Fıtrat-ı insaniyenin garip bir hali, gaflet zamanında letaif ile havassın hükümlerini iltibas ile birbirine benzetir, tefrik edemez. Meselâ, el ile gözü birbirine benzetip hizmetlerini ve vazifelerini tefrik edemeyen bir mecnun, yüksekte gözüyle gördüğü bir şeyi almak için elini uzatıyor. El, gözün komşusu olduğu münasebetle, onun yaptığı işi el de yapabilir zanneder.
Kezalik, insan-ı gafil, kendi şahsına ait edna, cüz’î bir tanzimden âciz olduğu halde, gururuyla, hayaliyle Cenab-ı Hakk’ın ef’aline tahakküm ile el uzatıyor.
Yine, insanın fıtratında acib bir hâl: İnsanın efradı arasında, cismen ve sureten ayrılık varsa da, pek azdır; amma manen ve ruhen, aralarında zerre ile şems arasındaki ayrılık kadar bir ayrılık vardır. Fakat sair hayvanat öyle değildir. Meselâ, balık ile kuş, kıymet-i ruhiyece birbirine pek yakındırlar; en küçüğü, en büyüğü gibidir. Çünkü insanın kuvve-i ruhiyesi tahdid edilmemiştir. Enaniyet ile o kadar aşağı düşerler ki, zerreye müsavi olur; ubudiyet ile de o kadar yükseğe çıkıyor ki, iki cihanın güneşi olur–Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm gibi.
İ’lem Eyyühe’l-Aziz!
Eşyada esas, bekadır, adem değildir. Hatta ademe gittiklerini zannettiğimiz kelimat, elfaz, tasavvurat gibi serîü’z-zevâl olan bazı şeyler de ademe gitmiyorlar. Ancak suretlerini ve vaziyetlerini değişerek, zevalden masûn kalıp, bazı yerlerde tahassunla, adem-i mutlaka gitmezler. Fen dedikleri hikmet-i cedide, bu sırra vâkıf olmuş ise de, vuzuhuyla vâkıf olamamıştır. Ve aynı zamanda, “Âlemde adem-i mutlak yoktur; ancak terekküb ve inhilâl vardır” diye ifrat ve hata etmiştir. Çünkü âlemde Cenab-ı Hakk’ın sun’uyla terkib vardır, Allah’ın izniyle tahlil vardır, Allah’ın emriyle icad ve idam vardır.
“Allah dilediğini yapar.” (İbrahim Sûresi: 27.)
“Allah dilediği gibi hükmeder.” (Mâide Sûresi: 1.)
Mesnevî-i Nuriye, Habbe, s. 142