Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Süleyman KÖSMENE

Ruh üzerine



İbrahim Bey: “Ruh nedir? Âyetlerde Cebrail için genelde ‘Ruh, Rûhü’l-Kudüs, Rûhü’l-Emin” isimleri kullanılıyor. Cebrail sanki melekten farklı bir varlıkmış gibi bir izlenim doğuyor. Cebrail melek midir, değil midir? Allah’ın ruhu var mıdır?”

İnsanoğlunun asırlardır çözemediği problemlerden birisi de, ruhun varlığı, mahiyeti ve ne olduğu meselesidir. Ruhun ne olduğu Resûlullah Efendimiz’e (asm) sorulmuş; Allah Resulü (asm) soruyu vahye havale etmiş ve Cenâb-ı Hak ruhla ilgili şu âyeti nazil buyurmuştur: “Sana ruhtan sorarlar. De ki: Ruh, Rabb’imin emrindendir. Size o ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”1

Bu âyeti tefsir ederken ruhun tanımı üzerinde duran Bedîüzzaman (ra): “Ruh; zîhayat, zîşuur, nurânî, vücûd-u haricî giydirilmiş, câmî, hakîkattar, külliyet kesb etmeye müstaid bir kânun-u emridir”2 diyor.

Tanımdan yürümeye çalışalım: Ruh hayat sahibidir. Ruh şuur sahibidir. Ruh nuranîdir. Ruha vücûd-u haricî giydirilmiştir. Yani, bu İlâhî emre, haricî bir hüviyet ve mahiyet kazandırılmıştır, hususî bir câmiiyet ve bütünlük verilmiştir. Burada, “haricî vücud” kavramı içinde meleklerin her birinin ayrı hususiyeti haiz olduğunu, cinlerin her birinin müstakil mahiyetinin bulunduğunu ve insanların her birinin hususî bir hüviyete sahip olduğunu anlamak mümkün. Ayrıca her bir insana dünyaya gelişinde giydirilen, dünyadan gidişinde soyulan ve Kıyamet Günü tekrar giydirileceği bildirilen vücut gömleğini bu “haricî vücud” kavramı içinde düşünmek mümkünse de, sadece bu mânâyla kısıtlamamalıdır. Çünkü bu cismanî vücut, dünyaya ve ebedî âlemlere mahsus bir gömlektir; ölümle soyulduğunda ruh yine gılâf-ı lâtif ve beden-i misâlîsi içinde (vücûd-u haricîsini devam ettirerek) dünyadan âlem-i berzaha ayrılır.3

Ruh camidir; yani, derinlik ve bütünlük sahibidir; geniştir, kapsamlıdır, Cenâb-ı Hakkın ekser isimlerine mazhardır, hadsiz latifeleri ve duyguları bünyesinde barındırır, bir küçük âlem gibidir, cismâniyetle birleştiğinde kâinatın bir fihristesi mahiyetindedir.4 Ruh hakîkattardır; yani varlığı doğrudan Allah’ın emrine dayanır; esbab-müsebbeb ilişkisi olmadan her rûh doğrudan doğruya kendi Hâlık-ı Kerîm’inin, kendi Sâni-i Hakîm’inin emir ve irâdesinden gelmiştir. Hayal değildir. Rüya değildir. Efsane değildir. Mitolojik bir unsur değildir. Allah’ın emrine istinad eden hakikî bir vücuda ve varlığa sahiptir. Ruh, külliyet kesb etmeye müstaiddir; yani, dar kafesine sığmaz o, kabına sığmaz, gömleğini yırtar, toprağını yarar, bütün kâinatı ardına alır, kâinatın Sahibine muhatap ve müteveccih olur; bir inkişaf etti mi, bir açıldı mı, bir uçtu mu yıldızlar, güneşler, ulvî âlemler ona dar gelir.5

Ruh, kânun-u emrîdir; yani âyette belirtildiği üzere Cenâb-ı Hakk’ın emrinden gelmiş bir kânundur, bir namustur, bir paket programdır, bir mahsus tabiattır; bir büyük hakikatin çekirdeği ve nüvesidir.

Melekler ruhânî varlıklardır. Kur’ân’ın, Hazret-i Cebrail (as) için “Ruh”6, “Rûhü’l-Emin”7, “Rûhü’l-Kudüs”8 gibi ifadeleri kullanmış olması Hazret-i Cebrail’in (as) vazife ve makamının üstünlüğünü gösterir; melek olmadığını göstermez. Nitekim Hazret-i Üstad’ın (ra); “Hazret-i Cebrâil, Mikail, Azrail gibi melâike-i i’zâm”9 ifadesinden de anlaşılacağı üzere, Hazret-i Cebrail büyük meleklerdendir.

Ruh, Allah’tan bir emirdir. Allah’ın “Âmir”, “Mürîd”, “Muhyî”, “Alim”, “Kadir”, “Hakîm”, “Semî’”, “Basîr” gibi isimlerinin ve bilemediğimiz ekser Esmâ’sının mazharıdır. Allah’ı isimleriyle, sıfatlarıyla, fiilleriyle ve şuûnâtı ile tanıyabiliriz. Gerçek mahiyetini ve Zatını ise bilemeyiz, kavrayamayız. Allah’ın Zat’ı ile beraber ruhunun varlığını varsaymak Tevhid inancına uygun düşmez. Allah (cc) Samed’dir; hiçbir şeye muhtaç değildir. Allah’ın Zat’ının mahiyeti bizce meçhuldür.

Dipnotlar: 1- İsrâ Sûresi, 17/85 2- Sözler, S.478 3- a.g.e. S.478 4- Sünûhât, S.15 5- Lem’alar, S. 238 6- Kadir Sûresi,97/4 7- Şuarâ Sûresi,26/193 8- Bakara Sûresi,2/87,253; Mâide Sûresi,5/110; Nahl Sûresi,16/102 9- Mektûbât, S. 336

01.02.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (30.01.2007) - Amel-i talih ve amel-i uhrevî

  (29.01.2007) - Bediüzzaman'a göre din ve milliyet

  (28.01.2007) - Her duâ için hayırlı bir netice vardır

  (26.01.2007) - Tevhîd-i Kıble etmek

  (25.01.2007) - Çile yumağı bir nebî: Cercis Aleyhisselâm

  (24.01.2007) - Allah korkusu ve diğer korkular

  (23.01.2007) - Sünnete uymanın gerekliliği ve faydaları

  (22.01.2007) - Lokman Hekim

  (21.01.2007) - 1428. Hicrî yıla tebrikler

  (19.01.2007) - Soğan sarımsak yemek ve gaflet

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004