"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

PROF. DR. CEVAT AKŞİT: Bu heyecana insanımızın çok ihtiyacı var

11 Ocak 2012, Çarşamba
PROF. DR. CEVAT AKŞİT: TEFSİRLERE BAKMADAN KUR'ÂN-I KERİM ANLAŞILAMAYACAĞI GİBİ, İSLÂMİYET DE PEYGAMBERİMİZİN TEBLİĞ ETTİKLERİNİ HAYATLARINDA TATBİK EDEN SAHABEYE BAKMADAN ANLAŞILAMAZ. ONLAR ÖRNEK MÜSLÜMANLARDIR.
Hayata dair herşey Peygamberimizin ve Sahabelerin hayatında mevcuttur
 
Bir çoğumuzun televizyon ekranlarından severek dinlediğimiz Prof. Dr. Cevat Akşit hocamız ile çok güzel bir sohbet oldu. Kıymetli eşi ile beraber bizleri güler yüzleriyle ağırlayan hocamızın sohbetiyle bazen gözlerimiz doldu, bazen de gülümsedik. Efendimizi ve Sahabe-i Kiram'ı konuştuk. Yaşayan örnekler oldukları için bizi derinden etkiliyorlar. Ömürlerini, hayatlarını böylesi güzel bir hizmetle geçirmiş bu güzel insanlara konuk olmanın derin huzuruyla ayrıldık evlerinden. Umarım bu yazıyı okurken sizler de o huzur ve lezzeti yakalarsınız.
Sahabe-i Kiramın İslâmı yaşama noktasındaki gayreti ve tavrı nasıldır ?
Bizim sahabe-i kirama çok büyük bir minnet borcumuz vardır. Tefsirlere bakmadan Kur'ân-ı Kerim anlaşılmayacağı gibi İslâm dini de sahabeye bakmadan anlaşılmaz. Kur'ân Allah'ın kelamıdır. Allah'ın üstünde hiçbir şey yoktur. Onu da beşerin anlayacağı seviyede Peygamber anlatmıştır. Peygamberse Allah'ın seçtiği elçidir. Ona da herkes ulaşamaz. Herkes Ebu Bekir olamaz. Bizim gibi acizler nasıl ulaşacak onun yaşantısına? Bize örnekler gerekliydi. O örnek sahabelerdir. Bize Kur'ân-ı Kerimi uygulama noktasını fiilen göstermişlerdir. Sahabe adeta İslam hükümlerinin sonuçlanmasını sağlayan kimselerdir. Hükümler ortaya çıksın diye ilk onlar uygulamıştır Kur'ân-ı Kerim. Örneğin bir sahabe zina etmiş. Çok pişman olmuş ve gelmiş efendimize itiraf etmiş. Efendimiz 'şahit var mı?' demiş. Sahabe yok deyince 'git demiş, sen zina etmemişsindir. Çünkü şahit yok. Maiz, tam üç defa gelmiş.. Dördüncü defa gelip 'Ya Rasulellah cezamı dünyada çekeceğim ahirete kalmasın' deyince, bunun üzerine Efendimiz diğer sahabelere recm cezasını 'uygulayın' demiş. Recme hazırlanmışlar. Recm esnasında Maiz taşları bedeninde hissedince kaçmış. Bunu Efendimize anlatmışlar. 'Ya Rasulellah maiz taşları yiyince kaçtı' demişler. Efendimiz 'Siz ne yaptınız' deyince, sahabeler 'Yakaladık ve hükmü yerine getirdik' diyorlar. Bunun üzerine efendimiz 'Allah'ım ben orada değildim. Kaçan adamı ellemeyecektiniz. O bana pişman olarak geldi zaten. Maksat hasıl oldu. Gelmeseydi Allah'tan başka kimse bilmeyecekti' diyor. Orada bulunan Halid bin Velid onun için 'azakallah' diyor. Efendimiz 'mehlen ya Halid' diyor. 'Öyle deme. O öyle bir tövbe etti ki şimdi Cennette, Cennet meyvelerinden yiyor' diyor. Sahabe sonuç ne olursa olsun dininin hakkını vermek adına bedeli canı da olsa gelip kendisi itiraf ediyordu.
Burada bize gösterilen hedef insanın pişman olması ve düzelmesidir. Âdem babamız işlediği hata üzerine 'rabbena zalemna' diyerek hatasından dönmüştür. İşte insanın şeytan ile arsındaki fark budur. 
Yine bir gün sahabeler Eefendimizle (asm) beraber namaz kılarken namaz esnasında efendimiz 'Semiallahülimen hamide' (Allah hamd edenin hamdini işitir) deyince sahabe coşmuş. Ve 'Rabbena velekel hamd' demiş. Namazın ardından Efendimiz sahabesine dönerek 'Bunu kim söyledi'? diye soruyor. İçlerinden biri hemen ayağa kalkarak, 'Cezam neyse razıyım ya Rasulellah ben söyledim' demiş. Bunun üzerine Efendimiz '10 tane melek gördüm. Bunun sevabını ben yazayım diyerek birbirileriyle yarışıyorlardı.' Bakın saklanmıyorlar. Dosdoğru bir şekilde itiraf ediyor. Cezası neyse çekerim diyerek dinlerini yaşamak ve öğrenmek adına her şeye katlanmaya razı geliyorlar. Onların gayreti ve İslâma sarılışları böyleydi. 
Kitaplarda geçen şekliyle sahabe nedir az çok biliniyor. Bunun dışında Sahabe demek ne demektir?
Sahabe demek, peygamber ne yaptıysa 'neden ve niçin?' sormaksızın hemen yapmak demektir. Günümüz insanı hemen sorgu haline geçiyor 'neden ve niçin?' diyor. Bu günümüz insanının tavrıdır. Sahabe bu değildir. Biliyorsunuz Peygamber Efendimiz mesh giyiyordu. Bir gün Efendimiz namaz kılarken meshi çıkmış. O çıkarınca hemen yanında duran Hz. Ebu Bekir de meshini çıkarmış. Hz. Ebu Bekir çıkarınca bütün sahabe aynı şeyi yapmışlar. Efendimiz namazı bitirip onlara doğru dönünce bir bakıyor ki bütün cemaatin bir ayağında mesh yok. Ne olduğunu soruyor. Sahabe diyor ki; 'Ya Rasulellah! Sen meshini çıkardın biz de çıkardık' diyorlar. Bakın anında Peygambere uyuyorlar. Sorgu, sual, neden, niçin yok. İşte bu, peygambere garazsız ivazsız yani sorgusuz uymak demektir. Yani karakterdir. Meselâ, size kızgınlığın güzel bir şey olmadığı anlatılıyor. Kızdığınız zaman bu bilgiyi hatırlıyor ve vazgeçiyorsunuz. Yanlış bir iş yaparken "Bunu yapma" diyorsa Peygamber, bunu hatırlıyor ve yapmıyorsunuz. Vazgeçmek güzel bir erdemdir. Fakat esas erdem bu değildir. Kızmamak bir huy olacak sizde, işte asıl mesele budur. Çünkü Peygamber böyleydi.
İnsanın bir nefis tarafı, bir de ruh tarafı vardır. Önemli olan mücadeleyi kazanmaktır. Hayat nefis ile mücadele demektir. Asıl mesele dinîn dur dediği yerde durabilmektir. Müslüman kelimesinin aslı teslimiyettir. Teslimiyetse sorgusuz sualsizdir.
Bakın benim aklıma takılan bir soru vardı. Sahabeye baktığımızda Hz.Ebu Bekir sahabenin bir numarasıdır. Fakat Hz. Ömer'e bakıyorsunuz. Sahabe sıralamasında iki numaradır. Oysa onun hayatı Hz. Ebu Bekir'in hayatından daha fazla hizmet ve faaliyetle doludur. Bunun sebebini çok araştırdım. Ve anladım ki Hz. Ebu Bekir efendimize hayatı boyunca asla "Neden ya Rasulullah?" dememiştir. Oysa Hz. Ömer iki defa itiraz etmiştir. Bunu din gayreti adına yapıyor olsa bile, Efendimize itiraz edilmemelidir. İslâmiyetin özü nedensiz, niçinsiz teslimiyettir. Sahabenin büyüklüğünde teslimiyetin sorgusuzluğundadır. Hz. Ebu Bekir bunu başarmış, bir numara olmuştur.
Sahabe-i Kiram efendimizi, Peygamberimiz de onları nasıl sevdi ?
Efendimiz 'Ben yalnız başıma ortaya çıktığımda yanımda onlar vardı' diyor. Onlar efendimize 'Seni kanımızın son damlasına kadar destekleyeceğiz' dediler. Ve böyle yaptılar. Sahabeler de insandır, hata yapar, fakat teslimiyeti en yüksek insanlardır. Sahabe, Efendimize 'sen bize ateşe atla desen biz o ateşe atlarız' diyorlardı. Onlar Efendimizi her şeyin üzerinde severek ona itaat ettiler. Hayatın içinde geçen her türlü olaylar onların üzerinde uygulandı sonuçlar ortaya çıktı ki; biz öğrenelim. Bu olaylar yüzünden hiç birine dil uzatamayız. Feda ettiler kendilerini. Onlar Efendimizi canları pahasına sevdiler. "Allahe Allahe ashabihi" 'Ashabım hakkında Allah'dan korkun. Her biri yıldızlar gibidir' diyor Efendimiz. Ve onlara birbirleri arasında bile laf söyletmiyor. Kimsenin eleştirmesine izin vermiyor.
Ahir zamanda sahabenin İslâmı yaşamak ve ona duyduğu sevgiyi karşılaştırsak ortaya nasıl bir tablo çıkardı?
Biz sahabeyi görünce önce kendimize şunu sormamız gerekiyor. 'Onların fedakârlığı gibi fedakârlık yapabiliyor muyuz?' Bakın Hanzala, Uhud gazâsına çıkılacağı gece evlenmişti. O gecenin sonuna doğru Peygamber Efendimizin harb haberini alınca, boy abdesti alma fırsatı bulamadan Uhud Harbine katıldı ve şehîd oldu. Harb sonrası Medîne'ye dönüldüğünde, hanımı, Hanzala'yı sorunca, Resûlullah Efendimiz şehîd olduğunu bildirdi. Hanımı tekrar: "Yâ Resûlallah! O, boy abdesti almadan harbe katılmıştı, bulunup yıkansın" deyince, Peygamber efendimiz; "Sen Hanzala için hiç merak etme. Ben Hanzala'yı rahmet suları ile melekler tarafından yıkanırken gördüm" buyurdu. Bu nasıl bir sevgidir? Sahabenin itaati böyleydi. Ebu Eyyüb-el Ensari seksen yaşında İstanbul'da vefat ediyor. Vefat edeceği zaman diyor ki; Efendimizden işittim, en uç noktada şehit düşen en güzeldir. Ölünce beni götürün en uç noktaya gömün diyor. Vefat edince vasiyeti gerçekleştirmek isteyen arkadaşları cenazeyi alıyorlar. Ok yağmuru altında ilerlerliyorlar. Derken bunu gören İmparator, 'Durun, bir soralım'. Sahabe arkadaşları diyor ki; "Bu peygamber dostudur. Bize bir vasiyet etti. Ölünce beni şuraya gömün" dedi. "Biz de onun isteğini yerine getirmeye çalışıyoruz" diyorlar. İmparator, "Siz ne kadar aptal adamlarsınız. Siz onu gömdükten sonra ben onun mezarını dağıtırım. Neden bu kadar uğraşırsınız?" deyince sahabe; "Biz vasiyeti yerine getiririz. Gerisi Allah'ın işidir" deyip sahabeyi gömüyor ve geri dönüyorlar. Bu olay üzerine ordu kumandanı olan Yezid, imparatora bir mektup göndermiş. 'Eğer peygamber dostunun kabrine bir şey yaparsan önüme çıkan tüm Hıristiyanları keserim' diyor. Bunun üzerine imparator 'Eyüp El Ensari Hazretlerine ilk türbeyi ben yaptıracağım ve kimse ona bir zarar vermeyecek' diyor. Yaşına rağmen peygamber sözünü tutmak için bakın nasıl bir sevgi ve teslimiyetleri var. Peygamber sözüne sahip çıkmanın pahası hayatları olsa da onlar bunu göze alıyorlardı. Bu asrın insanının sahabeyle arasında ki fark bu olsa gerek.
Ahir zaman insanı İslâmı yaşamak konusunda nasıl bir tablo oluşturuyor?
Bakın Efendimizin bir hadis-i şerifi vardır. 'Ümmetimin başındakiler mi, yoksa sonundakiler mi daha üstün? Seçemem" diyor. Bu, insana biraz da olsa umut veriyor. Elbette biz onlar gibi olamayız. Ümitsizliğe de düşmemek gerekiyor. Günümüzde sokağa çıktığımızda her yer haramlarla doludur. Televizyonu açtığınızda ne görüyorsunuz? Envai çeşit her türden ahlâk yıkıcı yapımlar. Gençler bunu görüyor. İnsanlar bunlara hevesleniyor. Sonuçta acizdir insandır. Özellikle gençler için çok cazip gelen şeyler var. Tüm bunların davetine uymadan zina etmemesi, gözünü harama iliştirmemesi ne kadar zordur. Ticaret âlemi derseniz aynı durumdadır. Faizle iş yapanlar çok kazanıyor görünüyor. Tek dertleri para kazanmaktır. Günümüz insanı tüm bunların içinde kendini koruyabilmesi ne kadar zordur. Böyle bir ortamda kendini koruyabilen bir adam için Efendimiz 'Seçemem' ifadesini kullanıyor. İşte bu yüzden Efendimiz bu şekilde konuşuyor.    
Kur'ân-ı Kerim'de sahabenin yeri nedir? Onların vasıfları nasıl anlatılıyor Kur'ân'da?
Onlar da bizim gibi hata yapabilen insanlardır. Hata yapan insana nasıl muamele edilir? Allah bize İslâmı onlar vasıtasıyla öğretti. Kur'ân onlar için Fetih Sûresinde 'vellezine mau beynehum' "Düşmana karşı şiddetli, kendi aralarındaysa şefkatlidirler" diyor. Vasıflarını övüyor. Onlar öyle bir fedakârlık örneğidir ki eşi benzeri yoktur. Düşünün, savaşa gidecek, karnında lokma, ayağında potin, elinde sopa bile yok. Peygamberimiz gel deyince 'geldim ya rasulellah' diyor. Hiçbir şeyi yok. O kadar fakirlik var. Sahabe budur. 'Geldim ve ölmeye hazırım' demektir. İşte bütün sır burada kilitleniyor. Örneğin Bedir'de 313 kişilik bir ordu yola çıkıyorlar. 72 kilometreyi en kızgın zamanında hem de oruçlu olarak gitmişler. O çölü su yok, han, lokanta, hamam yok, ama yürümüşler. Vardıklarında Efendimiz onları konuşlandırmış. Keskin bıçak gibi kayaların üzerine oturmuşlar. Zaten 72 kilometre cebri yürüyüş yapmışlar. Nöbetçileri dikmiş ve "İstirahata çekilin" demiş. Moraller sıfır yalın ayak nasıl kılıç sallayacaklar. Peygamber Efendimiz sabaha kadar Allah'a yalvarıyor. Cenab-ı Hak gece bir yağmur veriyor. Sahabeler sabah bir kalkmışlar ki, çukurlar su dolmuş. Kayaların araları yastık gibi kumla dolu. Yani siz Allah için fedakârlık ederseniz ölmeye hazırım dediniz mi? Allah da sizin arkanızda durur. Bakın Allah nasıl yardım ediyor?
Ölümden korkmayandan korkarlar. Hâlâ öyledir ölümü hiçe sayan adamdan herkes korkar. Mesele fedâ edebilmektedir. Sahabe Allah yolunda her şeyi fedâ edebilecek şekilde teslim olan insan demektir. Allah'a ve peygambere neden ve niçin sormaksızın teslim olanlardır. 'Radıyallahü anhüm ve raduanh' "Onlar Allah'dan razı, Allah da onlardan razıdır' diyor Kur'ân-ı Kerim. Allah için fedakârlık ettiğiniz anda olmayacak dediğiniz şeyleri bile oldurur. Sahabenin en güzel yönü, hiç korkmadan öyle Allah'a inanmışlar ki 'O'nun dediğini yerine getirelim, ölürüz kalırız, onun bileceği iş' diyerek teslim olmuşlardır. Mesele teslim olmaktadır. Allah kendisine teslim olanları Kur'ân ile övmüştür.
Gazetemizin okuyucularına vereceği kitaptan bahsetmiştik size. Bu hizmet hakkında neler söylemek istersiniz?
Sahabeyi okumak onların güzel hayatlarını kendimize örnek almak Kur'ân-ı Kerimde ve aynı zamanda Efendimiz tarafından emredilmiştir. Böyle bir heyecana insanımızın çok ihtiyacı vardır. Bu güzel bir hizmettir. Dinin temeli haram helâl bilgisidir. Hayata dair her şey Efendimizin ve sahabenin hayatlarında vardır. Günümüz insanı çeşitli baskılar altında kalarak bunalmış durumdadır. Bu tür hizmetler o bunalmışlığı def edecek gayretlerdir. İnsanı İslâm kişiliğine yaklaştıracağı için kişiyi rahatlarlar. Yeni Asya gazetesini tebrik ediyorum. Çok güzel bir hizmettir. Devamını diliyorum. Allah hayırlı yolda Müslümanlara hizmet eden herkese yardım etsin. Halis niyetiniz oldukça korkmaya gerek yoktur. Allah insanı imtihan eder. Zorluklar verir. Buna rağmen devam ederseniz Allah her daim yardımcınızdır. Allah yar ve yardımcınız olsun.
 
Prof. Dr. Cevat Akşit kimdir?
 1938'de Denizli/Yatağan'da doğdu. Henüz 4 yaşındayken ilim sahibi bir şahsiyet olan babası Şakir Ali Efendi'yi kaybetti. Annesi Havva Hanım tarafından yetiştirildi. İlkokulu bitirdikten sonra 2 yıl amcası Zühtü Akşit'ten Kur'ân-ı Kerim ve Arapça dersleri aldı. 1952'de Isparta İmam-Hatip Okulu'na girdi. 1956'da İstanbul İmam-Hatip Okulu'na nakil oldu.1958'de buradan mezun oldu. Aynı yıl müezzin olarak tayin edildiği Fatih-Zeyrek'teki Ümmü Gülsüm Mescidi'nde uzun yıllar Mehmed Zahid Koktu Hazretlerinden ilim tahsil etti. 1963'te İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü ve 1965'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi olmak üzere iki ayrı fakülteyi bir arada bitirdi. 1975'te doktor, 1980'de doçent, 1988'de İslâm Hukuku profesörü oldu.
1970-1980 arası dönemde öğretim üyeliğinin yanı sıra Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü Müdürlüğü, İzmir ve İstanbul barolarında avukatlık gibi çeşitli idarî, hukukî, sınaî ve ticarî faaliyetleri bir arada yürüttü.
Fransızca ve Arapça bilen Prof.Dr.Cevat Akşit'in İşletme Hukuku ve İş Hukuku konularında üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan eserlerinin yanında İslâm Hukuku ve İş Hukuku alanında çeşitli kitapları ile yurtiçi ve yurtdışında yayınlanan makale, konferans ve tebliğleri mevcuttur. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Kürsüsünde Ana Bilim Dalı Başkanlığı yapmış ve buradan emekli olmuştur. Evli ve 4 çocuk babasıdır.
 
 
Ebru Olur
Okunma Sayısı: 12443
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İsmet GÖNEN

    8.6.2015 09:50:18

    Ey DİN Profesörü Cevat AKŞİT.! 8.6.2015 Bu âhir zamanda DİN adamlarının ÇOĞU : * ALLAH'ın AF'etmeyeceği GÜNAH YOK.! Deyip duruyor. * KUL HAKKI ise-> Bu SÖZ'lerinizi YALAN'lamıyor mu.?

  • ramazan nazlı

    1.4.2014 12:34:00

    hocam allah razıolsun sizden sizin gibi değerli hocalara çok ihtiyacımız var ben eskişehirden.

  • ELİF AKDENİZ

    6.5.2013 00:00:00

    hocamızdan Allah razı olsun.Yolumuzu aydınlatıyor.

  • nafiz fırat

    13.3.2013 00:00:00

    cevat hocayı takdir ediyorum ve dinliyorum verdigi fetvalara güveniyorum. hocama selam ve hürmetlerimi bildiriyorum.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı