Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Bilime katkımız niçin yok?



Dünya çapında yapılan bir araştırma raporunda, son 25 yıllık ilmî gelişmeye Türkiye'nin yüzde 1'lik bir katkısının dahi bulunmadığı ifade ediliyor. (TÜBİTAK; Türkiye Bilimsel Yayın Göstergeleri)

İlim/bilim sahasında gelişme kaydedecek olan kurum ve kuruluşların başında, şüphesiz ki okullar, üniversiteler gelir.

Ee, buralarda da tam 25 senedir yasaklar kaskatı şekilde uygulandığından, dünya çapındaki ilmî gelişmelerin uzağında kalmamız gayet normal sayılır.

Eminiz ki, bilime değil de "yasaklara katkı" konusunda bir araştırma yapılmış olsaydı, Türkiye dünyanın birincisi olurdu.

Yani, kendimizi o kadar gerilerde görüp de eziklik kompleksine girmeyelim.

Evet, övünmek gibi olmasın ama, bazı konularda dünya birincisiyizdir.

Siz bakmayın bize ödül–mödül verilmediğine.

Başarımızı çekemiyorlar; açıkça kıskanıyorlar bizi.

Boşuna söylenmiyor "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur" diye...

Final: Bize herkes düşman gibi bakıyor sanki...

Acaba vehim mi, kuruntu mu, yani sanal mı bu?

Evet, sahi değil sanal...

Ama, sahi olan şudur ki: Biz bize daha çok düşmanız ve kimse yapmaz/yapamaz bizim bize yaptığımızı.

Onun için, hayal ve hamaseti bırakalım da, merdane şekilde hakikatin özüne, yüzüne doğru bakalım.

DİKKAT

Hile ve hilebazlar

Ajans haberlerine göre, Jandarma Hastanesinde beş doktor tarafından muayene edilen DTP Genel Başkanı Demirtaş "sağlıklı" bulunmuş.

Yani, çürük raporuna rağmen "askerliğe elverişli" çıkmış.

Buna göre, çürük raporunun sahte olduğuna hükmedilecek.

Demirtaş için görünen yol haritası şudur: "Askerlikten kurtulmak amacıyla hile yapmak" suçuyla önce muhakeme edilecek, ardından da askere yollanıp silâh altına alınacak.

Ancak, önemli bir nokta var ki, hâlâ karanlıkta.

O da şudur: Demirtaş, tek başına böyle bir hileyi yapamaz.

Ortakları, iştirakçileri mutlaka vardır.

Evet, hile ile rapor alan bir hilekâr varsa, ona bu raporu veren, onaylayan ayrı bir hilekâr daha vardır.

Bu iş, tıpkı rüşvet olayı gibidir: Alan varsa, mutlaka veren de var.

Dolayısıyla, yapılacak olan tek taraflı bir muhakemenin âdil olacağına inanamıyoruz.

GÜNÜN TARİHİ 27 Aralık 1928

Osmanlıca tabelaya ağır cezalar

Aralık ayı başında getirilen kànunî mecburiyet gerekçesiyle, eski harflerle (Osmanlıca) yazılı tabelalarını değiştirmeyen dükkân ve mağaza sahiplerine cezaî müeyyide uygulanmaya başlandı.

İlk uygulama, İstanbul Belediyesi tarafından gerçekleştirildi.

O tarihte, belediyelere bu tarz yetkiler verilmişti. Böylelikle, halka hizmet vermesi gereken bu kurumlar, maalesef resmî ideolojinin âleti olup halkın mânevî ve kültürel değerleriyle mücadele eden kurumlara dönüştürülmüşlerdi.

Hürriyet ve demokrasinin tümüyle dışlanmış olduğu 1928'ler Türkiye'sinde, CHP tekelindeki Millet Meclisinde 1 Kasım günkü oturumda Latin harfleri kabul edilmiş, 1 Aralık'ta da bu harfleri her sahada kullanmanın mecburi, Osmanlıcanın ise aynı paralelde yasak olduğu şartı konulmuştu. Bu tarihten itibaren, halkın yüzde 99'u cahil sınıfına düştüğü gibi, milyarlarca eseri barındıran kadim kütüphaneler de birer "tarih mezarlığı"na dönüştü.

Bu durumda, başkaca söz söylemeye hacet yok.

Aradan geçen zaman içinde, bu tür bir dayatmanın, insanî, vicdanî, millî ve medenî değerlerle ne ölçüde bağdaşıp bağdaşmadığı ise, milletin ekseriyeti tarafından herhalde anlaşılmıştır kanaatindeyiz.

Türk harfleri mi, yoksa Latince mi?

Latin harflerinin Meclis kararıyla kabul edilişini manşetten haber yapan Cumhuriyet gazetesi, ilk bir ay boyunca Latince–Osmanlıca neşriyatta bulundu. 1 Kasım 1928'den itibaren ise, tümüyle Latinceye dönüş yaptı.

Zira, o tarihte Osmanlıca alfabe ve rakamlara kesin bir dille yasak getirildi. Nitekim, kısa bir süre sonra eski tabelasını değiştirmeyen dükkân ve mağaza sahiplerine ağır cezalar kesildi.

Burada dikkate değer bir başka nokta şudur:

Ecdat yadigârı ve bin yıllık kültür mirası olan Osmanlıca yazısının yasaklanıp Latince mecburiyetinin getirildiği bu ecnebi uygulamaya "yeni Türk alfabesi" ismi verildi... Oysa, bu yeni harflerin ne Türkçe ile ne de Türklükle bir alâkası vardı. Bu yeni harfler, adıyla sanıyla Latinceydi.

Latincenin mecburi kılınması ayrı bir tartışma konusu iken, Osmanlıcanın, dolayısıyla Kur'ân lisanı da olan Arapçanın yasaklanması hadisesi ise, yakın tarihimizin en garabetli bir sayfası, yahut safhası olsa gerektir.

27.12.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (26.12.2007) - Kundaklama terörü

  (25.12.2007) - Menemen salvoları

  (24.12.2007) - Kurban kesmek; boğa öldürmek

  (22.12.2007) - Yabancılarla mülk mübadelesi

  (21.12.2007) - Terörü besleyen ana damarlar

  (19.12.2007) - Eşref Edib'in 'Said Nursî' makalesi (4)

  (18.12.2007) - Bir Kandil yakmak

  (17.12.2007) - Susurluk'tan Şemdinli'ye

  (14.12.2007) - E–Sigara

  (13.12.2007) - Hürriyet, adalet, müsavat, uhuvvet

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri