Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 04 Şubat 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Abdurrahman ŞEN

Lâle Oraloğlu



Hayata 83 yaşında veda eden Lâle Oraloğlu’nu 1978’de tanıdım… Ardında başka olayların olduğu tutuklanma ve Sağmalcılar günlerinden sonra dimdik ayakta durarak yerleşik bir tiyatro grubu oluşturmuştu Oraloğlu… Bizler de tiyatroyla biraz daha sıkı ilgileniyorduk o günlerde… Birkaç yıl önce “Edep Sahnesi” adıyla kurduğumuz grupla 1974’de bir oyun sahnelemiştik… Bizlere yol göstermesi, yardımcı olması için de Nejat Uygur Ustayı zaman zaman ziyaret etmiştik bir grup arkadaşla… Nejat Ustanın bir süre bizlere yol göstermesini, özellikle bana okumam gereken eserler noktasında verdiği öğütleri unutmam mümkün değil…

Sonra bizim grup dağıldı… 1977’de daha farklı bir yapılanmayla yeni bir grubumuz oluştu. Provalar yapıyorduk ama daha farklı kitlelere ulaşmak için sabit bir salonda sahnelemeyi düşünerek salon arayışına girmiştik ki kulağımıza bir bilgi geldi. Lâle Oraloğlu salonunu ortak kullanabileceği birilerini arıyordu. Gruptan 3-4 arkadaş bilet alıp “Beşik Kertmesi” isimli oyunda Lâle Oraloğlu’nu izledikten sonra kuliste kendilerini ziyaret etmek istediğimizi söyledik.

Lâle Hanım bizi kulisinde kabul etti bir süre tiyatroda ne yapmak istediğimizden, kendi oyununu nasıl bulduğumuza kadar çeşitli sorular yöneltti bana. Anlattım dilimin döndüğünce… Sonra Lâle Hanım, izlediğimiz oyundaki baş rollerden birini oynayacak arkadaşın askere gideceğini, o rolün altından kalkıp kalkamayacağımı sordu… Az önce izlediğimiz oyundaki 3 başrolden birini teklif ediyordu Lâle Oraloğlu gibi bir usta… Gururlanmıştım elbette… Ama “olmaz!” dedim.

Sonra arkadaşlarımızdan İhsan’ı teklif ettik… İhsan bir süre o oyunda oynadı da… Ama Lâle Hanımın beni bırakmaya niyeti yoktu. Bir gün İhsan aracılığıyla gündüz çay içmeye dâvet etti beni… Tiyatroya gittim ve idare odasında geniş bir sohbette daha bulunduk. Lâle Hanım; “ Bu oyunda oynamayı kabul etmedin ama hazırlamakta olduğum oyunda oynamaya itiraz edecek gerekçen olmayacak. Yeni oyunumda seninle birlikte olacağız.” deyiverdi… Oyunun adını sorduğumda; “Vatan Yahut Silistre” müjdesini aldım. Hemen “Abdullah Çavuş” rolünü kimin oynayacağını sordum ve ekledim; “Biz 3 yıl kadar önce Nejat Uygur Ustayla da görüşmüştük… Kendisi bize ‘Vatan Yahut Silistre’yi oynamamızı teklif etmişti. Hatta ‘Abdullah Çavuş’ rolünü bizimle birlikte oynamaya da söz verdi. ‘Vatan yahut Silistre’yi oynamadan ölürsem gözüm açık gider’ de dedi.” deyiverdim. Lâle Hanım bunun üzerine, Nejat Uygur gibi bir ustayla birlikte oynamanın onurundan gururundan bahsetti ve ekonomik olarak bunun mümkün olamayacağını anlattı.

“Vatan Yahut Silistre”de bana “Rüstem Bey” rolünü uygun görmüştü Lâle Hanım. Kendisi de “Zekiye”yi canlandıracaktı. “Rüstem Bey” olarak provalara başladım. Tiyatro konusunda ne kadar cahil olduğumu her provada bir kere daha anlıyordum. Ancak “Miralay Sıtkı Bey” rolü için adı geçen ünlü bir oyuncu vardı ve bir türlü provalara gelmiyordu. Bir gün prova sonrası odasında ikimiz çaylarımızı içerken Lâle Hanım; “Bak Abdurrahman kardeşim… ‘Miralay Sıtkı Bey’i senin oynamanı istiyorum. Kendine güveniyor musun?” diye sordu. Ben de; “Siz bana güveniyorsanız mesele yok… Sizi mahcup etmemeye gayret ederim!” dedim. Ertesi günkü provalardan itibaren “Miralay Sıtkı Bey” bendim artık.

Lâle Oraloğlu gibi bir ustanın bu güveni ve öylesine sevdiğim bir oyundaki en önemli rollerden birini canlandıracak olmak beni ziyadesiyle sevindiriyordu elbette… Provalar 2.5 ay kadar sürmüştü ki o oyunu çekeceğini söyleyen TRT’den alınan olumsuz bir cevapla oyunun sahnelenmesi ertelendi. Ben de ayrılmak zorunda kaldım. Bir süre sonra oyun yenilenen kadroyla TRT’ye çekildi ama benim Lâle Oraloğlu Ustayla olan sahne eğitimim o kadarla kaldı.

Türk tiyatrosunun hemen her dalına adını başarıyla yazdırmış olan Lâle Oraloğlu gibi bir ustayla 2.5 ay gibi bir süre içinde de olsa aynı sahneyi solumanın zenginliği benim için başlı başına bir ayrıcalık olarak kaldı elbette bugüne kadar.

“Rüstem Bey” olduğum günlerdeki provalar esnasında yaşadığımız bir sahneyi ise hâlâ unutamam… Kuşatılmış kaleden askerlere komuta ediyordum ve; “haydin aslanlarım, haydin şahbazlarım!” diye becerebildiğimce gürlüyordum. Lâle Hanımın gösterdiği biçimde de arada bir el bombaları atıyordum… Ardımdan da askerlerin aynını yapması gerekiyordu elbette… Ben kendimi kaptırmış giderken Lâle Hanım; “Olmuyooor… Olmuyooooor!” diye bağırdı. Hepimiz durduk. Beni sahnenin bir kenarına yolladı ve askerleri canlandıran gençlerin karşısına dikilip ; “ Gözünüzün önüne düşman getirsenize. Yarın ihtiyaç olsa sizler düşmana böyle mi bomba atacaksınız? Biraz ruhunuzu koyun… O günleri düşünün…” gibi sözlerle çıkışmıştı.

Prova sonrasında da bir ara genç nesilde millî ruhun kaybolmakta oluşundan dert yandıydı.

Aradan yıllar yıllar geçti… Bir fırsat oluşturup da Lâle hanımla görüşemedim yıllarca… Ta ki 3 sene önce bir toplantıda karşılaşana kadar… Yanına gittim… Elini öpüp kendimi hatırlattığımda şöyle bir yüzüme baktı ve; “Hayırsız seni… Bunca senedir nerelerdesin?” diye sitem etti haklı olarak… Yanımda bulunan arkadaşlarım hayret ettiler, aradan geçen 26 yıl sonrasında beni nasıl tanıdığına…

O görüşme meğer son görüşmemizmiş!

Teşvikiye’deki cenaze namazına gittiğimde Nejat Uygur usta da iki oğluyla beraber oradaydı. Yanına gittim… 1974’ü hatırlattım… Sözü “Vatan Yahut Silistre”ye getirdim… Durdu… Lâle hanımın yaşını sordu… “83” denildiğinde, “ben de 81 oldum!” dedi… Oğlu Süheyl atıldı ve; “baba, sen daha 79’sun!” dedi… Sonunda “80”de karar kılındı… Nejat Uygur ustanın yüzüne bir hüzün çökmüştü ki el birliğiyle konu değiştirdik… Az sonra da ezanlar okundu… Tabutu başında saflar tutuldu... Cenaze namazı kılındı… Hoca efendi sordu; “Lâle Hanımefendiyi nasıl bilirsiniz?” diye “İyi birisi” olduğuna şahadet ettik… Ardından haklarımızı da helâl ettik elbette!

Belki birçoğumuz için sadece “Candan Öte” dizisindeki yaşlı bir oyuncuydu Lâle Oraloğlu.

Ruhu şâd olsun.

04.02.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (28.01.2007) - Bize ne mi oldu?

  (21.01.2007) - Katledilen sadece Hrant Dink değil!

  (14.01.2007) - İhsan Işık’ın hakkını teslim etmek gerek

  (07.01.2007) - Sarmaşık sayı 10, sooon!

  (02.01.2007) - İbretlik bir gündü

  (24.12.2006) - 2006 yılı kültür ödülü kimin hakkı?

  (17.12.2006) - Bugün Şeb-i Arus...

  (10.12.2006) - “1. Uluslararası Bursa İpek Yolu Film Festivali” başlıyor!

  (03.12.2006) - “Sarı Kurdele”ye devam!

  (26.11.2006) - Manevî deprem kapımızda!

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004