"Gerçekten" haber verir 08 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hakan YALMAN

Ramazan ve tevhid



B

u gün insanlık, ayrışmaların ortadan kalktığı ve yeryüzünün komşuluk ilişkilerinin en üst düzeyde olduğu bir noktaya gelmiştir. Tevhid dini olan İslâm’ın sosyal yansıması da aslında dünya genelinde birlik ruhuna vesile olacak bir yapısı vardır. Ramazan ayı bu yönü ile dünya geneline mal edilmeli ve her Ramazan dünya barışına vurgunun arttığı bir dönem olarak değerlendirilmelidir. Artık ‘Haçlı Seferleri’ mantığı ile dinin siyasî bir yapı gibi ele alındığı yaklaşım ortadan kalkmaktadır ve kalkmalıdır. Bu yaklaşımın öncüsü ve yönlendiricisi de tevhid dini olan İslâm olmalıdır.

Dinin siyasî bir yapı şeklinde ele alınması ve insanların gruplaşma ya da kimlik oluşturma vesilesi olarak kullanılması belki hayata en mahzurlu şekilde yansıtılması anlamına gelecektir. Dine zarar gelmesi gibi bir risk varsa o da ancak bu noktada yaşanabilir. “Dine zarar gelmesin, ne olursa olsun” düşüncesinde olanlar bu düşüncelerinde samimî iseler onu belirli bir topluluğun ya da coğrafi bölgenin malıymış gibi ele almamalıdırlar.

Farklılaşma yaşadığımız âlemin fıtrî bir sürecidir. Vücut bulan her şeyde bir farklılaşma ve kimlik oluşturma süreci gözlenmektedir. Bu canlı ve cansız bütün varlıklarda konumuyla bağlantılı bir şekilde hep vardır. Bütün varlıklar, fıtrî olarak bu farklılaşma sürecinin ardından bütünleşme ve organizasyon süreci yaşarlar. Mülk boyutunda, kâinatın yaratılışı, gezegenler ve ve yıldızlarla galaksilerin oluşumu, dünyanın oluşumu ve dünyadaki bütün canlı bedenlerin vücuda gelmesi hep farklılaşmayı takip eden bütünleşmeler ve organize oluşlar şeklinde yaratılmaktadır. Dünya coğrafyasını oluşturan farklı ırklar, kültürler, millî kimlikler, coğrafyalar ve dinler bu farklılaşma sürecinin sosyal hayata yansıması olmalıdır. Aynı şekilde bu günlerde dünya gündeminin başlarında yer alan Avrupa Birliği ve küreselleşme gibi olaylar sosyal hayatta artık farklılaşma sürecinin yerini organize olma ve bütünleşme sürecine bıraktığının işaretleri olmalıdır.

Farklılaşma aslında bir tür kimlik oluşturmadır. Kimliğini sağlam bir şekilde oluşturmuş ve özgüven kazanmış fertler diyalog ve bütünleşmeye karşı olmayan, hatta bilâkis taraftar olan bir tavır sergilerken, kimliğini netleştiremeyen her unsur diyaloglara kapalı, muhafazacı ve marjinalleme eğiliminde bir tavır ortaya koyar. Diğer unsurlarla bir araya gelince kendi kimliğinin zarar göreceği veya kaybolacağı endişesi ile içe kapanmış ve kendi içinde tanımlanmış bir kimlik oluşturma eğilimindedir. Bu halin psikodinamik alt yapısını güvensizlik, kendinden emin olamama, benliğini zayıf görme gibi haller oluşturuyor olmalıdır. Oysa iyi tanımlanmış kimlikler bir bütünün ve organizasyonun parçası olmaya aday ve kendi kimlikleri ile bütünün içinde yer alabilecek kadar kimliklerini netleştirmiş, kaybolma, bütün içinde yok olma endişesi taşımayan bir haldedirler. Kısacası, kimliğini iyi ve sağlıklı tanımlamış her unsur artık diyalog ve bütünleşme şeklindeki fıtrî sürece adaydır. Bundan sonra, kaybolma ve yok olma endişeleri ile kendi alanını iyice belirginleştiren ve içe kapanan bir sürece girme ihtiyacı hissetmez, sağlam bir benlik oluşturmanın verdiği emniyet hali vardır.

Ülkemizde özellikle ırk ve din anlamında farklı kimlik sahibi unsurların bu güne kadar farklılaşma sürecini yaşadıkları gözlenmektedir. Bu bir anlamda farklı kimliklerinin netleştirilmesi ve belirginleştirilmesi sürecidir. Bu süreç ihtiraslar, ben-merkezli, kuşatıcı ve emperyalist arzulardan uzak tutulduğu sürece birlik ve bütünlük açısından olumlu bir gelişme olmalıdır. Kendinden emin kimlikler esnek ve tahammüllü, diğer kimliklerle organize olabilme kabiliyeti de artmış bir yapı sergilerler. Her türlü diyaloğa, kimlik tanımları ile uyumlu her bütünleşmeye açıktırlar. Bu anlamda ülkede oluşan farklı ve zengin kültür mozayiğinin her unsuru artık farklılaşma ve kimlik oluşturma sürecini tamamlamış olmalıdır. Bundan sonra diğerlerini de kendine benzetmek yerine onları da kendi kimlik ve farklılıkları ile kabul edip bir organizasyon ve bütün oluşturma süreci başlamalıdır. Bunun aksi yöndeki tavır ve arayışlar fıtrî sürece uymamaları sebebiyle kaybolma ve yok olma tehlikesi ile karşı karşıya geleceklerdir.

Bu ülkenin farklılıkları ve sosyal mozayiği içinde önemli bir yer tutan İslâmî gruplar ve onların içinde hayati bir konumda bulunan Nur talebeleri de bu gidişi okumalı ve bu güne kadar oluşturmaya çalıştıkları alt kimlikleri netleştirdiklerini ya da netleştirmiş olmaları gerektiğini düşünmelidirler. Âlemin fıtrat lisanı artık bütünleşme, organize olma ve kimliğini muhafaza ile bütün içinde yer alma sürecini başladığını ortaya koymaktadır. Kâinat kitabında bu fıtrî lisanı okuyamayıp kapanarak ve diyalogları keserek kendilerini muhafazaya çalışanlar fıtrî işleyişin güçlü çarkları arasında ezilme ve bilâkis yok olma süreci ile yüz yüze geleceklerdir. Günümüzde ittihad-ı İslâm, ittihad-ı insan şeklini alma istidadında ortaya çıkmış gibidir. Artık kimlik oluşturma ve netleştirme yolundaki çatışmaların ve savaşların yerini insanlık zemininde diyaloglar ve her kimliğin kendi özellikleri ile bütünleştiği organizasyonlar yer almalıdır. Gelecek zamanın da bu yönde şekilleneceğine dair pek çok emare ortaya çıkmıştır. Kâinat kitabını ve fıtrat lisanını okuma dersi almış Nur talebeleri bu durumu okumalı ve bu bütünleşme sürecinin merkezden çevreye doğru yayılımında öncü olmalıdır. Nur talebeliği anlamında da farklı kimlikler artık netleşmiş gibidir. Bundan sonrası bu farklı kimliklerin muhafaza edildiği ve her farklı unsurun kendi özellikleri ile bütüne katkı sağladığı esneklik, tahammül ve hoşgörü içinde organize olma zamanıdır. Hatta farklılıkların bir bedene dönüştürülmesi ile güzelleşmesi adeta organların beden mükemmelliğine ve bütünlüğüne dönüştürülmesi vakti gelmiştir.

Bu anlamda hangi gruptan ve dinî inanıştan gelirse gelsin kişileri Âlemlerin Rabbı’na yöneltme eğiliminde olan yaklaşımlar genel anlamdaki din tanımına ve maneviyata hizmet edecek ve insanlığın en temel problemi olan sebeplere ve maddeye tapmaktan kurtaracaktır. Dinin elden gideceği tasası ile maddî âlemi şekillendirme ve birilerine hayat hakkı tanımama arzusu ancak aşırı sebepçilik ile kendini de bir sebep olarak çok ön plana çıkarıp dinin de himayecisi olduğu zannından ya da vehminden kaynaklanıyor olmalıdır.

Güneşin doğacağından emin olduğumuz gibi Âlemlerin Rabbı’nı da nurunu tamamlayacağından şüphemiz olmamalıdır. Birilerinin ellerindeki yırtık bez parçasını güneşin önüne perde yapacağından tasa etmek ve bunun da güneşin doğmasını engelleyeceğini düşünmek ancak güneşi hakkıyla tanımamanın bir sonucu olabilir.

Ramazan ruhu birlik ruhudur. Mânâ âleminden gelen nuranî esintiler inansın ya da inanmasın herkesi tesiri altına almaktadır. Bu manevî atmosferin oluşturduğu kalplerdeki yumuşaklık dünya genelinde farklı bir tevhid algısına zemin hazırlayabilir. Bu sebeple dönemin vurgulanması gereken temel hakikati insanlık olmalıdır. İnsanlık vurgusu bütün toplulukların ortak noktası olacaktır. Bu büyük çoğunluğunun bir semavî dinle kalp bağı olduğunu bildiğimiz dünyada farklı din müntesiplerinin aynen Mi’rac’ta peygamberlerinin buluşması gibi buluşmasının zemini olacaktır. Bu buluşma aynı Rabb’in kulları olmak duygusunu ön plana çıkaracak ve belkide diğer bütün mensubiyetlerin üstünde olan bu duyguya vurgu yapıldığında ayrışmalar ve ayrılıklar ortadan kalkacak dünya bütün dinlerin barışa vesile olduğu küresel bir köyde huzur dolu komşulukların vesilesi olacaktır. Ramazanlar artık dünya genelinde tevhid hakikatini yaşatacak dönemler olarak düşünülmeli ve genel vurgu insanlık olmalıdır. Kalplerin yumuşadığı bu manevî atmosferde yapılacak tevhid duâları hem daha samimî olacak hem de çok daha rahat karşılık bulacaktır.

08.09.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.09.2008) - Duyguların derinliğinde bir iz: Oruç

  (25.08.2008) - Kalbin yeri ve kötülüler

  (19.08.2008) - Suçluluk duygusu ve Berat

  (11.08.2008) - Dünyada barışın formülü: İnsanî tevhid algısı

  (28.07.2008) - Ticaret ve doğruluk

  (21.07.2008) - ‘Ümitvar olunuz’

  (14.07.2008) - Korkularımızın kaynağı güvensizlik ve yalnızlıktır

  (07.07.2008) - Küresel bir dünyada saadet asrı

  (30.06.2008) - Tevhid asrı

  (23.06.2008) - Gençlik ve dünyada nur dâvâsı

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır