesajı da verdiğini ikinci hadiste yani “ebediyen çürümeyen” olarak acbü’z-zeneb değerlendirmesinde görmekteyiz.
Şurası bir gerçektir ki, zamanımızda acbü’z-zenebin kuyruk sokumu kemiği olarak tekrar gözden geçirilmesi gerekli, hatta zorunlu olduğu kanaatindeyiz. Bunun için öncelikle “acbü’z-zeneb”in mecazî bir anlam taşıdığının bilinmesi ve terminolojik boyutunun esas alınması halinde hadisler zorlanmadan daha rahat yorumlanabilecektir. Lügat anlamında “her şeyin gerisi, her şeyin sonu, kuyruk” gibi fiziksel bir ölçüm, bir ünitenin sonu şeklindeki yaklaşımdan da yararlanarak “yanan ateşten geri kalan kül, çürüyen cesetten geriye kalan kemik iskeleti ve hatta daha ileri seviyedeki çürüme ile mineraller ve elementler seviyesi gibi de” acbü’z-zeneb’in esas anlamını teşkil ettiğini düşünmemize imkân vermektedir. Sonuçta “acbü’z-zeneb’i kuyruk sokumu kemiği olarak anlamak, geçmiş asırlar için yeterli olsa da; bilgi çağında “acbü’z-zeneb”i vücuttan geri kalan, çürüme özelliğini yitirerek mineral ve element seviyesindeki “ebediyen çürümeyen” diye hadiste tariflenen gerçek seviyesine inerek değerlendirilmesinin daha doğru, hatta zorunlu olduğu kanaatindeyiz.
Okunma Sayısı: 14673
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.