03 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Yeni Asyadan Size

Kırkpınarlı Hasan’ı da uğurladık


A+ | A-

70’li ve 80’lı yıllarda Yeni Asya’ya renk katan ve meraklılarınca heyecanla takip edilen Koca Yusuf’'lu, Çolak Mü’min’li, Kurtdereli Mehmet’li pehlivan tefrikalarının “Kırpınarlı Hasan” mahlâslı yazarıydı Hasan Aktunç.

Bu yönüyle, 40 yıllık okuru olduğu Yeni Asya’ya, hiçbir karşılık beklemeden “yazar” olarak da katkıda bulunan isimsiz kahramanlardandı.

Ayrıca bir dönem gönüllü olarak gazetemizin Balıkesir temsilciliğini deruhte etmişti.

Bu örnek gayret ve fedakârlığının temelinde ise, hep ihlâs, istikamet, sebat ve fedakârlık esasları üzerine yürümüş sağlam bir Nur talebesi olma özelliği yatıyordu.

Aynı zamanda, 1971 muhtırasından sonra rahmetli Bekir Berk’le beraber Balıkesir’de bir nur sohbetindeyken derdest edilip dillere destan İzmir Sıkıyönetim Mahkemesinde yargılanan kahramanlardandı.

Aktunç, bu yılın 9 Şubat’ında bu köşede çıkan ve “Dile kolay. Yarım asra yakındır inancından en ufak bir taviz vermeden yoluna şuurla devam eden bir cerîde: Yeni Asya. Kur’ân’dan, Sünnetten, İslâmdan, Risale-i Nur’dan, Üstaddan bahseden tek bir gazete yok idi memleketimizde. Böyle bir gazeteye bütün Nur talebeleri hasretti” diye başladığı yazısını, “Allah’a şükür, kırk yıldır hiç aksatmadan Yeni Asya’yı okuyoruz ve son nefesimize kadar da okuyacağız” diye bitirmişti.

Öyle de yaptı. Risale-i Nur ve Yeni Asya ile Kur’ân hizmetine adadığı 80 yıllık ömrünü, aynı şuur ve anlayışla, mübarek Üç Aylardan Şaban-ı Şerifin 9. günü başlarken, Berat Kandiline altı gün kala, sabah namazını kıldıktan hemen sonra tamamlayarak, berzah âlemine göçtü.

Ruhu şad, mekânı Cennet olsun. Aile efradının ve Nur camiasının başı sağ olsun. Allah hepimizi Cennetinde buluştursun.

***

Ramazan hazırlıklarımız devam ederken, geçen hafta sonundaki mevlid vesilesiyle Van'da da Ramazan seti gündemli bir toplantı yaptık.

Adıyaman, Birecik, Malatya, Erciş, Patnos, Hatay, Ağrı, Erzurum, Bayburt, Muş, Iğdır, Diyarbakır, Batman, Gaziantep, Cizre, Siirt, Erzinan, Bingöl ve Şanlıurfa’dan temsilcilerimizin katıldığı toplantıda kampanya hakkında bilgi verildi, görüş teatisinde bulunuldu, teklif ve taahhütler alındı. İnşaallah neticelerinin de güzel olacağına inanıyoruz.

***

Bu arada, Ramazan setini oluşturan kitapların dağıtımına başlandı. Şu âna kadar Türkiye geneline 3 kitaptan 105 bin adet dağıtıldı ve taleplere göre gönderme işlemleri devam ediyor. Hafta içinde sevklerin bitmesini planlıyoruz. Fazla talepte bulunan bölgelerin gazetelerine dair düzenlemeleri de 15 Ağustos’tan itibaren planlayacağız. Kampanyaya ilişkin bilgileri Abone ve Dağıtım Servisimizin aşağıdaki telefonlarından alabilirsiniz:

0 212 630 48 35

0 532 267 27 72

0 535 941 80 46

***

Ramazan seti kampanyamızla ilgili anonslara da hafta içinde başlayacağız. Yani, geri sayım hızlanıyor. Bu vesileyle, kampanya için çalışan temsilci ve okurlarımıza, geçen hafta yaptığımız çağrıyı tekrarlıyor; çalışmaları hakkında bizi bilgilendirmelerini bekliyoruz. Bildirin ki, bu köşede yayınlayalım, şevke medar olsun.

***

Bir grup gönüllü genç arkadaşımızın emeğiyle hazırlanan ve sessiz sedasız yayına giren “Bilişim-Teknoloji” sayfası, günümüzün en popüler alanlarından biri olan bir konuda bilgilendirici ve aydınlatıcı muhtevası ile, meraklıları tarafından ilgiyle takip edilmeye değer bir sayfa. İnternet ortamındaki Risale-i Nur ve Cevşen sitelerinin de tanıtıldığı sayfaya emek veren arkadaşlarımıza, gecikmeli de olsa takdir ve teşekkürlerimizi ifade ediyor, sebat ve istikamet üzere devamlarını diliyoruz.

03.08.2009

E-Posta: [email protected]



H. İbrahim CAN

Sözünü tutmayan Rasmussen göreve başlarken


A+ | A-

Türkiye’nin karşı çıktığı, sonunda Obama’nın ülkemize bazı tavizler verilmesini garanti etmesiyle kabul ettiği Rasmussen, NATO genel sekreterliği görevine başladı.

Özellikle Peygamberimize (asm) hakaret içeren karikatürlere, özgürlükleri koruma bahanesiyle sahip çıkan, Roj TV’yi kapatmaya yanaşmayan Rasmussen’in bundan sonra ne tür bir politika izleyeceğini göreceğiz.

Merkez sağcı Liberal Parti lideri olarak kazandığı 2001 seçimlerinden itibaren Danimarka başbakanlığı yapan Anders Fogh Rasmussen, aslında tam bir liberal. Sosyal Devletten Minimal Devlete adlı kitabında vergilerin azaltılmasını, toplumsal hayata devletin daha az müdahalesini savunuyor. Homoseksüel evlilikleri savunuyor. Irak’ta Amerikalılara iyi bir müttefik olan Rasmussen, ülkesindeki yoğun tepkiler üzerine 2007 yılında askerlerini Irak’tan çekti. Ama hâlen az sayıda askeri Afganistan’da savaşıyor.

Bu geçmişi onu iyi bir genel sekreter yapar mı?

İlk açıklamalarında Afganistan’da silâh bırakan “ılımlı” Taliban güçleriyle müzakerelerin başlatılması gerektiğini, NATO’nun müdahalesinin başarıdan çok uzak olduğunu söyledi ve Amerika’nın politikasına uygun olarak NATO üyelerinden daha fazla asker ve maddî destek istedi. İslâm dünyası ile de işbirliğine gideceğini tekrarladı.

Peki Türkiye’ye verilen sözler ne oldu?

Adaylığına koyduğu çekinceyi kaldırmak için Türkiye’nin dört şartı vardı ve bunların kabul edildiği açıklanmıştı:

1-NATO Genel Sekreter Yardımcısının bir Türk olması. Mevcut altı yardımcılık kadrosuna yedincisi ilave edildi. Ancak henüz buraya bir Türk atanmadı.

2-NATO’nun Afganistan özel temsilcisinin Türk olması: Bilindiği üzere eski Dışişleri Bakanlarından Hikmet Çetin, NATO Afganistan Kıdemli Sivil Temsilciliği görevini zaten 2004’ten beri yürütüyor. Askerî temsilcilik ise dönemsel olarak belirleniyor.

3- Rasmussen’in Müslümanlardan karikatür krizi sebebiyle özür dilemesi: Rasmussen hepimizin gözüne bakarak bu konuda özür dilemedi.

4- Roj TV’yi kapatma: Rasmussen’in özel kalem müdürlüğü görevine getirilen Jesper Vahr, hâlen yürütülen soruşturma sonucunda savcılığın öngörmesi halinde Roj TV’ye bir ceza uygulanacağını söyledi. Yani Roj TV’nin kapatılması söz konusu değil.

Verilen sözlere ve yapılanlara bakılırsa, Rasmussen’in NATO genel sekreterliği görevine atanması için, Türkiye’ye verilen sözlerin en önemlileri yerine getirilmedi. Bu sözlerin bundan sonra tutulacağını –genel sekreter yardımcılığı hariç- beklemek pek mantıklı olmaz.

Buna göre; Rasmussen istediğini aldı. Bundan sonraki politikalarında ise, –asker desteği açısından NATO’nun en verimli ve güvenilir üyesi olması sebebiyle Türkiye’ye her zaman önem vereceği kesin– ABD-İngiltere çizgisinin pek dışına çıkmayacağını düşünüyoruz.

Yani Rasmussen’in gelişinin ülkemiz açısından getirdiği bir olumlu sonuç olmayacak. Temennimiz hiç değilse Afganistan’da sözünü ettiği müzakere sürecini başlatarak savaşın bir an önce sona erdirilmesine katkı sağlamasıdır.

03.08.2009

E-Posta: [email protected]



Cevher İLHAN

Honduras’tan Çin’e uzanan CIA parmağı (2)


A+ | A-

Çin’in öteden beri Doğu Türkistan’da uyguladığı zulme tepki bir iki “kınama” sözünün ötesine geçmedi. Hükûmetin birtek “Çin mallarını boykot”uyla kalıp onu da sivil kuruluşlara havalesiyle kalan tavrı da oldukça ilginç…

Oysa dev nüfusu ve ekonomisiyle ABD’yi korkutan Çin mallarını boykot yerine Ankara’nın Pekin’e kararlı ve usta diplomasiyle büyük bir oyunla karşı karşıya olduğuna ikna etmesi gerekiyor.

Sanayi Bakanı Nihat Ergün’ün “önce Çin’i boykot”tan bahsetmesinden yarım saat sonra Bakan müşavirinin bu çağrıyı “kişisel bir görüş” olarak niteleyerek “hükûmeti bağlamadığı” düzeltmesi, hükûmetin bu hususta da günübirlik sathî politikalar içinde olduğunu ele veriyor.

Çünkü Çin’le 12.6 milyar dolara çıkan Türkiye ile arasındaki dış ticareti baltalayacak ve yığınla elinde, deposunda Çin malı bulunan esnafa ve dolayısıyla Türk ekonomisine zarar vermeyecek mi?

Diğer yandan mâlum medyanın telkiniyle “one minute” denemesine kalkışan Başbakan’ın sözünün arkasını getirmemesi ve Çin’e yönelik tepkilerin birden kesilmesi de, siyasî iktidarın bu konudaki hazırlıksızlığını su yüzüne çıkarmakta.

Keza Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Çin Dışişleri Bakanı Yang Jiechi’ye telefonda birbuçuk saat boyunca Erdoğan’ın “soykırım gibi” sözünü “tashihe” çalışması, Ankara’nın dikkatlice adım atması ve attığı adımın arkasında kararlılıkla durmasının ve izzetli diplomatik tavrının önemini ortaya koyuyor.

OLAYLARIN ARKASINDAKİ SORULAR

Sahi, Tunca Arslan’ın yazdığına göre, Macar Yahudisi Amerikalı dolar spekülatörü George Soros’un Açık Radyo’sunun (Radio Free Europe) yaptığı kışkırtıcı yayınların buradaki rolü nedir? Neo-con national kuruluşların Uygur-Amerikan Derneğine trilyonlara varan “dolar yardımı”nda bulunması, Orta Asya ve Uzakdoğu’daki ülkeleri ifsad ve kaosa sürüklemek için, “yerli” muhalif örgütlere verilen eğitim ve malî desteğin bir parçası mı?

Olayların arkasındaki bütün bu soruların da cevaplanması gerekiyor…

ANKARA, PEKİN’İ UYARMALI…

Yanıbaşımızdaki Irak’ta olup bitenlere kayıtsız kalan medyanın meseleye bir tek “Çin mallarını boykot”u sivil kuruluşlara havalesiyle kalan tavrı da oldukça ilginç. Irak’ta iki milyon insanı katleden ABD’nin Çin’de “insan hakları” avukatı kesilmesi ise hiç inandırıcı değil…

Ankara, olayların çıkışı ve sonrasındaki gelişmeleri dikkatle tâkip edip bunun arka plânındaki tahrik ve komployu iyice hesaplayarak Pekin’i uyarmalı. Asya’nın iki ucunda yer yalan Çin’le Türkiye’nin düşmanlığının hiçbir ülkenin yararına olmayacağını anlatmalı.

En önemlisi, Sincan Uygur Özerk Bölgesinin istikrarının ve Müslüman halkın huzur ve güvenliğinin sağlanması zarûretinin öncelikli görevi olduğunu bildirmeli. İki ülke ilişkilerinin Washington’un, Londra’nın, Telaviv’in çıkar politikalarına kurban edilmemeli…

Çin hapishanelerinde 68 bin Müslüman Uygur Türkü işkence altında. Başta Türkiye olmak üzere İslâm dünyasının ve insanlığın bu trajediyi durdurması gerekiyor.

Türkiye Çin’le ilişkilerini sıcak tutarak bu vahşet ve trajediye son verilmesini sağlamalı.

Hegemonya ve çıkar hesâbına, Müslüman Uygurlara karşı tutumunun sonunda ayağına dolanacağını bilmeli.

Aksi halde, bütün dünyayı tehdit edip kasıp kavuran ABD küresel çıkar ve ifsad politikalarının insanlığın nefretini kazanmakla bir gün Amerika’yı batıracağı akıbetten sakınmalı…

Zulüm ve vahşetten hiçbir millet ve devlet âbâd olmamıştır; bunu bilmeli. Ankara, geniş bir diyalogla, usta ve kararlı diplomasi ile âcilen Pekin’e bildirmeli…

NOT: Kısa bir “izin” için, izninizle…

03.08.2009

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Dumanını yel, parasını el alır


A+ | A-

Kasamda bir sigara paketi, nerden gelmiş, kim unutmuş, bilmiyorum.

Ambalajına bir etiket iliştirilmiş: “Sigara içmek öldürür.”

Ne ürkütücü…

Madem “öldürür”, neden üretimine, satışına müsaade edilir?

Akıl sır ermez. Paketten itina ile bir tane çıkarıyorum. Ucu sarı, gövdesi beyaz, şekli silindir.

Ellerimle yokluyor, parmaklarımın arasında dolaştırıyor, ağzıma götürüyorum, sessiz, sakin.

Biraz zorlasam, elimde kalacak, zayıf, narin.

Yüz milyonlarca insanı kendisine bağlayan, esir alan, hasta eden, öldüren bu parmak kadar nesne mi?

Dünya üzerinde hiçbir uyuşturucu ve keyif maddesi tütün kadar geniş kitlelere egemen olamamış.

Ne afyon, ne eroin, ne de içki...

Eline su dökemez. Hakkını teslim edelim, çok adil.

Irk, dil, din, cinsiyet, yaş, sınıf ayırımı yapmıyor, herkese kucak açıyor. Kim yaklaşırsa dostluk elini uzatıyor, bir daha hiç bırakmıyor. Merak, özenti, büyük görünmek gibi saiklerle birkaç nefes çekeni oracıkta köleleştiriyor.

Esasında ilk tanışmada hiç de hoş bir intiba uyandırmıyor. Baş dönmesi, mide bulantısı...

Vücut direniyor, karşı koyuyor, çaresiz sonunda pes ediyor.

Üzüntünüzde, sevincinizde hep yanınızdadır. Onsuz bir hayat düşünülemez. Adeta eliniz kolunuzdur.

İşin tuhafı her nefeste 6 bin çeşit madde ile zehirlendiğinizi, ömrünüzün kısaldığını bildiğiniz halde vazgeçemezsiniz.

Terk etmeyi denersiniz... Sinir sisteminiz bozulur, konsantrasyonunuz kaybolur, eşinizi, dostunuzu kırar, incitirsiniz.

En yakınını kaybetmiş birinin duygusuna kapılır, mutsuz olursunuz. Dayanamaz da bir sigara yaktınız mı...

Tekrar doğmuş gibi olur, normale döner, neşeniz yerine gelir. Bırakılamaz mı?

Çok zor. Çelik iradeli nice devlet adamları, ordu komutanları, bilim adamları, yazarlar, çizerler, ünlüler, aklı başında pek çok insan...

Ve doktorlar...

Ceplerinde sigara paketleriyle bu dünyadan göçtüler. Yine de imkânsız değil. Özgürlüğüne kavuşanlar azımsanamayacak kadar çok.

Kimisi kendi iradesiyle, kimisi ağır bir ameliyattan sonra…

Umudumuzu yitirmeyelim. Deneyin, yine deneyin, yılmayın.

İngilizlerin ünlü devlet adamı Churchill, “En kolay şey sigarayı bırakmak. Ben 100 kere bıraktım” demiş. Zararın neresinden dönerseniz kâr…

Türkiye’de her 8 saniyede bir insan sigara yüzünden ölüyor. Bir de sigarayı ağzına sürmediği halde ölenler var. Pasif içiciler...

Sayıları bilinmiyor. Yakın zamana kadar, Türk halkının tamamı pasif içiciydi. Aklınıza gelen her yerde sigara içmek serbestti.

Şimdi düşünüyorum. Cinayet. Yıllarca bu cinayete nasıl göz yumuldu. Kapalı spor tesislerinde dumandan göz gözü görmez, top seçilemezdi.

Dolmuşta...Şehirler arası otobüslerde...

Hastane koridorlarında....

Çoluk çocuk az mı sigara içtik birlikte?

19 Temmuz’dan itibaren sigara, sadece evlerde ve açık yerlerde içilebiliyor.

Büyük bir adım, takdir edilmeli.

Kahvehaneler, lokantalar şikâyetçi...

Çare bulunur.

İşin ekonomik boyutuna gelince;

Türkiye, sigara tüketiminde dünyada ilk 10 ülke arasında. 20 milyon insanımız tüttürüyor.

Halkımız sigaraya 20 milyar dolar harcıyor.

Bu para çoluğun çocuğun rızkından kesilip beş büyük yabancı sigara üreticisinin cebine giriyor.

Sonra, başta kanser olmak üzere 24 çeşit hastalığa dâvetiye. Tedavi için de 7 milyar dolar sağlık harcaması yapılıyor.

Bu ne akıl almaz çelişki?

Çelişkilerin sonu gelmiyor.

Bir tarafta açlık sınırında çırpınan bir milyon insan...

Diğer tarafta dumanını yelin, parasını elin aldığı sigaraya ödenen milyar dolarlar...

Eğitim, istihdam, yatırım, bilimsel araştırmalar yerine...

Bir an önce ölmek için harcıyoruz.

Yazık. Çok yazık. Şu küçük sigara hâlâ parmaklarımın arasında… Bütün bunların müsebbibi bu mu? Kızgınlıkla parçalıyorum.

Ey tiryakiler!

Siz de deneyin, ertelemeyin. Hemen şimdi, kurtulun şu illetten. Kavuşun sağlığınıza ve özgürlüğünüze. Soluyun temiz havayı özgürce.

03.08.2009

E-Posta: [email protected]



Şükrü BULUT

Başörtüsü katili veya Merve´nin hikâyesi…


A+ | A-

Dresden Mahkemesi salonundaki cinâyetin kitle savaşlarını hazırlayacak veya tetikleyecek nitelikte olduğunu, hadiseyi tüm boyutlarıyla inceleyenler anlarlar. Almanya kamuoyunun hadiseyi büyütmemesinin pozitif yönleri olduğu kadar, negatif tarafının da olduğunu düşünürken; katilin kimler tarafından motive edildiğini, senaryonun nasıl hazırlandığını sonradan öğreneceğiz. Daha önce Türklere yönelik başlatılan saldırılarda da aynı sahneleri izlemiştik. Tetikçilerin “nazi” olarak vasıflandırılması, hatta sanal bir organizasyon olan NPD ile ilişkilendirilmesi, ister istemez Türkiye´deki fail-i meçhul cinayetleri tedaî ettiriyor. Türkiye´de ipi derin güçlerde taşeron örgütlerin yerini, Almanya´da şimdilik “aşırı sağ” veya nazi kelimeleri alıyor. Yalnız burada yaşayan Müslümanların çoğu “nazi” veya “aşırı sağ” kelimelerin Alman halkını temsil etmediğini, Almanya ile diğer İslâm ülkelerinin arasını açmak isteyen güçlerin şimdilik bu kamuflajda bulunduklarını zaman zaman ifade ediyorlar. Hatta birçok Türkiye asıllı Müslüman; Almanya ile Türkiye arasında tarihleri, misyonları ve uğradıkları haksızlıklar cihetinde parelellikler kuruyorlar. Solingen katilleri hakkında yapılmayan şeyler, Rus asıllı tetikçi Alex hakkında da yapılmayacaktır.

Hakikî Alman politikacılar, Almanya´nın geleceğini İslâm âleminde arayan idareciler ve hariciyeciler; El-Şerbinî´nin katlinin ülkenin çıkarlarına büyük zararlar verdiğini satır aralarında belirtiyorlar. Hedonist, agresif ateist ve kaosu besleyen bir kısım medyanın Karaşi ve Kahire meydanlarındaki protestoları gündeme taşıma gayretlerinin bir ahlâksızlık olduğunu da belirten bazı yetkililer, hadisenin tamamen temel insan hakkına karşı bir cinayet olduğunu ifade ediyorlar.

Başörtülü bir kadının katledilmesi; insancıl ve hürriyetçi geçinen neoliberallerin de maskesini düşürdü. Müttefikleri olan feministlerle beraber adeta “oh oldu!” diyen bu çevrelerin hadise karşısındaki tutumu, son zamanlarda liberal tutkusuyla sarhoş olanları inşaallah ayıltır. Hatta bu cinayetin başörtülülere bir tehdit olduğunu yazanlar da var. 11 Eylül´ün Avrupa üzerine boca ettiği İslâmofobi´nin devam etmesini isteyen mihraklar, Müslüman kadınları bu tehdit ile tesettürden uzaklaştırabileceklerine inanıyorlar. Gerçi Sarkozy´nin Fransa´da örgütlediği tesettür düşmanlığı, Kuzey Afrikalı Müslümanlarda karşı refleksi netice verdi. Almanya´da da en az bir bayrak kadar dalgalandırılan başörtüsünün, bu hadise ile kuvvet toplayacağını savunanlar çok.

Hürriyet adına kapalı rejim, diktatörlük ve hürriyet karşıtı idarelerle mücadele iddiasındaki neoliberallerin tesettür karşıtlığının hikmetini Musevî kökenli Köln´lü yazar Giordano ilerlemiş yaşlarında yazıyor: “Kadının açık yerlerde uygunsuz hareketini, istediği şekilde yaşamasını, toplumdaki genel serbestiyetini ve Batı toplumunun yaşam biçimini tehdit ettiğinden Avrupa´da tesettüre müsaade edilmemeli” diyor meşhur yazar. Anlaşılıyor ki, tesettür ahlâkî değerleri koruduğundan dolayı da topa tutuluyor neoliberallerce…

Son İslâm Konferansıyla birlikte İslâma ve Müslümanlara birliktelik mesajları veren Schäuble gibi politikacılar, Almanya´daki İslâm ve şeâir düşmanlığının ulaştığı boyutların toplum barışını nasıl tehdit ettiğini, bu menfur cinayetten sonra daha rahat anlatacaklardır. Mahkeme salonunda akan kanı, Alman hukukçuların en güzel biçimde temizleyeceklerine inanan Müslümanlar ise, olayın yanlış yönlere çekilmemesi için şimdilik sessiz kalmayı tercih ediyorlar. Zira sokağa sıçrayacak kıvılcımlardan yine İslâm ve Almanya aleyhinde çalışan dinsiz terörist örgütler yararlanacaklarından, hadise sadece hukukî boyutta takip ediliyor.

Soros´un desteklediği ve içinde Ralph Giordano ile Michael Spreng gibi insaniyet ve İslâmiyet karşıtlarının konuştuğu medya da Müslümanların sokaklara dökülmesini istiyor. Bu medyanın cinayeti ırkçılık boyutuna çekme gayreti de, bayatlamış teşebbüslerdendir. Ural asıllı Rus´un Merve´nin başörtüsüne ilk saldırısını cezalandıran Almanya mahkemesini de cezalandırmayı hedef alan bu cinayetle Almanya´nın töhmet altında kalacağını bilenler, çok yönlü bir hesaplaşma ile hedeflerine yürümeye çalışıyorlar. Avrupa Birliğinin, Türkiye ve Rusya ile münasebetlerini geliştirmeye çalışan Almanya´ya karşı mücadele edenlerin ne denli sistemli çalıştıklarını tam kavrayabilmesi için, bu hadiseyi geçmişteki “İslâm karşıtı” olaylarla birlikte mütaalâ etmesinde fayda var.

Bu arada, Bayan Merkel ile kadın ve aileden sorumlu bakan von den Leyen´in “Leitkultur” dedikleri hakim kültür tezleri de güme gidiyor. Millet-i hakime fikrinin günümüz Almanya´sını tam bir faşizme sürükleyeceğinden kimsenin şüphesi olmaz. Dünyanın bir köye dönüştüğü, insanlığın güzel değerleri birbiriyle paylaştığı, Hıristiyan Avrupalıların İslâmiyetteki sosyal güzelliği keşfettiği bir zamanda, eski komünist ve neoconcu kadınların “hakim kültür” diretmeleri, Almanya´nın çıkarlarına zarar verdiği gibi, günümüzdeki iç barışı da tehdit ediyor. Bedenindeki üç aylık bebeğiyle Cennete uçan Merve Şerbinî’nin, şehâdetiyle Müslüman kadınlara çok güzel kapılar açtığını, zaman içinde daha güzel müşahede edeceğiz inşaallah.

03.08.2009

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Çözmek zorundayız


A+ | A-

Adına ne denilirse denilsin, ortada bir problem var: Türkiye’nin başı, çeyrek asırdan daha fazla bir zamandır Güneydoğu bölgemizde yaşanan hadiseler sebebiyle sıkıntıda. Yaşanan sıkıntıya; Güneydoğu, terör, ya da Kürt sorunu diyebiliriz. Ya da bu şekilde isimlendirmek yerine başka bir isim de kullanabiliriz. Fakat ‘isimlerin değişmesiyle hakikatin değişmeyeceği’ni de unutamayız...

Bölgede yaşanan sıkıntılara ‘çeyrek asırlık sıkıntı’ demek de doğru olmaz. Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında başlayan ve cumhuriyetin ilânıyla artan bir sıkıntıdan bahsetmek lâzım. Okul ders kitaplarına bile konu olan ‘ayaklanma’ların, ‘kavga’ların temelinde yatan sebepleri öğrenebildik mi?

Elbette ki; yaşanan sıkıntı ve problemleri tek bir sebeple açıklamak doğru olmaz. Aynı şekilde çareyi de bir maddede özetlemek kolay değil. Fakat sebepler ne kadar çok olursa olsun, en başta ‘insana insan muamelesi yapmamak’ var. Çok özür dilerim, ama ‘insan’a ‘dışkı yediren’ bir anlayış ve uygulamadan ancak buraya gelinirdi! Şunu hatırlamak lâzım ki, ‘insana dışkı yedirme’ hadisesi bir ‘şehir efsanesi’ değildir. Geç de olsa bunu yapanlar hem Türkiye’de hem de AİHM’de mahkûm olmuşlardır. “Tamam işte. Bak yaptıkları yanlarında kâr kalmamış, adalet tecelli etmiş, ceza almışlar” diye kendimizi kandıramayız. Her ne kadar bu çirkinliğe imza atanlar hukuk önünde ceza almışlarsa da, ‘devlet adına’ hareket eden bir ‘kamu görevlisi’nin böyle bir işe tevessül edebilmiş olması başlı başına bir problemdir. Aynı şekilde, aradan yıllar geçtikten sonra kamuoyu ile paylaşılan “12 Eylül 1980 Diyarbakır Cezaevi hatıraları” da benzer uygulamaların sadece ‘bir defa’ olmadığını hatıra getiriyor.

Kamu adına hareket edenler de hata yapabilir. Önemli olan bu hatalar karşısında “Türkiye’yi idare edenler”in aldığı tavırdır. Ne yazık ki; pek çok olayda ‘suçlu’lar korunmaya çalışılmıştır. Son günlerdeki Ergenekon tartışmalarında da benzer hadiseler yaşanmıyor mu?

Kangren hâline gelen bu konu, son günlerde yeniden Türkiye’nin gündemine yerleşti. Çeşitli toplantı ve ‘kurultay’larla bu konu enine boyuna tartışılıyor. İçişleri Bakanı Beşir Atalay, “Eğer Kürt sorununu çözebilirse Türkiye gerçekten uçar” demiş. (Taraf, 2 Ağustos 2009)

Haklıdır, bu problemi halledebilirse sadece Türkiye uçmaz; ilâve olarak belki de bölge ülkeleri de uçar. Peki, ‘halletmek’ kolay mı? Elbette kolay değil, ama imkânsız da değil. Bazı siyasî partiler bu tartışmadan ‘oy’ devşirmenin peşinde. Fakat Türkiye bu meselesini mutlak surette çözmek durumunda.

“Meselenin halli için herkesin katkısını bekliyoruz” tavrı doğru bir tavırdır. Kalıcı çare için başta siyasî partiler olmak üzere herkes elindeki imkânları kullanmalı. Sivil toplum da bu çalışmalara desetek vermelidir.

Geçen hafta Yeni Asya’nın iki manşetiyle dikkat çekmeye çalıştığı ‘çözüm’ler de göz ardı edilmemeli. Gerçekten çözüm ve çare aranıyorsa bu çareler doğru yerde aranmalı. Şimdiye kadar denenen ve netice vermeyen ‘yanlış tedavi’lerle vakit harcanmamalı. Kalpleri ıslah eden çalışmalara ağırlık verilmeli vesselam...

03.08.2009

E-Posta: [email protected]



Ali FERŞADOĞLU

Müşfik bir eş seçerseniz…


A+ | A-

Aile hayatının en temel direği merhamet, şefkattir. Merhamet, sevgiyi, acımayı ve yardımı ihtiva eder. En önemli duygularımızdan birisi olan şefkatin tarifini şöyle yapıyoruz:

Karşılıksız, içten sevgi beslemek, başkasının derdiyle hemhâl olmak, âciz; zayıf ve yardıma muhtaç olanlarla alâkalanmak, acıyarak merhamet etmek...

Bütün çeşitleri nezih ve temiz olan şefkat, aşk ve muhabbetten keskin bir iksirdir. “İlâhî rahmetin en lâtif, en güzel, en hoş, en şirin, cilvelerinden bir iksir-i nûrânî1 olan şefkat; sırrını, Allah’ın kuşatıcı ve merhamet edici olan sonsuz “Rahman, Rahîm ve Vedûd” isimlerinden alır. Rahim isminin bir anlamı da şefkattir, acımaktır.

Aslında aşktan ulvî bir sevdâ olduğundan insan elinden gelirse herkese şefkat ve yardım etmek ister. Bundan tarifsiz bir haz alır. Anne babaların yüksek şefkat ve fedakârlıkları ve olağanüstü enerjileri, dayanma ve savunma güçleri, bunun delili.

Şefkattaki fedâkârlık, ihlâstan ve samimiyetten kaynaklanır. Karşılık istemeyen şefkat, aynı zamanda şükrün de esasıdır. Eğer şefkat denen duygumuz olmasaydı, hayat nasıl olurdu? Beşer hayatı fesada uğrar. Zulüm ve işkenceler ortalığı kasıp kavururdu. Öyle ise bu büyük nimet büyüklüğü ölçüsünde şükür ister. Şükrü de, kendi cinsinden olacaktır. Demek şefkat, mü’min olmanın gereğidir.

Peygamberi ve Kur’ânî şefkatin gereği, zulmetmeyen, küfrünü yaymaya çalışmayan mazlûm, ilgilenmediğinden dolayı küfre düşen inkârcılara bile şefkati gerektirir. Öyle ise imanlı bir mü’min, yüz, bin, milyon kat şefkate lâyıktır. Öyle ise, aynı hayatı paylaşan eşler, milyarlarca kat daha biribirine şefkatli davranmalı. Ve şu teşhisi de akıldan uzak tutmamalı:

“Kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gâyet dehşetli gaddar canavarlar hükmüne geçirir.” 2

Yeryüzündekilere şefkat edip merhamet edene, gökyüzündekiler de merhamet eder.

Aile hayatının huzur ve mutluluğu, eşlerin biribirine karşı şefkatli olmasıyla mümkün. Çünkü, herbir şefkat sahibi, başkasını memnun ve mesrur etmekten memnun olur. Bundan dolayı, insan insana, insaniyet itibariyle şefkat göstermeli. Bu hem insanlığın gereği, hem de bir ihtiyaçtır.

***

20 yaşındaki Cameron Hollopeter New York Metro İstasyonunda yürürken ayağı kayıp rayların üzerine düştü. O sırada iki kızıyla birlikte metro bekleyen 50 yaşındaki inşaat işçisi Wesley Autrey olayı görünce kendini rayların üzerine atmak için bir dakika bile tereddüt etmedi.

Etraftakilerin şaşkın bakışları arasında o sırada hareket edemeyen adamı rayların arasındaki boşluğa iten Autrey kendilerine yaklaşmakta olan metronun ışıkları altında genç adamın üzerine kapanarak şunları söyledi: ‘Lütfen kıpırdama. Çünkü eğer hareket edersen ikimizden biri ölecek’.

Bu sözlerin üzerinden birkaç saniye geçmeden metro acı bir fren sesiyle durdu. Herkes nefeslerini tutmuş adamlardan gelecek hayat işaretini beklerken Autrey sessizliğe bürünmüş olan kalabalığa şöyle seslendi: ‘Kızlarıma iyi olduğumu söyleyin. Genç adamın durumu da iyi’.

Metro kendilerine çarpmasına birkaç santimetre kala durmuş ve iki adam da olaydan yara almadan kurtulmuştu. Autrey olaydan sonra şunları söyledi: “Onu rayların üzerinde görünce şöyle düşündüm: ‘Metronun adamın üzerinden geçmesine ve kızlarımın bunu görmesine izin mi vereceğim yoksa oraya atlayacak mıyım?”

Dipnotlar: 1- Mektûbât, s. 82.; 2- Şuâlar, s. 536.

03.08.2009

E-Posta: [email protected] [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Vahidiyet ve ehadiyet


A+ | A-

Haydar Bey: “Vahidiyet ve Ehadiyet kavramlarını, aralarındaki farkı ve ilişkiyi açıklar mısınız? “Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hadsiz kesret-i mahlûkatta tezahür eden vâhidiyet içinde ukulü boğmamak için, daima o vâhidiyet içinde ehadiyet cilvesini gösteriyor” cümlesini bu açıklamalar ışığında izah edebilir misiniz?”

Vahidiyet, Allah’ın bir olması, tek olması, biricik olması, yegâne olması, bütün kâinât üzerinde birden ve tek olarak hakimiyet kuruyor olmasıdır. Ehadiyet ise, Cenab-ı Allah’ın birliğini ve tekliğini her bir şeyde gösteriyor olması, her bir zerrede birliğinin tecelli halinde bulunması, her bir şeyin bir tek Allah’ı gösteriyor olması, Allah’ın birlik mührünün her bir zerreye vurulmuş olması, her şeyin dizgininin yalnızca Allah’ın elinde oluşu ve bu hakikati her bir zerrenin haykırış halinde olması cümleleriyle tarif edilebilir. Cenab-ı Hak, birliği ve tekliği her şeyde görünen; birliğine ve ehadiyetine varlıklar tarafından şehâdet edilen; eşi, dengi ve benzeri olmayan Vâhid-i Ehad’dir.

Bütün kâinâtı, bütün zamanlarda, değişen bütün halleriyle bir tek Allah yaratıyor. Vahidiyet bize bunu ifade ediyor. Bu yüksek hakikat, her an değişen ve tazelenen varlıklar içinde yüzen ve kendisi de değişken bir varlık olan insan tarafından anlaşılması zor olmasın diye, insan sayısız varlıkların bombardımanı içinde boğulup Allah’ı unutmasın diye, Kur’ân-ı Kerim her bir zerrede, her bir cins varlıkta, her bir sınıfta Allah’ın birlik mührü bulunduğunu, her şeyin doğrudan ve Bir Tek Allah’ı gösterdiğini ilan ediyor. Ki bu da Ehadiyet’i ifade ediyor.

Bir tek Yaratıcının, böyle hadsiz yerlerde, hadsiz işleri nasıl külfetsiz, kolayca yaptığını ve tüm kâinâta nasıl hükmettiğini aklına sığıştıramayanlara iki temsil ile cevap veren Saîd Nursî Hazretleri, birinci temsilinde güneşi nazara verir ve bir tek güneşin, birliği ile berâber bütün dünyâda bütün parlak ve şeffaf şeylerde, bütün camlarda ve su kabarcıklarında aynı anda ışığıyla, ısısıyla, yedi rengiyle bulunduğunu; Allah’ın bin bir isminden yalnız Nûr ismine mazhar olan güneşin, böyle bir tek cisim iken, bütün yerlerde, bütün işlere böylesine mazhar olduğunu akıl nasıl kabul ediyorsa; Allah’ın da Ehadiyetiyet-i Zâtiyesiyle beraber sonsuz işleri bir anda yapmasının, bütün kâinâtı bir anda idâre etmesinin, evirip çevirmesinin ve her şeyde bir anda tasarrufta bulunmasının akıldan uzak görülmemesi gerektiğini kaydediyor.1

Bediüzzaman’ın temsilinde; güneşin bütün dünyayı birden aydınlatması Vahidiyet’e misaldir. Topraktan bitkilere, sudan şeffaf şeylere bütün yer yüzü varlıklarının, kendi kabiliyetlerine göre güneşi bildirmesi, yani güneşin yedi renginin, ısısının, hararetinin, ışığının, her bir parlak şeyde bütünüyle görünmesi ise Ehadiyet’e misaldir.2 Mesela bir atom tanesi, veya bir zerrecik meyve tadı veya meyve eti kendisinin Eşsiz ve Benzersiz bir Yaratıcısı bulunduğunu, kendisini Yaratanın bütün kâinâtı da yaratıp donattığını ve bütün her şeyde hükmettiğini haykırıyor. Bu Ehadiyet’tir. Bu mânâ ile Ehadiyet, Allah’ın birlik mührünün her bir şeyde okunmasıdır. Ya da, Allah’ın, kendi birliğini her bir şeyde göstermesidir.

Özetlersek; her bir canlı varlığın hayat diliyle “Kul hüve’llâhü ehad” âyetini okuduğunu kaydeden Bedîüzzaman; Ehadiyyet mührünün her canlıda gözle göründüğünü, çünkü her canlının ekser kâinâtta cilveleri görünen Esmâyı birden kendi aynasında ve vücudunda gösterdiğini; yani hayatın bir merkezî nokta hükmünde ekser Esmâyı kendisinde gösterdiğini; yani her hayat sahibinin, Allah’ın Ehadiyetinin bir gölgesini, Muhyî ismi perdesi altında taşıdığını beyan ediyor.3

Dipnotlar: 1 Sözler, s. 558., 2 Sözler, s. 15., 3 Sözler, s. 268,269

03.08.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.