Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 


Şaban DÖĞEN

Namaz sevgisi



“Bana dünyadan üç şey sevdirildi” buyuran Allah Resûlü’nün (asm), bu üç şeyden birinin namaz olduğunu belirttiğini biliyoruz. Ondan “Gözümün nuru” diye bahsettiğini de biliyoruz.

Göz için ışık neyse, hayatımız için de namaz o. Kurtuluş vesilesi, huzur kaynağı, Cennetin anahtarı namaz.

Bu ve buna benzer hakikatlere baktığımızda Allah Resûlü (asm) ve sahabenin namaza aşk ve şevkle koşmaları, ona dünyalardan daha çok önem vermelerindeki sırrı daha iyi anlıyoruz. Namazsız dünya karanlık, tatsız; namazsız hayat, hayat değildir.

Sahabenin dünyasında da namazın apayrı bir yeri vardı. Hz. Ömer (ra), yaralandığında baygın bir vaziyette yatmaktaydı.

“Namazdan başka bir şeyle uyandıramazsınız” demişlerdi. “Ey mü’minlerin emiri! Namaz vakti geldi” denildiğinde gözünü açmış, “Ha! Peki kalkayım” diye vücudundan kanlar aka aka namaza durmuştu.

Hz. Osman (ra), evi isyancılar tarafından kuşatıldığında bütün geceyi namazla ihya etmiş, kıldığı namazda Kur’ân’ı hatmetmişti.

İbni Abbas’ın yaşlılığında gözleri görmez olduğunda “Birkaç gün namazı terk edersen, seni tedâvi ederiz” dediklerinde, “Hayır” demişti. “Bırakamam. Çünkü ben Peygamberimizden (asm) ‘Namazı terk ettiği halde vefât edeni, Allah’ın, gazabıyla karşılayacağını’ duydum” demişti.

Onların dünyasında namaz her zaman birinci sıradaydı. Onun yerini hiçbir şey alamazdı. Almamalıydı. Namaza, namazdaki huzuruna hiçbir şey engel olmamalıydı. Engel olduğunda namaz değil, o terk edilmeliydi. Birgün bahçesinde namaz kılan Ebû Talha bir serçenin bahçesine girdiğini görmüş. Zavallı kuş, sağa sola debelenip bir türlü çıkış yolu bulamamış, Ebû Talha da kuşu hayretle seyretmiş, ne var ki huzuru bozulmuş, kaçıncı rekâtta olduğunu unutmuştu. Kuşla ilgisini kesmişti, ama olan olmuştu. Hemen Resûlullah’a (asm) koştu, başından geçenleri anlattı. “Ey Allah’ın Resûlü (asm),” dedi. “Bu bahçe benim namazdaki huzurumu bozdu. Onu sadaka olarak veriyorum. İstediğin şekilde tasarruf edebilirsin” dedi. (Tergib, 1: 3.)

İşte onların dünyasında namaz buydu. Namaz, Allah ile kul arasında en güçlü manevî bir bağdı. Bu bağ, asla kopmamalıydı.

08.08.2007

E-Posta: [email protected]




Süleyman KÖSMENE

Sözlerimiz ve duâlarımız



Realiter1 rumuzlu okuyucumuz: “Çoğumuzun dilinde ‘Hay Allah cezanı vermesin’ veya ‘Hay Allah iyiliğini versin’ gibi aslında Allah’ın isimlerini zikirden ibaret sözler dolaşır. Nitekim ‘Hay’ Allah’ın 99 isminden bir tanesidir. Böyle bir durumda Allah’ın iki ismini birden kullanıyoruz. Peki, kızdığımız zaman hâşâ ‘Hay ben senin gibi…’ diyerek küfür de ediyoruz. Burada ne denmek isteniyor? Bu sözle günahkâr mı oluyoruz? İzah eder misiniz?”

“Hay” Allah’ın doksan dokuz isminden bir ism-i şeriftir. Bilinçli ya da bilinçsiz, dilimizde dolaşan “Hay Allah cezanı vermesin’ veya ‘Hay Allah iyiliğini versin’ gibi cümlelerde Hay ism-i şerifi isabetli düşmüş. Fakat “hay” sözcüğünü bazen bir dil galatı olarak da anlamsız yerlerde kullanıyoruz. Bunlardan birisi de halk dilinde gezen ‘Hay ben senin gibi…’ cümleciklerde kullanılan galat sözcüktür.

Burada da bilinç dışı bir kullanım söz konusudur. Kasıtlı olmayınca günahtan söz edilmez; fakat en azından hoş olmayan bir sözcüktür. Müslümana kullanmamak yakışır.

***

Hakan Akgör: “1- Sadece Cevşen okumak yeterli midir, Büyük Cevşeni okuyorum ancak, içimden hep sadece Cevşeni okumak geçiyor. 2-Duanın kabul olmayışının sebepleri nelerdir, kabul olmayan duada ısrarcı olmak gerekir mi?”

1- Büyük Cevşen’de yer alan duâlardan her birisi ayrı ayrı tesirlere sahip duâlardır. Cevşen de dâhil olmak üzere söz konusu duâlardan her hangi birisini yaparak Allah’a sığınmak bize nafile zikir sevabı kazandırır. İhtiyaç esnasında dilediğimiz duâyı okuyabiliriz.

2- Duâlar Allah’ın Mucib ismine açılan pencerelerimizdir. Allah (cc) her duamıza cevap veriyor. Çünkü Cenâb-ı Allah Mucibü’d-Daavât’tır, yani dualara cevap verendir. Nitekim Kur’ân’da Cenâb-ı Allah “Bana dua ediniz; size cevap vereyim”1 buyuruyor.

Fakat duâlarımızın kabul olup olmaması meselesi Cenâb-ı Allah’ın hikmeti ile ilgili bir meseledir. Kul duâ sevabından mahrum edilmemek kaydıyla; duâsı Cenâb-ı Allah’ın hikmetine uygun düşmüşse kabul edilir, uygun düşmemişse kabul edilmez. Kabul edilmediğinde kul dua sevabından mahrum ediliyor demek değildir. Kul sevabını alır. Fakat duası dilediği şekilde kabul görmeyebilir. Çünkü hayırlısı böyledir. Kul ister; ama hayırlısını bilemez.

Bu açıdan kul duasında hayırlısını istemeli. Hayırlısının ne olduğunun takdirini Cenâb-ı Allah’a bırakmalı. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, kul erkek evlat ister. Cenâb-ı Allah Hazret-i Meryem gibi mübarek bir kız evlât verir. Bu durumda kulun duâsı kabul edilmedi denilmez. Daha evlâ bir şekilde kabul edildi denir. Aksi takdirde Firavun gibi bir erkek evlât verilseydi, adamın duâsında istediği erkek evlat verilmiş olacaktı; ama hayırlısı verilmiş olmayacaktı!

Diğer bir husus: Kimi zaman biz kul olarak duâmızı kabul edilebilir şartlara yaklaştırmıyoruz. Meselâ fiil basamağı olan bir duâ için, fiil basamağını atlayıp doğrudan söz basamağına geçiyoruz. Böyle duâ kabul görmeyebilir. Çünkü fiil gibi önemli bir basamağı eksik bırakılmıştır. Meselâ bir hastanın doktora gitmek gibi bir fiilî basamağı atlayarak, iyileşme için doğrudan sözlü dua yaptığını farz edelim. Bu dua kabul edilebilir şartlara yaklaşmamıştır.

Duâlarımızda iki önemli basamak vardır:

1- Hal ve fiil: Bizzat fiil ve davranışlarıyla uygun tutum sergilenerek yapılan dualar makbule şayandır. Sebepleri bir araya getirmek, Allah’ın istenen şeyi vermesi için görmek istediği bir fiilî dua hâlidir. Meselâ hasta olan birisi doktora, eczacıya Allah’tan şifa talebiyle gider, ilaçlarını Allah’tan şifa talebiyle alır ve kullanır. Hastanın bu hali bir duâ halidir ki, Cenâb-ı Hak katında makbul sayılır. Yine meselâ bir çiftçi, Cenâb-ı Hak’tan bereketli ürün istemek için, toprağı sürmekle rahmet kapısını çalmış olur.

2- Söz ve kalp: Fiil basamağı ile ulaşmaya güç yetiremediğimiz bir istek ve ihtiyaç için nihayet söz dili ile duâ ederiz ve Cenâb-ı Hak’tan isteriz. Kul, güç yetiremediği konularda diliyle ve kalbiyle Allah’ın kudretine ve rahmetine sığınır, Cenâb-ı Hak da bu sığınışı inşallah kabul eder.

Öte yandan, unutmayalım ki: Duâ bir ibadettir ve bütün ibadetlerin gayesi uhrevîdir. Meyvesi âhirette yenecektir. Dünyada meyve yemeye kalkmak ve bunda ısrarcı olmak duâ adabına uygun düşmez.

Ancak hiç şüphesiz, ibadetlerin hususî vakitleri olduğu gibi, duâların da hususî vakitleri vardır. Duâlarımızın hususi vakitleri, duâya ihtiyaç zamanlarıdır. Hususi vakitlerde duâmızı bırakmamalıyız. Meselâ belâların gelmesi, dertlerin inmesi, hastalıkların ve muzır şeylerin musallat olması, konuyla ilgili duaların hususî vakitleridir. Bu vakitlerde Cenâb-ı Hakk’a dua etmeliyiz. Ancak belâlar başımızdan gitmediğinde duayı bırakmamalı, yine duâya devam etmeliyiz. Hiçbir şekilde “Duâm kabul olmadı” demeyeceğiz. Belâ devam ettiği sürece, “Duânın vakti bitmedi” diyeceğiz ve duâya devam edeceğiz. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyeceğiz.2 Emin olacağız ki, Allah’ın hikmeti uygun gördüğünde duânın vakti bitecek, duâmız kabul olacaktır.

Demek duânın vakti içindeyken, duam kabul olmadı diye kenara çekilmek yok, kabul edilinceye kadar duâya devam vardır.

Dipnotlar:

1- Mü’min Sûresi, 40/60 2- Sözler, s. 287

08.08.2007

E-Posta: [email protected]




Ali FERŞADOĞLU

İmtihan, murakabe, muhasebe, özeleştiri!



Bir kardeşimiz, “Siz müessese ve cemaatin ileri gelenleri olarak kendinizi eleştirmeyecek, kendinize çekidüzen vermeyecek misiniz?” diye sordu. Bu soruya vereceğimiz ilk cevap, “Elbette, kimse kendisini lâyüs’el zannetmemeli!” şeklinde olacaktır. Hayatımızın her safhasının, her dakikasının hesabını vereceğimize göre; zaman zaman kendimizi muhasebe ve murakebeye çekmemiz imtihanın bir gereğidir.

Hayatımız hep güllük gülistanlık olmaz. Hele ehl-i iman ve ehl-i hizmet, şiddetli imtihanlardan geçmektedir. Dolayısıyla problemsiz, acısız, ıztırapsız, sıkıntısız, kimi zaman başarısız bir hayat düşünülemez. Bunlar imtihanın gereğidir. Musibetler, felâketler, yokluklar, inişler ve çıkışlar da hiç eksik olmaz. Zira, dünya zevk ve lezzet yeri değil; imtihan yeridir.

Hepimiz başta nefsimizle, insî ve cinnî şeytanlarla, deccalizmle, müstebit sistemle, günahlarla mücadele ediyoruz. Bunu ferden ve cemaat olarak da gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bu kararsız dünya deverânında kimi zaman mağlûp olur, kaybederiz. Ve bu kaybedişin sebebini, kendimizden çok yöneticilerimizde, üstlerimizde buluruz. Oysa, başarı elde edildiğinde hepimiz payımızı, hizmetimizi, emeğimizi düşünür, iftihar eder; ücretimizi alırız ve bekleriz. Kaybettiğimizde ise,—suçluluğun psikolojisiyle mi—hemen başkasına yöneliriz. Kimi zaman kaybedişimizde, kaderin ve başka hususların payını ona vererek; hata ve kusurlarımızı muhasebe, murakabe etmeli ve kendimizi özeleştiriye tabi tutmalıyız. Üstad’ın şu uyarısı hepimizedir:

“Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfîz-i ahkâm-ı şer’iyeye (şeriatın hükümlerini uygulamaya) daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinadla vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur (sınırlıdır). Cemaatin ise gayr-ı mahduttur (sınırsızdır).”1

Burada kendimizi sorgulamamız gereken husus; biz ne kadar cemaat şuuruyla hereket ediyoruz? Şahs-ı manevînin güçlenmesi, istikameti için ihlâs, gayret, sadakat, fedakârlık ve vefakârlığımızla ne kadar katkıda bulunuyoruz? Bir kalbin taşıması gereken, “iman, muhabbet, sadakat, hamiyet” gibi dört temel özellik bizde hangi seviyededir?

Keza Üstad hepimize sesleniyor: “Sizler, ara sıra, İhlâs ve İktisat Lem’alarını ve bazan Hücumat-ı Sitte risâlesini mâbeyninizde beraber okumalısınız. Sizin şimdiye kadar fevkalâde sebat ve metanet ve tesanüd ve ittifakınız, bu memlekete medâr-ı iftihar olacak ve istikbalini kurtaracak derecededir. Dikkat ediniz, bu yeni fırtına sizin tesanüdünüzü bozmasın.”2 Kendimize soralım: Bu eserleri kaç günde, kaç haftada, kaç ayda bir okuyoruz?

Kusurları başkasına yükleme, yalnızca yöneticileri hatalı görme kolaycılığına kaçmadan kendimizi şu ölçülere vuralım:

“Her şeyden evvel bize lâzım olan nedir?”

“Doğruluk.”

“Daha?”

“Yalan söylememek.”

“Sonra?”

“Sıdk/dürüstlük, sadakat/bağlılık, ihlâs, sebat, tesanüddür/dayanışmadır.”

“Neden?”

“Küfrün mahiyeti yalandır. İmanın mahiyeti sıdktır. Şu bürhan kâfî değil midir ki, hayatımızın bekası îmanın ve sıdkın ve tesanüdün devamıyladır.”3

Kendimizi test edersek acaba nasıl bir sonuç alırız? Derin tetkike gerek kalmadan sonucu, ürettiğimiz

hizmetle ölçmeli değil miyiz?

Dipnotlar:

1- Mesnevî-i Nuriye, s. 87.; 2- Kastamonu, s. 172.; 3- Tarihçe-i Hayat, s. 77.

08.08.2007

E-Posta: [email protected] [email protected]




Faruk ÇAKIR

Vatandaşa zorluk çıkarın!



Devlet memurluğunu, ‘hizmet yeri’ olarak görmeyenler; vatandaşın işini görmemek için ona her türlü zorluk çıkarmak için uğraşır. “Bugün git, yarın gel” ifadesi bu anlamda ‘atasözü’ haline gelmiştir. Böyle durumlarda “Müşteri, tüketici haklıdır” prensibi çoğunlukla ‘kâğıt üstünde’ kalır.

Son yıllarda ‘tüketici hakları’na nisbeten riâyet edilse de, bu konuda yapılacak daha çok iş olduğu ortada. ‘Tüketici’lerin maddî kayıplar noktasında gösterdikleri hassasiyeti, ‘hak’ları noktasında göstermedikleri görülüyor. Meselâ, telefonla konuşma ücretleri ya da köprü geçiş ücretlerine yapılan zam için hak arayan sivil toplum kuruluşları, benzer ‘cesaret’i hak, hukuk, adalet konusunda yapılan ihlâller için göstermiyor. Böyle olunca, hatalar sürüp gidiyor.

Ağır işleyen bürokrasiden, bürokratlarımız da dâhil olmak üzere hepimiz şikâyetçiyiz. Bilhassa devlet dairesinde iş görmenin zorluğuna şahit olmuşsunuzdur. Yakın zamanda karşılaştığım bir iki hadise, bu konuya dikkat çekmek gerektiğini hatırlattı.

Bilindiği üzere, internet üzerinden alış-veriş çoğalıyor. Biz de bir vesile ile satın almak istediğimiz ‘bilet’i internet üzerinden almak istedik. Otobüs firmasının internet sitesindeki bilgilere göre, internet üzerinden satılan bilet ‘daha ucuz’du ve biz de buna inanarak bileti satın aldık.

Daha sonra satın aldığımız bileti ‘kâğıda döktürmek için” ilgili firmanın bir şûbesine uğradık. Selâm ve kelâmdan sonra meramımızı anlattık. İlgili kişi, “Nüfus cüzdanınızın fotokopisini almamız gerekiyor” dedi. “Buyurun” deyip nüfus cüzdanımızı uzattık, “Dışarda çektirin, bizim fotokopimiz yok” cevabını aldık.

“İyi de, internet sitenizde böyle bir şart yok. Bu nereden çıktı?” diye sorunca, “Bilemeyiz, ‘merkez’imiz bizden bunu istiyor” cevabını aldık. “Etrafta fotokopici aramaktansa, başka bir şubeye gidip oradan alırız” düşüncesiyle oradan ayrıldık. Nitekim, başka bir şûbeye gittik ve oradan da başka ‘şartlar’ dinleyerek neticede biletimizi elimize aldık. Yeni şubedeki şartlar daha farklıydı: “Biletin alındığı kredi kartı”nı görmek istediler, gösterdik. Ama nüfus cüzdanı fotokopisi istemediler! Hadiseyi kısaca özetleyip, “Niçin internet sitesinde olmayan ‘şartlar’ı öne sürüyorsunuz?” diye sorduk, ama makul bir cevap alamadık. Ağırımıza giden ise, internetten ‘ucuz’ diye satın aldığımız biletin gerçekte ‘pahalı’ olduğu, meselâ o şubeden bilet alsaymışız daha ucuza alabileceğimiz şeklindeki açıklamaydı. Tabiî bu durumda biz açıkça ‘aldatılmış’ olduk! Ama asıl aldananın, bu yollara tevessül eden ve ‘müşteri’yi yanıltan firmalar olduğu zamanla ortaya çıkacak...

‘Özel’ firmadan bir örnek verdik, bir de ‘resmî kurum’ örneğiyle neticeye varalım: OKS sınavları sonucu, bir okula kayıt yaptırmamız gerekti. Kayda gitmeden önce okulu aradım ve ‘bir yetkili’ olarak müdür vekiliyle görüştüm. “Kayıt için geleceğiz, neler gerekiyor?” diye sordum ve gerekli evrakları hazırlayıp okula gittim. “Erken kalkan yol alır” ama biz problemlerle karşılaştık. Okula gittik ve internet sitelerinde ‘problem’ olduğunu gördük. Neyse, o işler halloldu ki, bir evrağımızın eksik olduğu ortaya çıktı. Eksik olan evrak, telefonla sorduğumuz halde bizden istenmeyen bir evraktı. Bunun için tekrar çocuğun mezun olduğu okula döndük ve ‘mühürlü imzalı sınav sonuç kâğıdı’nı alıp tekrar kayıt için aynı okulun yolunu tuttuk.

“Hah, nihayet işiniz halloldu” diye düşünüyorsanız, yanıldınız! Bu defa da ‘okul aile birliği’ne bağış için banka yolu göründü... Tamam bağış yapalım, ama bunu da erkenden söyleseniz ve bizi/velileri on defa git-gel yaptırmasanız ölür müsünüz?

“Hangi okul, hangi firma” diye mi sordunuz? Ne fark eder ki? Her hangi bir okul, her hangi bir firma!

08.08.2007

E-Posta: [email protected]




Mustafa ÖZCAN

Türkiye ne Almanya, ne Malezya



Türkiye nev-i şahsına münhasır bir ülke. Bu açıdan ne Holbrooke’un benzettiği ve mukayese yaptığı Malezya’ya benziyor ne de bir batılı ülkeye. Model aldığı Fransa’ya bile benzemekten fersah fersah uzak. Graham Fuller’in de dediği gibi Türkiye Fransa’yı örnek aldı ama boynuz kulağı geçti. Türkiye, laiklik uygulamalarındaki sertliğiyle Fransa’yı bile geride bırakıyor. Sözgelimi bu ülkede orta ve lise seviyesinde uygulanan yasak Türkiye’de bütün seviyelerde tatbik ediliyor. Dolayısıyla kopya olsa da bir şarkı sözünde olduğu gibidir: “Bir başkadır benim memleketim...”

Holbrooke’dan sonra Malezya ile Türkiye arasında benzer ve zıt noktaların çetelesi çıkarılmaya başlandı. Türkiye ile Malezya modelleri gerçekten de birbirinden çok farklı. Türkiye Fransa’yı da sollayan aşırı laik bir ülke. Tam tezad farklardan birisi Malezya’da üniversitede başörtüsü zorunli iken Türkiye’de yasak. Birincisinde açmak, diğerinde ise kapamak zorunlu. Dolayısıyla bu iki model birbirinden çok farklı. Birisi aşırı laik diğeri ise ne laik, ne de tam şer’i bir devlet. O da nevi şahsına münhasır ama yine de bizden farklı. Malezya’da laiklik ve İslâmi devlet tartışmaları yıllardır devam ediyor. Ülkenin ilk başbakanı Tunku Abdurrahman’ın, 1980’lerde yaptığı bir açıklamada, “İslâmi devlet isteği boş bir hayaldir. Malezya gibi çok etnik gruplu ve çok dinli bir ülkede İslâmî devletin yeri yoktur” demesi ve 1988’deki bir mahkeme kararıyla ülkenin “teokratik” yapıda olmadığının belirtilmesi de tartışmalara nokta koymaya yetmedi. Şeriat ve laiklik tartışmaları, Başbakan Yardımcısı Necib Rezak’ın geçen ay Malezya’nın laik değil, İslâmi bir devlet olduğunu söylemesiyle yeniden alevlendi.

***

Milliyet gazetesinin de araştırmasının ortaya koyduğu gibi, ABD’nin eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke’un, Amerikan PBS televizyon kanalına verdiği röportajda, “ılımlı İslâm demokrasisi” tanımlamasıyla aynı kategoride gösterdiği Türkiye ile Malezya arasında benzerliklerden çok farklılıkların olduğu görülüyor. Öncelikle Malezya, İslâmın anayasasında resmi din olarak yer aldığı, Sultan’ın aynı zamanda dini lider olduğu, sivil mahkemelerin yanı sıra şeriat mahkemelerinin de hukuk sistemi içinde yer aldığı anayasal monarşiyle yönetiliyor.

Bütün Malaylar “Müslüman” olarak tanımlanıyor ve bu gruba kamu görevleri, iş dünyası ve eğitim alanında birçok ayrıcalık tanınıyor. Malaylar din değiştirmeleri halinde bu ayrıcalıklarını kaybediyor. Müslüman Malezyalıların aile ve dini dâvâlarına şeriat mahkemeleri bakıyor. Bu mahkemelerin kararı için sivil mahkemelerde temyize gidilemiyor.

Türkiye şarkta Malezya’ya benzemediği gibi garpta da herhangi bir ülkeye benzemiyor. Bu nev-i şahsına münhasır benzersizliği 1990 yılından beri Berlin’de yaşayan yazar Zafer Şenocak, Frankfurter Rundschau gazetesine analiz etmiş. Zafer Şenocak’a göre Türkiye’nin katı laikliği ile karşılaştırıldığında Almanya adeta din devleti gibi duruyor. Dini konularda Alman modeliyle Türk modelinin ikizleştirilmesinden çıkan sonuç şu: ‘’Türk sistemiyle mukayese edildiği zaman, Almanya neredeyse bir din devleti. Kilise vergisi gibi bir şey Türkiye’de düşünülemez. Ayrıca Almanya’da devlet dinlere karşı tarafsız değil (bu bağlamda Milliyet’in analizindeki gibi Almanya Malezya’ya benziyor). Müslümanları, devlet tarafından yönetilen bir din işleri dairesi kontrol ediyor. Diğer dinlere de çok sayıda kısıtlama getiriliyor, misyonerlik (davet ve tebliğ faaliyetleri) zorlaşıyor, hatta imkânsız hale geliyor. Bu sistemin reforma ihtiyacı var. Hatta şu sıralar, İslâmiyete karşı cephe olarak kullanılıyor.’’ Birçok kişinin Türkiye’de ‘’ılımlı bir İslâm’’ın varlığından söz ettiğine dikkati çeken Şenocak, demokrasiyle açık bir toplumu ve liberal düşüncelerle dini inançları birbiriyle bağdaştıran ‘’modern bir İslâm’’dan söz edilmesinin daha doğru olacağını ileri sürüyor.

Türkiye’de şeriat ve dini bir devlet isteyenlerin sayısının gittikçe azaldığını ileri süren Şenocak, ‘’Türkiye’deki İslâm, özellikle toplumda gittikçe daha yoğun şekilde temsil edilen kadınlar sayesinde modernliğe ulaştı’’ görüşünü serdediyor. Demek ki modernizmin dönüştürücülüğü kadın üzerinden sağlanıyor. Ankara’da 1961 yılında doğan Zafer Şenocak, 1970 yılında ailesiyle birlikte gittiği Münih kentinde Alman edebiyatı, felsefe ve siyaset bilimi üzerine eğitim görmüş. Şenocak, 1990 yılından bu yana Berlin’de yaşıyor.

Mukayese ile neyin ne olduğu veya olmadığı ortaya çıkmış oluyor. Faslı AKP’liler iktidara gelme hususunda Türkiye’deki isimdaşlarına gıbta ile bakarken Türkiye’deki başörtüsü mağdurları da Malezya’ya hatta Fas’a aynı gıbta ile bakıyorlar. Demek ki kimlik farklılığına rağmen birbirine benzeyen model Almanya ile Malezya. Türkiye ise ferdi ferid makamında. Söylendiği gibi, türünün tek örneği.

08.08.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri