Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Yasemin GÜLEÇYÜZ

Tesettür Risâlesine dair (2)



Bediüzzaman Hazretleri, Tesettür Risâlesindeki “Mesmuatıma göre, merkez ve payitaht-ı hükümette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gâyet adi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!” cümlesi yüzünden mahkûm olur. (Bediüzzaman Said Nursî, Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat 2001 baskısı, s.343) Üstad, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinin 19 Ağustos 1935 tarihinde, kanaat-i vicdaniyeye dayanarak verdiği bir kararla, “tecrit-i mutlak” kaydıyla, 11 ay hapis cezası alır. On beş arkadaşı da altışar ay ceza almıştır.

Bu yersiz karara Bediüzzaman Hazretleri itiraz edip, bu cezanın bir beygir hırsızına veya kız kaçırıcısına lâyık olduğunu belirterek, kendisinin ya beraatına veya idamına veyahut yüz bir sene hapse mahkûmiyetine hükmedilmesini ısrarla istemiştir.

“Tashih-i dâvâ” için Bakanlar Kurulu’na yazdığı dilekçenin son cümleleri şöyledir:

“Ben hukukumu kanun dairesinde istiyorum. Kanun namına kanunsuzluk edenleri, cinâyetle ittiham ediyorum.” Böyle canîlerin keyiflerini, elbette hükümet-i Cumhuriyenin kanunları reddeder ve hukukumu iade eder ümidindeyim.” (Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat 2006 baskısı, s. 410)

“Tesettür Risâlesini setrettiğim halde…”

Mahkeme müdafaatına dair kısımlarda Tesettür Risâlesi ile ilgili bölümler ilginçtir. Anahatları ile aktaralım:

* Aşağıdaki ifadeler Tesettür Risâlesinin, 1935’ten yıllar önce Kasım 1918 -Kasım 1922 tarihleri arasında yazıldığının bir delili: “Dar’ül Hikmeti’l-İslâmiyede bulunduğum zaman, tesettür âyeti aleyhinde Avrupa’dan gelen itiraza karşı bir cevap yazmıştım. Bundan bir sene evvel, eski matbu risâlelerimden alınan ve 17. Lem’a ismini alan kısacık Tesettür Risâlesi ilerideki kanunlara temas etmemek için, o Tesettür Risâlesini setrettim. Her nasılsa, yanlışlıkla bir yere gönderilmiş. Hem o Risâle, medeniyetin, Kur’ân’ın âyetine ettiği itiraza karşı, müskit ve ilmî bir cevaptır. Bu hürriyet-i ilmiye, Cumhuriyet zamanında elbette kayıt altına alınamaz. “(Bediüzzaman Said Nursî, Tarihçe-i Hayat, Yeni Asya Neşriyat 2006 baskısı, s. 344)

* Bediüzzaman Hazretleri, Tesettür Risalesinin yazılış maksadını, mimsiz medeniyet ve İngilizlerin siyaset oyunlarına verilmiş ilmî bir cevap olarak nitelendirir:

“Avrupa medeniyet ve felsefesi namına ve belki İngilizlerin ifsad-ı siyaseti hesabına tesettür âyetine ettikleri itiraza karşı, gâyet kuvvetli ve müskit bir cevab-ı ilmîdir. Böyle bir cevab-ı ilmî, değil bundan on beş sene evvel, her zaman takdir ile karşılanır. Bu hürriyet-i ilmîyeyi, elbette hürriyetperver bir hükümet-i cumhuriye tahdit etmez. “ (A.g.e, s.389)

* İslâm’da kadının tesettürü ile ilgili âyetle beraber, miras hakkı ile ilgili âyetlere yaptığı yorum da mahkeme tarafından “irtica fikriyle” suç unsuru olarak gösterilmiştir.

“Erkeğin mirastan hakkı iki kadın payı kadardır” (Nisa Sûresi, 176.) “Annenin hakkı altıda birdir:” (Nisa Sûresi, 11.)

“Hükümet-i Cumhuriyenin ilcaat-ı zamanına göre kabul ettiği bir kısım kanun-u medenînin bir kısım maddelerini kabulden evvel, bu meseleleri, medeniyete ve feylesoflara karşı yazmışım ve müdafaa etmişim. Kurun-u ula ve vustadaki zayi olan kadınlık hukukunu Kur’ân-ı Hakim gâyet ehemmiyetle muhafaza ettiğini beyan etmişim. Şimdi bu iki meseledeki beyanatım hükümet-i Cumhuriyenin kanununa muhaliftir diye 163. madde ile muahaze edildim.” (A.g.e, s. 399)

* 1935 Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi, âyet-i kerime tefsirinden dolayı bir müfessiri cezalandıran dünyadaki tek mahkemedir. Asırlardır milyonlarca Müslümanın sosyal hayatını tanzim eden bu âyetleri 350 bin tefsirin tasdik ve aynen hükümlerine istinaden, ecdadımızın ruhlarına hürmeten tefsir eden Bediüzzaman Hazretleri “Avrupa’da rahiplerin serbestiyeti gösteriyor ki, hiçbir kanun, tarik-i dünya olanlara ve ahirete ve imana kendi kendine çalışanlara ilişmez…” (A.g.e,s. 348) de dediği halde ceza alır…

Artık Eskişehir’de 11 ay sürecek olan hapis günleri başlamıştır…

Raks eden liseli kızlar…

Bediüzzaman Hazretleri, Eskişehir Hapishanesindeyken bir Cumhuriyet Bayramında pencereden karşıdaki lisenin kız öğrencilerinin neşe içinde gülerek raks etmelerini ağlayarak izler. “Kat’i müşahede ettim, onların o acınacak hallerine ağladım” dediği 50 sene sonrayı gösteren, hakikatli manevî bir sinemayı seyreder. O 50–60 kişiden 40-50’si kabir azabı çekmektedir. 10 tanesi, 70–80 yaşında, çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza edemediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görmektedir. Kendisiyle birlikte tutuklanan arkadaşları, Bediüzzaman Hazretlerinin ağlama seslerini duyarak yanına gelirler ve sorarlar. Onlara “Beni kendi halime bırakınız!” der.

Sefahet ve dalâletin yaygınlaşması için uğraşan bir şahs-ı manevî ile karşılıklı muhavere eder:

“Biz hayatın her çeşit lezzetini tatmak ve tattırmak istiyoruz. Bize karışma!” diyen şahs-ı maneviye mazî ve müstakbelin, ancak imanî bakış açısıyla nurlanacağını ifade eder.

Muannid devam eder, “Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyifle geçirmek için sefahet ve eğlencelerle bu ‘ince şeyler‘i düşünmeyerek yaşayacağız.”

“Hayvan gibi de olamazsın!” der Bediüzzaman. “Senin aklın var. Geçmişi ve geleceği düşünür, hayvandan yüz derece aşağı düşersin!”

İnatçı şahs-ı manevî yine devam eder: “Hiçbir şey olmazsa ecnebi dinsizleri gibi yaşarız!”

“Onlar gibi de olamazsın. Onlar bir peygamberi kabul etmese, diğerini kabul eder. Hiç olmasa güzel bir seciyesi olur. Ama bir Müslüman dinden çıkarsa, ancak vatana millete zarar veren bir hale girer!”

Söyleyecek sözü kalmayan şahs-ı manevî kaybolur, gider…

Namaz kılan liseli kızlar…

Tevafuken, tam da “Tesettür Risâlesi ve Eskişehir Mahkeme Müdafaaları” okumaları yaptığım bir dönemde, malûm medyanın(!) liseli kızların namaz kılması olayı aleyhinde yaptığı yoğun yayınları tiksinti ile takip ettim. Bediüzzaman Hazretlerine “Bize karışma! Hayvan gibi ya da ecnebiler gibi olmak istiyoruz!” diyen şahs-ı manevînin sesini ve izini fark ettim.

Tarih boyunca iman ve küfür arasındaki mücadelede kadınların ne kadar önemli konumda yer aldığını bir kez daha tasdik ettim…

Sizce de öyle değil mi?

03.06.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (27.05.2007) - Kadın için hürriyet ve esaret!

  (20.05.2007) - Talebe olabilmek…

  (13.05.2007) - Şefkat kahramanlarına...

  (06.05.2007) - Afyon notları

  (29.04.2007) - Modern zamanın “Evliya Çelebi”lerine…

  (22.04.2007) - Bilim ve din neyi gösteriyor?

  (15.04.2007) - Bir kültür başşehrinden kareler…

  (18.02.2007) - Çocuklar ve tûl-i emeller…

  (11.02.2007) - Kadın beyni…

  (04.02.2007) - Karanlığı sorgulamak…

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004