"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kemalizm son on yılda iyice karikatürleşmişti ki...

25 Kasım 2013, Pazartesi
Öğretim Üyesi Doğan Gürpınar: “Gezi olaylarıyla eski ezberler geri dönüş yaptı. On yılda önemli ölçüde aşılmış birçok klişe geri döndü. ‘cahil dinciler-okumuşlar’ söylemi tekrar sirayet etti.”
Kemalizm son on yılda iyice karikatürleşmişti ki...

“Türkiye’de Aydının Kısa Tarihi” kitabının yazarı Doğan Gürpınar bu haftaki röportaj sayfamızın konuğu. Kendisinin aydın kavramı hakkındaki görüşlerini ve son yüzyıl içindeki değişimi konuştuk. Röportajın satır aralarında ilginç ve ufuk açıcı yorumların olduğunu sizlere söylemek isterim. Toplumun değişik kesimlerinin aydın kavramı üzerinden eleştirilerini de bulabilirsiniz. Bütün ideolojilerden bağımsız olarak röportajı okumak zamanınızı daha da keyifli hale getirecektir...


“Türkiye’de Aydının Kısa Tarihi” kitabını yazmaktaki amacınız neydi?

Bu kitap tek tek entelektüelleri, bir buçuk yüzyıl boyunca söylediklerini, yazdıklarını incelemiyor. Böyle bir çalışma ciltler tutardı. Burada çok spesifik bir sorunsal ele alınıyor. Aydın olmak son yüz elli yılda ne anlamlara geldi, aydınlara hangi ulvî ya da daha dünyevî anlamlar yüklendi? Yani bir kavram olarak aydın tartışılıyor. Zaten kitabın hemen başında aydın ile entelektüel kavramları arasında bir ayrışmaya gidiliyor. Entelektüel bir tanımken, aydın kelimesi daha metafizik, daha duygu-yoğun bir kavram. İlki bir sosyolojik kategori, ikincisi bir kavram. Bu kitap bir kavramın hikâyesinin izini sürüyor.

Kavram olarak “Aydın”dan ne anlamalıyız?

Kavramları gerçekliklerle karıştırmamak gerekiyor. Bu kitapta iki şey amaçlıyorum. Birincisi aydın kavramının fetişleştirilme ve kutsanması eğilimine eleştiri. Zaten aydın kavramını bir gerçeklik değil, bir yakıştırma olarak görüyorum. Ancak bir taraftan da Türkiye’de her ideolojide ortak paylaşılan klişe aydın küçümsemesinin de kendisinin ne kadar ideolojik olduğunu göstermeye çalışıyorum. Her ideoloji kendini bir “aydın eleştirisi” üzerinden kurar. Kendini bu “aydın ideolojisi”nin tam tezatı olarak konumlar. Batı hayranı, züppe aydın Tanzimat romanınının da vazgeçilmezidir, Kemalist, milliyetçi gerçekçi romanlarının da, İslâmcı manifestoların da, sosyalist jargonun da... 2000’lerde ulusalcılık kendini vatan haini, Sorosçu aydınlara karşı vatanseverlik olarak tanımladı. Sorosçuluk diye hakaretamiz kullanılan tabir tam da bu ihtiyacı karşıladı. Son bir yılda ise bu sefer “liberal aydın” İslâmî entelektüellerin hedef oklarındandır. İlginçtir, zaten bir kitleyi temsil etmeyen “liberalizm” adeta tanım gereği “aydınlık” ile özdeştir ve yeni yükselen İslâmî eleştiriye göre “aydın tahakkümü”nün yeni bir tezahüründen ibarettir.

Aydın kavramı ne zaman üretildi, tarihi var mı?

Aydının elbette bir tarihi vardır. Entelektüel bir sosyolojik kategoridir. Sosyal bir işlev görür. Aydın dediğimiz kişi kaçınılmaz olarak kendine toplumu aydınlatma misyonunu atfetmiş demektir. Aydınlanma kavramından türetme; münevver ya da aydın. Dolayısıyla “aydın”, entelektüellerin entelektüel üretimlerini piyasaya, yani halka yönelik yaptıkları bir ortamda mümkün olabilir. Matbaa ve artı kitlesel yayıncılık mutlak şarttır. Yani “aydın”, bir entelektüelin muhatabını saray, kilise ve ayrıcalıklı bir sınıf değil, bir kamuoyu, halk olarak görmeye başladığı an doğmuştur. Bu da elbette matbaa ile yazılan kitapların geniş kitlelere ulaşabilmesi, okuryazarlığın yayılması ve ardından kamuoyunun fikrinin önem taşımaya başlaması gibi faktörlerin neticesinde mümkün olmuştur.

Osmanlı’da hangi döneminden itibaren “aydın”larla karşı karşıyayız?

Osmanlı’da önce gayrımüslimlerin bir aydın tabakası zuhur ediyor. Yunan bağımsızlığına giden süreçte bir Yunan aydınlanması yaşanıyor. Bir kısmı Avrupa’daki üniversitelerde modern eğitim almış, geleneksel hiyerarşi bağlarından sıyrılmış ve bağımsızlaşmış yeni kuşak Rumlar, bir taraftan Yunanlılığı keşfediyorlar. Antik Yunan geçmişi de canlandırmak heyecanıyla, Batı’dan yeni ve modern fikirleri kendi toplumlarına aktarmaya yöneliyorlar. Zira kendi toplumlarının ancak bu şekilde geleceğe dönük bir ulus olabileceğini düşünüyorlar. Fikirleriyle bu köylü ve geri buldukları Rum toplumunu dönüştürmeyi hedefliyorlar. Milliyetçilikler büyük ölçüde aydınlar tarafından bu topraklara taşınıyor. Aynı şekilde Ermeni aydınlanması vs. hep modern fikirlerle ilk haşir neşir olan bir nevzuhur aydınlar tabakası tarafından gerçekleştiriliyor. Kendi egemenlerini, yani kiliselerini, cemaat liderlerini eleştirmeye başlıyorlar. Müslüman Türkler’in ilk kuşak aydınları, yani kamusal entelektüelleri ise Genç Osmanlılardır. Genç Osmanlılar ilk kendilerini toplumu eğitme ve aydınlatma misyonuyla mücehhez gören çevredir. Kuşkusuz gayrımüslim toplumların kendi “aydınlanma” süreçlerinden de haberdardırlar ve kendilerine de benzer bir misyon biçmektedirler.

Tarihin bir döneminde doğan aydın pekâlâ da ölebilir mi peki? Bugün aydın olmak ne anlama geliyor? Aydınların altın çağının geçtiğinden bahsediyorsunuz….

Aydının bir doğuş anı vardır, pekâlâ ölümü de olabilir. En azından teorik olarak. Bugün entelektüellere/aydınlara biçilen rol eskisi kadar merkezî değil. Bugün, âlime, işin ehline mutlak ve kayıtsız şartsız itimat kültürü zayıfladı. Sanal dünya yeni otorite yapıları ortaya çıkardı. Bilgi ile kurulan ilişki radikal bir şekilde değişti. Bilgi kadar öyle zor ulaşılabilir falan değil, bir tık uzağında. Kolay ulaşılabilen bir şey haliyle ulaşılması zor bir şey kadar kıymet taşımaz. Aynı şekilde artık bilgiye sahip olmak için bir aracıya ihtiyaç yok. Aydınların aracı rolü bu bakımdan eskisi kadar işlevsel ve elzem değil. Bu sebeple eskisi kadar metafizik anlamlar yüklenmiyor aydınlara. Artık değil ulaşılmaz olmak, bir mention uzakta, twitterda bir trolle av olabilen biri artık “aydın”. Twitter aynı zamanda bir çok çok saygı gören insanın saygınlığını tuzla buz etmiş bir mecra. Gözümüzde büyüttüğümüz insanların pekâlâ küçülebildiği bir ortam. Twitterda herkes kendinden menkul aydın, kanaat önderi.

Sanal medyanın düşünce özgürlüğüne ne gibi katkıları oldu?

Bence sosyal medya bilgiye ve kamusal tartışmaya ilişkin alışageldiğimiz algıları tamamen geçmişe ait bıraktı. Sosyal medya bildiğimiz bireysel alan ve kamusal alan ayrımlarını iptal etti, geçersiz kıldı. Yani sosyal medya aynı anda hem kamusal alan, hem özel alan. Hem her merak edene tamamen açık bir mecra. Hem de arkadaşlarımızla “mention”laştığımız küçük sohbet grup odacıkları. Bu sebeple de daha oturaklı ve “ciddili” söylenemeyecek şeyler bu mecrada ifade edilebiliyor. Aynı şekilde bu ara kategori bilginin “ciddiyeti”ni de bitirdi. Sosyal medyada konumları, ilişki ağları ve iş bulma kaygılarıyla akademisyenler ve gazeteciler çekingen ve riyakârca davranırken, bu tür kaygılardan azade insanlar tam aksine çok daha dürüst ve dolayısıyla daha doğru şeyler söyleyebiliyorlar. Bu çok çok ilginç ve acıklı bir vak’a. Troller keza birçok tahlilden daha sarih birçok şeyi söyleyebiliyorlar. Bu yeni lisan farklı bir anlatım tekniği, kendi jargon, küfürleriyle. Hukuk sistemimiz her zamanki muhafazakârlığıyla sosyal medyanın gerçekliğine göre bir içtihat geliştirmek yerine eldeki geleneksel medyaya ilişkin düzenlemelere dayanıyor. Bir tweet bir gazete yazısıyla eşit görülüyor. Ama ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, sosyal medyanın açtığı düşünce özgürlüğü penceresi aslında hepimizin özgürlüğünün teminatı.

Sosyal medya bilginin kendisini de mi dönüştürüyor?

Artık insanlar uzun şeyler okumaktan kaçıyorlar. Çok fazla dikkat dağıtıcı uyaran var. Televizyon denirdi, sonra internet, ama asıl şimdi sosyal medya. Yani on yıl önce içeriği sabit web siteleri vardı. Artık sürekli akan ve sürekli refresh edilmesi gereken ekranlarımız var. Artık kitaplar bilgi ve fikir üretim sürecinde daha geri planda kalıyorlar. Marx bugün yaşasaydı etkili olması için aktif bir twitter kullanıcısı olması gerekirdi.

Aydınların sosyal medyayla imtihanı da var galiba?

İnsanlar hakkındaki kanaatler yazdıkları kitaplara göre değil, yazdığı kısa makalelere, hatta ve hatta daha da çok tweetlerine göre şekilleniyor. İlginç meselâ, benim ekşisözlük entry’m yazdığım o kadar kitaba, hatta gazete makalelerine değil, attığım 2-3 tweete dayanan tahlillerden ibaret. Biliyoruz ki şu an bilgilere ulaşmak için en yaygın yöntem bir google taraması artı internet sözlüğü entry’lerine dayanıyor. Kitaplarda yazılanları kaç kişi okuyor, Türkiye’de akademik kitaplar şanslılarsa 1000 basılıyor.

Kitapların devri mi bitiyor ?

Kitaplar yazılmaya devam ediliyor ve edilecek. Hatta eskiye göre basılan kitap sayısı akıl almaz sayıda arttı. Gezi olaylarının ardından “yeni çıkanlar” raflarını dolduracak kadar kitap yazılıvermiş hemen. Adeta bir fırsatçılık. Bu furya aynı zamanda tüm sosyal medya vurgularına rağmen hâlâ prestijin iyi ya da kötü kitap yazmaktan geçtiğinin göstergesi. Entelektüel CV’ye konacak ve sizi diğerlerinden farklı kılacak bir joker, bir wild card. Ama kanaat oluşumundaki yerleri eskiye göre çok zayıfladı ve dönüştü. Kitaplar daha çok insanların kendi haklılıklarını perçinlemek için okudukları metinler. Tabiî popüler kitapların kendilerinin de sosyal medyaya benzemeye başladığını da söyleyebiliriz. Çok daha laubali, içerikten çok vuruculuğa yoğunlaşmış ve ajitatif.

Sosyal medya kendi tipi aydınları da mı ortaya çıkardı?

Kesinlikle. İnsanlar o beklenenleri vermek durumundalar popülerlik ve tanınırlık için. Buna sosyal medya demeyelim de geleneksel yazılı kültürün çözülüşünün ardından yeni entelektüel kültürün doğası diyelim.

Aynı zamanda aydınların gerilemesiyle ideolojilerin gerilemesi birbirleriyle eşzamanlı diyorsunuz….

Aydın sadece bilgi aktarıcı değildir. Aynı zamanda bilgiyi bir anlam ve derinlikle yoğurması beklenir. Öğretmenden farklı olarak. İşte buna ideoloji diyoruz. Oysa ki bugün ideolojilerin de çöktüğünü görüyoruz. İdeolojiler aynı zamanda siyasî ahlâk önermeleridir. Dolayısıyla, aydınlar artık bir siyasî ahlâk vazedememektedirler.

Türkiye’de iktidarın el değiştirmesinden bahsediliyor. Peki, ya entelektüel elitler de değişiyor mu?

Akademide ve basında bu iktidar mücadelesinin ve sürecinin çok açık seçik örneklerini görüyoruz. En barizi yeni kurulan devlet ve vakıf üniversitelerinde gözlemlenen bir süreç. Ancak, Ak Parti’nin en büyük başarısızlıklarından biri partinin kendi entelektüel elitini oluşturması konusunda gözlemleniyor. Sadakatin liyakattan önce gelmesi siyasetin demir kanunlarından biridir. Ulusalcılığın bu derece gülünç hale düşmesinde, aslında kısmen 28 Şubat’tan beri liyakatin tamamen yok sayılması ve ideolojik sadakatin merkezde tutulmasının önemli rolü vardı. Bu durumun teorik olarak önüne geçilmesi mümkünse de fiiliyatta, hele yerleşmiş liyakat normlarının olmadığı Türkiye’de fiilen imkânsız. Ak Parti açısından ise en büyük sıkıntı, bu yeni entelijansiya geliştirme sürecinin bir fikriyattan çok bir parti merkezinde kurgulanmak durumunda olması. Bu durum özellikle Gezi olayları sonrası komploculuğa temayülde ortaya çıktı. Hükümete angaje basın sadece propaganda bülteni olarak işlev gördü, entelektüel bir cephe oluşturmak yerine. Bunun uzun vadeli sıkıntıları daha da çok olacaktır. Bugün bir sıkıntı da muhalif bir aydın olmanın kolaylığının aksine, iktidar-ilintili aydın olmanın çok zor olmasından, belki de kelimenin tam manasıyla imkânsızlığından kaynaklanmaktadır. İlişkiler ağlarına dahil olma süreci fikrin masumiyetine ve saflığına halel getirir.

Ya liberal aydınlar ?

Bu süreç liberalleri de sıkıntıya soktu. Zamana yayılmış karşılıklı hukuklar, ilişkiler v.s. alınacak bir tavrın vicdaniliğine halel getirebilmektedir muhalif olma konforundan mahrum kalınca. Ancak tam tersinden bir mekanizma da işlemektedir. “Aydın muhalif olmalıdır” yaygın bir ön kabüldür ve bu önerme liberal aydınların üzerinde bir Demokles kılıcı gibi salınmaktadır.

Aydınların muhalif olma zorunluluğu olmadığını mı söylüyorsunuz?

Bu da aydına fazladan ve ahlâkî bir değer atfetme çabasının bir ifadesidir. Meselâ entelektüel deyince illa muhalif olmalıdır gibi bir önerme çok aklımıza gelmez, entelektüel öncelikle çok bilgili insandır vs. Ama “aydın muhalif olmalıdır” genelgeçer kabul gören bir önermedir. Bununla beraber, aydın daha önce de dediğim gibi bir yakıştırmadır. Ve genel kabul gören tanım neyse o kendi gerçekliğini oluşturmaktadır. Yoksa bir akademisyen ve bir gazetecinin işi mesleğini iyi yapmak, yani tahlil, analiz yapmaktır. Ama bizde bir tavır alması bekleniyor. Çünkü o aynı zamanda mesleğinden öte bir “aydın”.

Gezi olayları bir kırılma meydana getirdi her halde ?

Evet, kesinlikle. İşin bir tatsız bir boyutu da eski ezberler geri dönüş yaptı. On yılda önemli ölçüde aşılmış birçok klişe geri döndü. Kemalizm son on yılda karikatürleşmişti. Onunla beraber Kemalizmin yol arkadaşı denebilecek sola çalan bir “aydın” söylemi de. Kendini fazla mühimseyen ve tepeden bakan bir “cahil dinciler vs. okumuşlar” ikiliği. Maalesef bu söylem Leman, Penguen gibi dergilerin kapaklarından çıkarak liberaller dahil çok farklı kesimlere sirayet etti. Komploculuk, başbakanın nobran söylemleri v.s. derken birden son on yılda kökleşmiş bir çok ittifak ağı ciddî şekilde tahrip oldu. Gezi’de insanlar birden olayların şiddeti ve yoğunluğunda muhtemelen bastırdıkları duygularını dinlemeyi tercih ettiler. Duygusal kopuş gerçekleşti. İki taraf için de geçerli bu. Çünkü zaten ciddî bir siyasî doğruculuğa dayanmıyordu iki tarafta da bu ittifak.

DOĞAN GÜRPINAR KİMDİR?

Doktorasını 2010 yılında Sabancı Üniversitesi Tarih Bölümü’nde tamamladı. Harvard’da postdoktora çalışmalarında bulundu. Halen İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü’nde öğretim üyeliği yapmaktadır ve Fatih Üniversitesi’nde ders vermektedir. Yazarın “Ulusalcılık: İdeolojik Önderlik ve Takipçileri” adlı ilk kitabının yanı sıra çalışma alanı olan geç Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi entelektüel tarihine ve Türk milliyetçiliği üzerine birçok makalesi yayınlanmış bulunmaktadır.

H.HÜSEYİN KEMAL
hhke­mal@gma­il.com
Okunma Sayısı: 11100
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • ismail hakkı küçük

    25.11.2013 00:00:00

    Aydın kavramı aydınlanma çağıyla bağlantılı.Aydınlanma,dine karşı bilimin yükselişidir.Dinin irtica olarak görülmesi,aydınlanma çağının bir mirası.
    Gerçek aydın,mü’min ve Müslüman olan kişidir.Yani klasik aydın tabiri,aslında karanlık bir kişiliği ifade ediyor.
    Son olarak şunu ifade etmek istiyorum:Geçenlerde hükümete yakın bir haber sitesinde,cemaatin Kemalist olarak nitelendirildiğini gördüm.
    Bu açıdan bakılınca herkes az çok Kemalist sayılır.
    Kemalizm,aydınlanmacı kafanın milliyetçilikle harmanlanmış şeklidir.Bu açıdan,herkeste az çok biraz kemalizm kırıntısı vardır mutlaka.Cemaati Kemalist olarak nitelemek yanlış,Çünkü Erdoğan da Kemalist sayılır.
    Kemal’in kahraman olduğunda sanırım herkes hemfikir.Ama bütün yaptıkları doğru muydu,fikirlerini benimser misiniz?Hiç kimse Kemalist olmak zorunda değildir ya da olmamalıdır.

  • demokrat

    25.11.2013 00:00:00

    Bu devirde acımasız eleştirileri yöneltenlerin yarın devran değiştiğinde nasıl Atatürk hayranı kesileceklerini göreceğiz.Zaten şu anki hazirunda o cepheden ;ama din yutturucuları olarak.Aydınlanma çağı ile Muharref Din OlgusuBatıda ilimle çatışır gibi görünse de,zamanla ikisinin arasında suni olarak oluşturulan düşmanlık ortadan kaldırıldı ve Batı ilmi ve teknolojik anlamda inkişaf etti.Biz de Üstad!ın uyarılarına rağmen dini hala Tarikatve Tekke-zaviyeolarak kutsamaya özen gösterir olduk.Her devrin vizyon ve misyonu,gelişen ve değişen şartlara uyum sağlamak için farklılıklar gösterir ve göstermelidir de...Günümüzde dine -dindarlık iddiası ile-atıf yapan(lar)ın ifadelerineGerçek din ya da Din Gerçeğisüzgeci ile kritik yapmaz isek vay halimize...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı