12 Ağustos 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Ali FERŞADOĞLU

Kürt-Türk, Doğu problemi Bediüzzaman’la hallolur!


A+ | A-

Şeyh Şamil’in torunu Said Şamil, dünya Müslümanlarının hak ve hürriyetleri için hayatını ortaya koymuş kahramanlarımızdan. 1940’larda İsmet İnönü (Halk Partisi), çalışmalarına izin vermez. Çalışmalarını sürdürmek için Rusça, Almanca, İngilizce, Fransızca, Polonyaca, Türkçe ve Arapça’dan oluşturduğu 8 binin üzerindeki kütüphanesini de alarak Polonya/Varşova’ya gider.

İsmet İnönü ve Halk Partisi kadrolarına da müthiş kızgındır. “Milletin birliği ve dirliğini bozmak için sanki binlerce yanlış yapmışlar!” diyerek şunları anlatır: “Meselâ, Said Nursî gibi bir âlimi, kendisinden istifade edecek yerde hapse atmak ne demektir? Bu akıl almaz bir hıyanettir. Yahu, bu dâhî, âlim adam, Türk milletini Türk’ten daha çok seviyor. ‘İslâma bu kadar hizmet etmiş bir millete kılınç çekilmez!’ diye isyancıların önüne set çekiyor.

Devlet için bulunmaz bir nimet… Doğu’da çok seviliyor. Yahu, gönder Kürdistan’a fitneyi yatıştırsın, birliği temin etsin. Sen onu ve yüzlerce sevilen Kürt âlim ve eşrâfını al, sür, hapset; sonra da hükümet ettiğini zannet. Bu yanlışlar gafletle olacak şeyler değillerdir. Bunlar bu milletin gelecekte oynayabileceği büyük rolün şimdiden önünü kesip, imkânsız hale getirmek içindir.” 1

Bu hatırayı okuduktan sonra, Cumhurbaşkanı Gül’ü dinleyiniz: “Doğu sorununu çözmek için Yaşar Kemal’i okuyorum!” Bediüzzaman manşetten nasihat etti: “Bediüzzaman’ı da oku! Çünkü, gerçek çözüm onda.”

Aslında şimdiye dek okumalıydı. AKP içinde Risâle-i Nur’dan ve Bediüzzaman’dan kaç haberdar insan var? Ne iş yaparlar?

Ama, bu meseleleri cesaretle Demokratlar yaptı ve yapar. Gerçek demokrat bunu yapar. Pek çok hakperest düşünür ve yazar, bunu ifade etmişti zaten: Doğu ve Güneydoğu, en huzurlu, en rahat dönemini Demokratlar zamanında yaşamıştı.

İsterseniz bir asra yaklaşan ömründe Cumhuriyet’in kuruluşu, Şeyh Said hareketi, Ağrı Dağı isyanı, Dersim katliâmı, tek parti dönemi, DP dönemi, 49’lar dâvâsı, TİP, KDP ve DDKO dönemleri, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askerî müdahalelerine şahitlik eden TİP kurucularından Diyarbakırlı avukat Canip Yıldırım’ın hatıralarından takip edelim: “27 Mayıs darbesinde Diyarbakır Kolordu Komutanı, Şanar Yurdatapan’ın babası Danyal Yurdatapan’dı. Danyal Paşa, 27 Mayıs’ta büyük bir kitleyi sürgün olmaktan kurtardı. Danyal Paşa bir gün diyor ki Fevzi’ye (Kalfagil): ‘Ben bir Kürt dostuyum. Neden diyeceksin? Sakarya Savaşı’nda ben süvari üsteğmeniydim. Seyisim de Kürt’tü. Savaşta yaralandım, seyisim seyyar hastaneye kadar beni sırtında taşıdı. Hastane kapısında kanlar içinde yıkıldı. Meğer o da yaralıymış. Kimse Kürtlere olan sevgimi, saygımı benden alamaz. Kürtleri ancak savaşta tanıyabildim.’

“Amcamın oğlu iş adamı Bozo Kemal, daima Süleyman Demirel’le birlikte olmuş ve beraber mücadele vermiştir. İlişkileri çok eskiye dayanır. Kemal, Demirel’e inanmış biri, Demirel de ‘Bozo’ der, başka bir şey demezdi. Demirel’in en belirgin özelliği adamlarına, dostlarına sahip çıkması. Kemal’e karşı minnettarlığı vardır.” 2

Hiç şüphesiz, bu ilişkiler, DP’nin Doğu ve Güneydoğu politikasının bir ürünüdür…

Şimdi, AKP’de milletvekili ve teşkilâtlarında Risâle-i Nur’u bilen kaç adam var? Neden gerçekçi ve tek çözüm yolu teklif eden Bediüzzaman’ı gündeme getirmiyorlar?

Dipnotlar: 1- M. Ertuğrul Düzdağ, Ali Ulvi Kurucu/Hatıralar-3, Kaynak Yayınları, s. 241.; 2- Yeni Aktüel/07 Ağustos 2009.

12.08.2009

E-Posta: [email protected] [email protected]



Ahmet ÖZDEMİR

‘Isparta kahramanlarına arkadaş olmak’


A+ | A-

Nurlu mekânlardan Nur Menzillerine (4)

Yıllar önce bir kış günü kesilen masum çam ve katran ağaçlarının hazin hallerine bir kere daha gözlerimizle şahit olmuştuk. Yaralarımız tekrar açıldı. Çocukların “Niçin?”, “Neden?” ve “Nasıl?” sorularıyla karşılaştık. Soruların cevaplarını vermekte doğrusu çok zorlandım. Özellikle bu ağaçların seçilmelerinin amacı ne olabilirdi? Buraya gelen ziyaretçiler ağaçlardan bir medet mi umuyorlardı? Daha önce defalarca gittim, ama ağaçlara çaput bağlamak bir yana öpenlere bile rastlamadım. Çünkü Bediüzzaman, hayatı boyunca—Osman Yüksel’in dediği gibi—putlara ve putperestliğe hep düşmandı.

O, bir kış mevsimi kara yolunun dahi olmadığı Barla’ya kayıkla sürgün edilmiş, kimsenin görüşmesine izin bile verilmemişti. Yıllarca her şeyden mahrum edilmiş, adeta ölüme mahkûm edilmişti. Böyle bir insanın yaz mevsimlerini geçirdiği çam ve katran ağaçları birer hatıradır. Oraya gidenlerin o ağaçlardan medet umduklarını hiç düşünmedim ve düşünmek de istemiyorum. Aklımıza söylemek istemediğim bazı ihtimaller geliyor. Ağaçları kesenleri veya kestirenleri kötü niyetleriyle birlikte Allah’a havâle ediyorum.

Grubumuz adeta kesilen ağaçların yerinde “Bizi o ağaçların yerine kabul edin” anlamında kameralara poz verdiler.

Çamdağına çıkılır da buradan yazılan mektupları unutulur mu? Mektubat’tan teberrüken Üçüncü, Dördüncü ve On Altıncı mektuplardan bir miktar okuduk. Merhum Mübarek Süleyman Ağabeyin katran ağacının üstünde buldukları ekmeği hatırladık. Bu durum karşısında söylediği, “Üstadım bu ekmek bize helâl olur mu?” sözüne karşılık Üstadın “Vay mübarek!” cevabı orada bulunanları tebessüm ettirdi.

Çamdağı’ndan ayrılmak zor geldi. Ama gel gör ki, zamanımız az, görülecek yerler çoktu. Keşke vaktimiz olsaydı da Mektûbât’ı baştan sona kadar okuyabilseydik. Yıldızname’yi yüksek sesle orada haykırabilseydik. Çamdağına veda ederken, dar orman yollarında kırk yıllık tecrübeli kaptanımızı alkışlayarak ve Barla Denizini seyrederek Barla’ya döndük.

Isparta kahramanlarına arkadaş olmak

Barla’ya gelinir de “Barla Sıddıkları”nı ziyaret etmemek olur mu?

Onlar hayatta iken her şeyi göze alarak Üstadın hizmetine koşmuşlar, risâlelerin yazılmasına ve dağıtılmasına canla başla çalışmışlardı. Barla sıddıkları, sadakatin timsâli olmuşlardır. Sayıları belki pek azdır, ama yaptıkları hizmet cihana değer.

Barla sıddıklarını ziyaret için kabristana yöneldik. Son dönemde yanında gölge gibi koşan ve zevkle hizmet eden Kore Gazisi Merhum Bayram Ağabeyle ziyarete başladık. Hepsinin ruhlarına Yasinler, Fatihalar okuduk, duâlar gönderdik.

Risâle-i Nur’da geçen ve Merhum Feyzi Ağabeye yazılan bir mektup onların hizmetlerinin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir başka delildir.

Üstad mektubuna, “Sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın” sözleriyle başlıyor. Hapishanede önemli bir şeyh ve mürşidin, dört ay sürekli Risâle-i Nur’un elli altmış talebeleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek talebesini geçici olarak kendisine çekebildiğini belirtir. Diğerleri, o cazibedar şeyhe karşı uzak kalmışlardır. Risâle-i Nur’un yüksek, kıymetli iman hizmeti onlara kâfi olarak kanaat vermiştir.

O talebelerin gayet keskin kalb ve basiretlerinin anladığı hakikat ise şudur: “Risâle-i Nur’a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.”

Bu ince bir sırdır. Ispartalı ağabeyler Üstadın “arkadaşlığını evliyalara” tercih etmişlerdir. Belki eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ederlerdi. Üstadın, Feyzi Ağabeye, dolayısıyla bizlere mesajı şudur:

“Bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, ‘Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım’ dese, sen Risâle-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.” 9

Burada temennimiz ve duâmız, Isparta kahramanlarına arkadaş olmak.

Kutlular Ağabeyin sohbetine doyum olmuyor

Öğle ezanı yeni okunmuştu. Hem namaz kılmak, hem de tesislerde dinlenen Mehmet Kutlular Ağabeyi ziyaret edip sohbet etmek için Yeni Asya Sosyal Tesislerine gittik. Gerçi Nur Talebelerinde dinlenmek veya tatil yapmak bir başka hizmetle meşgul olmak demektir. Nur Talebeleri nereye gitse, kimle görüşse önce iman hizmetini düşünür. Görüştüğü kimselere iman hakikatlerini anlatmak ister. Sosyal tesisler bu manzaraların en çok yaşandığı yerlerden birisidir. Buraya gelen ve kalanlar bunu bilirler ve buradaki programa uyarlar. Meselâ, namazlar cemaatle kılınır, tesbihat yapılır, ders yapılır. Gündüzleri ziyaretler yapılır, akşamları Nur dersleri yapılır. Yemekler imânî sohbetlerle süslenir. Oraya gidenler bunların canlı şahitleridir.

Tesislerin mescidini sabahın ilk saatlerinde olduğu gibi tekrar doldurduk. Namazdan sonra Kutlular Ağabeyle kısa bir tanışmanın ardından sorulu-cevaplı sohbete başladık. Özellikle can kardeşlerin soruları can alıcıydı, büyüklere taş çıkartır cinsindendi. Risâle-i Nur hizmetlerinden, Zübeyir Ağabeyin ve diğer ağabeylerin hizmetlerine kadar neler sorulmadı ki.

Kutlular Ağabeyin gazetecilik yönü de olduğundan bu konuya ve özel hayatına da geçildi. Güzel bir atmosfer esiyordu, salonda. Kutlular Ağabeyin kendine has sohbetine doyum olmuyordu.

Dünyada tatmaya izin vardı ama doymaya izin yoktu. Tadımlık sohbetimiz iki saate yaklaştı. Haki kardeşin sürpriz ikramları bizi biraz daha bağladı. Hatıra fotoğrafları çekilerek tesislere ve dostlara veda ettik.

Yokuşbaşı Camii, İlk medrese, Cennet bahçesi…

Barla’da gezilecek yerlerimiz bitmemişti, biteceğe de benzemiyordu.

Üstadın sekiz yıl ikamet ettiği ilk medresesine doğru hareket ettik. Bu sırada ikindi ezanı minarelerden yankılanıyordu. Cemaat kaçırılmazdı. Namazımızı Üstadın medresesi yanında yer alan Yokuşbaşı Camii’nde kıldık. Girerken tesbihattan sonra hemen çıkalım diye kararlaştırmıştık. Ama bir türlü ayrılmak gelmedi içimizden. Namaz dersini de dinledik.

Bizim gibi değişik yerlerden gelenlerle namazda omuz omuza, sonrasında da yüz yüze geldik. Hiç yabancılık çekmeden, adeta beraber doğmuş, birlikte yaşamış gibi konuştuk.

Namaz sonrası Üstadın medresesine gruplar halinde girebildik. Ev restore edilmişti. Orijinal denebilecek kısımlar oldukça azdı. Çınar ağacında da restorasyon çalışmaları yapılmıştı. Kesilen ve kuruyan dalı ve Üstadın geceleri zikirle geçirdiği kulübecik de aslına benzetilmeye çalışılmıştı. Medresenin olduğu sokak çarşı-pazar halini almıştı. Şüphesiz kasabanın en canlı olduğu yer burasıydı. Yiyecekten hatıra eşyalarına kadar her şey satılıyordu dükkânlarda.

Medrese restorasyonla birlikte büyütülmüştü. Ama yine de ihtiyaca cevap vermiyordu. Zaman zaman izdiham yaşanıyordu. Türkiye içinden ve dışından farklı grupların uğrak ve ziyaret yeri olmuştu, bu nurlu mekân. Fırsat bulup raftan bir risâle alıp okumak veya içerideki odalarda namaz kılmak, cevşen okumak ayrı bir mutluluktu gelenler için. Grupların fotoğraf makineleri veya kameraları mekânı ve çevresini tesbitle meşguldü.

Yıllar öncesine hayalen yolculuk yaptık. O duvarlar, çınar, çeşme, cami kim bilir nelere ve hangi olaylara şahitlik etmişti. Hani dili olsa da bizlere anlatsaydı, dedik. Onların maddî dili yoktu ama lisan-i hâlleriyle yıllara tercümanlık yapıyordu.

Kim bilir kaç asır, yaşayan çınar ağacı Üstada kâinat kitabının bir nüshası olmuştur. Üstad onda Allah’ın ihyâ fiilini ve hikmet kanununu görmüş ve şöyle okumuştur:

“Sâni-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihyâ eder; aynı kanunla şu önümüzdeki çınar ağacını her baharda ihyâ eder. Ve o kanunla küre-i arzı yine o baharda ihyâ eder. Ve aynı kanunla haşirde mahlûkatı ihyâ eder.” 10

Üstad her şeyi mânâ-i harfiyle okuduğundan gezdiği, oturduğu mekânlar birer dershane hükmünü almıştır. İşte bu duygu ve düşüncelerle “Cennet Bahçesi”ne gittik. Bu bahçe adeta cennetin cadde ve sokaklarının anlatıldığı Yirmi Sekizinci Söz adını alan Cennet Risâlesinin yazıldığı yerdir. Cennet Bahçesi Üstadın tabiriyle “sekiz sene kemal-i sadakatle bu fakire hizmet eden Süleyman’ın Bahçesi” olarak ifade edilmektedir.

Cennet Bahçesi, ziyaretçilerin en çok rahat edebildiği geniş bir mekândır. Özellikle çocukların hoşuna gidecek köprüler, çeşmeler, havuzlar, yollar yapılmış; ağaç ve bitki türleriyle zenginleştirilmiştir. Böyle olmakla birlikte fıtrîlikten bir ölçüde uzaklaşıldığını da belirtmeliyim.

Dünyada bir numunesini gördüğümüz Cennet Bahçesinin gerçeğini görmek dilek ve temennisiyle bahçe merdivenlerini tırmandık.

Eğirdir Gölü kıyısında kısa bir moladan sonra Barla’ya veda ettik.

Üstadın hatıralarına hizmet edenlerden ve onları ayakta tutanlardan Allah razı olsun!

Sonuç

Orta okul grubuyla gerçekleştirdiğimiz yaz okulunun finali—tam olmasa da—Barla ziyaretiyle tamamlanıyordu.

Akşam namazını Çamdağı eteklerinde bulunan bir köyün camisinde eda ederek Ankara yollarına düştük.

Son olarak otobüste öğrencilerimizin ve ağabeylerinin dilek ve temennilerini dinledik. Güzel bir program olduğunu, verimli ve faydalı geçtiğini, herkese tavsiye edeceklerini, namazlarını aksatmadan kılacaklarını, yeni arkadaşlar edindiklerini, programda emeği geçen herkese teşekkür ettiklerini, seneye tekrar aynı yerde buluşmak istediklerini belirttiler.

Sabaha yakın Ankara’ya ulaştık. Herkes birbirleriyle kucaklaşarak vedalaştı, uykulu gözlerle.

Bir programı özetlemeye çalıştım. Belki anlatılacak daha çok şeyler vardı. İlk yapılan programların eksikleri ve yanlışları olabilirdi. Görevli arkadaşlarla sık sık bir araya gelip değerlendirmeler yapmayı ihmal etmedik. Aksayan taraflara çözümler ürettik.

Yaz mevsiminde çiçekler açmıştı. Bu çiçekler yalnızca Asyayla’da değildi, şüphesiz. Ülkemizin, belki dünyanın pek çok bahçelerinde Nur çiçekleri açmıştı. Onları da anlatacaklar vardır.

Selâm olsun, o Nur çiçeklere!

Selâm olsun, Nur bahçesinde emeği geçen Seyfeddin’lere, Barış’lara, Mahmud’lara, Onur’lara, Halil’lere, Ahmed’lere, Ömer’lere, Mücahid’lere!..

Üstad sizi tebrik ediyor, yaptığınız hizmetlerinizi!..

Bundan sonra yapılacak bu tür programlara bir örnek teşkil etmesi bakımından takdire değerdi.

Özetle şunu söyleyebiliriz:

“Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır.” 11

Dipnotlar:

9- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 104-105.

10- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 491.

11- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 52.

12.08.2009

E-Posta: [email protected]



Süleyman KÖSMENE

İstiâze cümlesi


A+ | A-

İlknur Hanım: “Eûzü çekerken bazı yerde “Eûzü billâhi’s-Semî’ıl-Alîmi mine’şşeytânirracîm” diyorlar. Buradaki farklılık ve ilâve nereden kaynaklanıyor?”

Kur’ân’dan bir sûre veya âyet okumaya başlarken, kovulmuş şeytandan Allah’a sığınmamızı Kur’ân emrediyor. Âyet şöyledir: “Kur’ân okuyacağın zaman kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” 1 Bu âyetle birebir örtüşen Allah’a sığınma cümlesi şudur: “Eûzü billâhi mine’şşeytânirracîm.”

Kur’ân’da şeytandan Allah’a sığınmayı emreden –fakat yukarıdaki cümleyle bire bir örtüşmeyen- diğer iki âyette de Allah’ın Semî ve Alîm olduğuna vurgu yapılır: “Şeytan bir vesvese ile sana ilişecek olursa Allah’a sığın. Muhakkak O Semî ve Alîm’dir. (İşitir ve bilir.)” 2 Bu âyet Kur’ân’da iki sûrede geçmektedir. Cenâb-ı Hak, Kendi Zât-ı Akdes’inin Semî ve Alîm olduğunu, yani duâları ve istiâzeleri işittiğini ve bildiğini hatırlatmak sûretiyle, kullarının her Allah’a sığınış sözlerini ve yakarışlarını işittiğini ve muttali olduğunu beyan etmektedir.

Kibirden, gururdan ve büyüklenmekten Kendisine sığınılmasını istediği bir diğer âyette ise Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak, kendi Zâtını “Semî ve Basîr” isimleri ile anmaktadır. Âyet şöyledir: “Allah’ın âyetleri üzerinde kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanların, gönüllerinde ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır. Sen Allah’a sığın. Muhakkak O Semî ve Basîr’dir. (İşitir ve Görür.)” 3 Cenâb-ı Hak bu âyette de içimizi yakan, hayırlı amellerimizi yiyip bitiren ve bize sadece şer bırakan “kibir ve büyüklenmeye” karşı bizi uyarıyor, yine şeytandan gelen bir vesvesenin netîcesi olan kibre karşı Kendi Zât’ına sığınılmasını istiyor. Kendi Zât’ının her duâyı, her istiâzeyi ve her yakarışı işittiğini ve gördüğünü kaydediyor.

Üstad Saîd Nursî Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’a ilticâ örneğini veren Nâs Sûresinin, “Eûzü billâhi mine’ş-şeytânirracîm.” cümlesinin mâdeni ve tafsilâtı olduğunu beyan etmektedir. 4 Nâs Sûresinin mânâsı şöyledir: “De ki: Sığınırım insanların Rabb’ine. İnsanların Melik’ine. İnsanların İlâh’ına. İnsanların kalbine sinsice vesvese verenlerin şerrinden. Cinden ve insanlardan olan şeytanların şerrinden.” 5 Bu sûrede de görüldüğü gibi, Cenâb-ı Hakk’ın “Rab, Melik ve İlâh” isimleri istiâze isimleri olarak nazara verilmektedir.

Kur’ân’ın Allah’a sığınmamızı isteyen diğer âyetlerinde Cenâb-ı Hakk’ın başka isimlerine de vurgu yapıldığını görmekteyiz. Meselâ, muhatap zamiri olan “Sana” zâmiri 6 ve “Rahmân” ismi 7 bunlardan sadece iki tanesidir.

Bahsettiğiniz istiâze metnindeki ilâve, şeytandan Allah’a sığınmayı emreden ve yukarıda meâlini verdiğimiz iki âyette Cenâb-ı Hakk’ın Kendi Zâtı için telâffuz buyurduğu iki ism-i şerif olan “Semî ve Alîm”den ibârettir. Cenâb-ı Allah’a; Semî, Alîm ve Basîr isimlerini anarak sığınmak mümkün olduğu gibi; Rab, Melik, İlâh ve Rahmân isimlerini veya doğrudan “Sana” zâmirini zikrederek sığınmak da mümkündür. Cenâb-ı Hakk’ı Kur’ân’da Kendi Zât-ı Akdes’ini andığı başka isimleriyle anmakta da bir sakınca yoktur.

Ancak “Allah” lâfzı tek başına bütün isimlerin yerini tutan câmi bir isimdir. Zâten istiâzenin mücmel, yani öz ve orijinal şekli de doğrudan “Allah” lâfzı ile gelmiştir. Sünnet olan şekil de budur.

Bununla berâber, yeter ki sığınılan, ilticâ edilen ve kapısı çalınan; isimleriyle veya sadece “Allah” lâfzı ile “Zât-ı Zülcelâl” olsun ve Tevhid inancına zarar vermesin; her mübârek ismiyle, şeytandan ve şerlerden Allah’a sığınmak mümkündür. “İster Allah deyin; ister Rahmân deyin; hangisini derseniz deyin; en güzel isimler O’nundur.” 8

Cenâb-ı Hak ehl-i îmânı şeytanın ve dünyanın şerrinden ve Cehennem azâbından muhafaza buyursun. Âmin.

Dipnotlar:

1- Nahl Sûresi, 16/98.

2- A’râf Sûresi, 7/200; Fussilet Sûresi, 41/36.

3- Mü’min Sûresi, 40/56.

4- Lem’alar, s. 92.

5- Nâs Sûresi, 114/1-6.

6- Mü’minûn Sûresi, 23/97, 98.

7- Meryem Sûresi, 19/18.

8- İsrâ Sûresi, 17/110.

12.08.2009

E-Posta: [email protected]



Ali OKTAY

Cat Stevens’dan Yusuf İslam’a değişim


A+ | A-

ise sondaydım sanırım. Yıl da 1987 olsa gerek. Hayat çizgimin değişimine vesile olan ortaokuldan beri sınıf arkadaşım sevgili İzzet Akyol (Eski Köprü okuyucuları bu ismi hatırlayacaklardır.) Yusuf İslam’ın İstanbul’a geldiğini ve konuşma yapmak üzere bir konferansa katılacağını söylemişti. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçmiş ve neredeyse bir efsane haline gelmiş Yusuf İslam’ı dinlemeye gitmemek ne mümkündü?

Akşam vakti Taksim Tepebaşı’ndaki oldukça geniş salonda bizim gibi büyük bir merak ve heyecanla Yusuf İslam’ı görmeye, dinlemeye gelen bini aşkın kişiyle birlikteydik. Heyecanla beklenen an geldi ve Yusuf İslam salona girdi. Bir heyecan dalgası salonda yayılıyordu. Nasıl Müslüman olduğunu anlatmaya başladı: Dünyaca tanınıyor, şarkıları albümleri yüz binlerce satıyordu. Zengindi, ünlüydü, gençti, hayranları sürekli etrafındaydı… Ama! Mutsuzdu. Kalabalıklar arasında yalnızdı, yüzü gülerken ruhu ağlıyordu. Arayış içindeydi. Bir gün okyanus kıyısında yüzmeye gitmişti. Açılmıştı. Bir an sahilden ne kadar uzaklaştığını fark etti. Dönmek istiyordu, ama ne mümkün. O an Allah’a duâ etmişti. “Allahım eğer beni kurtarırsan senin istediğin gibi bir insan olacağım.” Duâsı biter bitmez nereden geldiğini anlayamadığı bir dalga onu sahile kadar götürecekti. Kurtulmuştu. Bu kurtuluş aslında onun manevî kurtuluşuna da vesile olacaktı. Arayış içinde olduğunu bilen ağabeyi ona bir de Kur’ân getirmişti. Önce pek ilgilenmemiş, yatağının kenarında öylece bırakmıştı. Bir gün Kur’ânı eline alır. Kapağını çevirir. Daha ilk sayfada okuduğu âyetle birlikte ruhunda fırtınalar koptuğunu adeta çarpıldığını görür. Aradığını bulmuştur. Nihayet Kelime-i Şehadet getirerek 1977 yılında İslâmiyetle şereflenir. Sözlerinin burasında salonda müthiş bir alkış tufanı kopmuştu. Nefeslerimizi tutarak dinlediğimiz bu öykünün Müslümanlıkla sonuçlanmasından duyduğumuz mutluluğu, coşkuyu göstermek için bütün salon olarak alkışlamak zorunda hissetmiştik kendimizi. Fakat Yusuf İslam bundan pek hoşlanmamıştı. Tercümanlığını yapan kişi, “Yusuf Bey alkışlanmak istemiyor ve çok rahatsız oluyor. Ona eski hayatında aldığı alkışları hatırlatıyor, o yüzden lütfen alkışlamayalım bir daha” diye uyarmıştı.

Konuşmayı sonuna kadar dinledik ve programdan ayrıldık. Çevredeki küçük bir camide namazı kılmak üzere ezanı beklerken, bir de baktık ki Yusuf İslam da gelivermiş. Namazı camide beraberce eda ettik. Bizim için 22 yıl öncesindeki hoş ve güzel bir anıydı bu. Neden bu hatırayı anlattım durup dururken derseniz; geçtiğimiz hafta gazetelerde Yusuf İslam haber ve yorumları epeyce bir yer tutmuştu. Sebebi ise yıllar sonra Road singer (Yol Şarkıcısı) isimli yeni bir albüm yapmıştı. Gazete ve televizyonlar bunu Yusuf İslam’ın tekrar müziğe dönüşü olarak yansıtmışlardı. Gerçektende ne olmuştu da Yusuf İslam tekrar ilâhî dışında şarkıların yer aldığı bir albüm yapma ihtiyacı duymuştu. Yıllar öncesinde aldığım Talael Bedru albümü ve eski şarkılarının yer aldığı kasetini hâlâ saklıyordum. Az da dinlememiştim hani. Fakat bu albümde neyin nesiydi? Müslümanlığa geçişinin ardından önce müziğe tamamen sırt çevirme, yıllar sonra Talalel Bedru albümü ve ilâhileri sadece bendir eşliğinde söyleme. Yakın zamanlara gelince koro eşliğinde ve iyi bir müzik altyapısı ile yaptığı çalışmalar. 2006’da “an other cup” (Bir Fincan Daha) albümünün ardından, şimdide Road Singer (Yol Şarkıcısı). Yusuf İslam’da bir değişim mi başladı acaba? diye insan merak ediyor. Zaman’dan Dilek Hayırlı’ya verdiği röportaj da Yusuf İslam bunun nedenini şöyle açıklıyor: “Bazen geri dönmek için gitmeliyiz. Bugün, yeniden müzik yapma kararım daha önceki görüşlerimi değiştirmeme dayanıyor. İslâm’ı kucakladıktan sonra pek çok insan bana beste yapmaya ve albüm çıkarmaya devam etmemi söyledi. Fakat o günlerde çok dikkatliydim; beni yanlış yönlendirmelerinden korkuyordum. Sadece insanların söyledikleriyle hareket etmenin yetersiz olduğunu, yaptığın şeye önce kendinin inanman gerektiğini biliyorum. Peygamber’in bazı müzik türlerine izin verdiğini hatta zaman zaman bunu teşvik ettiğini gösteren hadisler olduğunu öğrendim. İslâm’da her zaman yeri olacağını düşündüğüm güzel sözleri müzikle birleştirmenin dine zarar vermeyeceğini tam tersine onu kuvvetlendireceğini düşündüm. Müslüman sanatçıları ve bizim hayat felsefemizi takdir eden insanların olması iyidir diye düşünüyorum.’’

Yusuf İslam, bu dönüşümün sebebini işte böyle özetliyor. Bence mantıklı bir yaklaşım. Cat Stevens, İslâm’ı seçtikten sonra keşke tamamen her şeye sırt çevirmek yerine o popülaritesini daha çok insanın Müslümanlığı tanımasına, seçmesine vesile kılabilseydi diyorum. Bunu da yapabilirdi aslında. Dünyada milyonlarca hayranı olan bir sanatçının İslâm’ı seçmesi elbette onu sevenlerin merakını, araştırma ihtiyacını celbetmiştir. Onun gibi arayış içinde olan sevenlerini yönlendirerek İslâm’la tanışmalarına zemin hazırlayabilirdi bu durum. İnsanların hayat seyri içinde yaşadığı keskin dönüşler, sert yön değişiklikleri nedense beni biraz düşündürür. Sonraki adımların ne olacağını kestirememekten endişelenirim. Heyecanla ve hızlı hareket edip kontrolünü yitiren insanların başladığı noktaya dönmeleri olağan bir durum. Yusuf İslam’ın yaşadığı bu fikir değişikliği, aynı zamanda müziğin insan hayatındaki yerini ve hayra dönük olarak kullanılması gereğinin önemini göstermektedir. Zira müzik aynı zamanda bir mesaj verebilme vasıtası. İnşallah Cat Stevens’ın Yusuf İslam olarak devam eden hak yoldaki yolculuğu “road singer (Yol şarkıcısı)” albümündeki halis niyetine muvafık olarak devam eder.

12.08.2009

E-Posta: alioktay@alioktay. net



H. İbrahim CAN

Putin, on yıldır Rusya’nın patronu!


A+ | A-

Rusya Federasyonu lideri –başbakan olmasına rağmen ülkenin tek hakimi- Putin, iktidardaki on yılını tamamladı. Bu on yıla bir dönem başbakanlık, bir dönem devlet başkanlığı ve şimdi ikinci dönem başbakanlık girdi. Kendini ispatladığı birinci dönemi izleyen devlet başkanlığı döneminde, bütün rakiplerini siyaset sahnesinden sildi. Anayasa gereği terk ettiği devlet başkanlığı koltuğuna onun sözünden çıkmayacak Medvedev’i getirdi. İktidara o kadar hakimdi ki, Medvedev onun getirdiği kadroyu değiştirmeye bile teşebbüs etmedi.

Rusların gözünde başlarına gelen her şeyin sorumlusu Amerika’dır. Büyük çoğunluk Reagan’ın politikalarının Sovyetler Birliğinin çöküşüne sebep olduğuna inanır. Önce petrol fiyatlarını aşırı yükseltip, Rusya’da bir zenginler oligarşisi oluşturan ve sonra petrol fiyatlarını aşırı düşürüp, zenginliğe alışan Rusları perişan ederek, çökertmeye çalışanın da Amerika olduğuna inanıyorlar.

Amerika’nın eski Sovyet Cumhuriyetlerine yönelik yakınlaşma faaliyetleri ve özellikle Ukrayna ve Gürcistan’la kurduğu yakın ilişkiler, Rusya’da bu geleneksel kaygıyı yeniden kabarttı. Acaba Rusya’nın etrafı Amerikan yanlısı devletlerin kuşatması altına mı alınacaktı? Acaba ABD, böylece Rusya’yı kıskaca alıp yıkmayı mı amaçlıyordu? İşte bu kaygılar Putin’i Batıya ve özellikle de Amerika’ya karşı güç gösterisi yapmaya itti. Saakaşvili’nin Batının bütün hayallerini boşa çıkaracak hiçbir varlık gösteremediği Rusya saldırısının amacı bu idi. Hem Batıya ben güçlüyüm ve nüfuz alanımdaki ülkeleri kimseye yedirmem mesajı veriyordu. Hem de eski Sovyet cumhuriyetlerine, ‘benden kaçamazsınız, bakın kaçmak isteyen Gürcistan’ı Batı nasıl da yalnız bıraktı’ diyordu.

Amerikalılar şimdi Rusya’nın nüfusunun azalmasıyla zayıflayacağına, ekonomik krizin etkisiyle Batıya muhtaç duruma düşeceğine inanıyor. Halbuki nüfus azalması ancak elli yıl ya da daha uzun bir zaman sonra etkisini gösterebilecek. Aynı durum nüfusu hızla yaşlanan Avrupa için de geçerli. Öbür yandan ekonomik krizden en hızlı çıkabilecek ülkelerden birisi Rusya. Çünkü hem uluslar arası sermayenin maniplasyonlarına karşı zamanında tedbirlerini aldı, hem de dünyanın yakın gelecekte de en önemli gündem maddesini oluşturacak petrol ve doğal gazda en önemli ihracatçılardan birisi. Ayrıca Putin, güvenlik örgütü FSB’nin ajanlarını bütün büyük şirketlerin yönetimlerine yerleştirerek, özel sektörü de kontrolü altında tutuyor.

Putin çok iyi satranç oynuyor. Gürcistan’da Batının hamlesine sert bir hamleyle karşılık vermişti. Batının Türkiye’nin büyük ev sahipliğini yaptığı Nabucco boru hattı hamlesine de hemen geçen hafta karşılık verdi. Böylece hem bölgede ABD’nin güçlü müttefiki olarak görünen Türkiye ile yakın ilişkiler kurarak, ülkemizin tamamen Batı safında yer almasını engellemeye, hem de petrol ve doğal gazını, -Batının tahrikiyle hem ihtilâf çıkardığına inandığı- Ukrayna’yı baypas edecek boru hatlarıyla güneye ve Avrupa’ya ulaştırmaya giden yolu açtı.

Ülkesinde halen yüzde 78 seçmen desteğine sahip olan Putin’in 2012 yılındaki seçimi de kazanarak altı yıl daha iktidarda kalmasına kesin gözüyle bakılıyor. Çünkü her şeye rağmen halkının hayat düzeyini yükseltti ve dış politikadaki kararlı adımlarıyla halkının da itibarını yükseltmeyi, nüfus azalmasını yavaşlatmayı, ülkesini küresel sermayenin boyunduruğundan kurtarmayı başardı. 56 yaşındaki Putin’in fiziksel olarak da ne kadar güçlü ve zinde olduğunu bütün dünya önceki hafta Sibirya’daki şovlarında gördü.

Bu durumda Türkiye’nin politikasını en az on yıl daha iktidarda kalacak ve muhtemelen aynı politikaları sürdürecek bir Putin’e göre ayarlaması yararlı olacaktır.

12.08.2009

E-Posta: [email protected]



Kazım GÜLEÇYÜZ

Nurşin’e dönüş


A+ | A-

Cumhurbaşkanının üniversite eksenli Bitlis gezisinden kalan tartışma konularından biri, Gül’ün, ismi Güroymak olarak değiştirilen ilçeyi evvelce ve asırlardır kullanılan adıyla Norşin olarak ifade etmesi oldu.

Buna en sert—ve anlamsız—tepki yine MHP lideri Bahçeli’den geldi. Cumhurbaşkanının ilçe halkını Norşin adını kullanarak selâmlamasını, “Daha ‘demokratik açılım’ başlamadan PKK’nın taleplerine cevap veriyor” diye eleştiren Bahçeli, nasıl bir bağ kurduysa, “İstanbul tabelâsını da Konstantinopolis mi yazacaksınız?” diye sordu.

Eyne’s-serâ mine’s-süreyyâ! Ne alâkası var?

PKK çeyrek asırdır başımıza belâ edilen bir musîbet, ama Norşin veya Nurşin ismi, asırlardır var. Bu isme dönülmesini isteyenler ise PKK değil, orada yaşayan insanlar. PKK da aynı taleple ortaya çıkıyorsa, onunki istismardan başka birşey değil. Ama PKK’yı bahane ederek halkın taleplerine duyarsız kalmanın mantığı var mı?

Zaten, bugün çözüm aranan sorunun derinleşip bu boyutlara erişmesinin önemli sebeplerinden biri de, bölgeye yönelik asimilasyon politikalarının, hem insanların, hem yerleşim yerlerinin isimlerini “Türkçeleştirmek” suretiyle daha ileri ve rahatsız edici noktalara taşınması değil mi?

(Norşin’i Güroymak yapanlar, Said Nursî’nin köyü Nurs’u da Kefirli olarak değiştirmişler...)

Anadilini kullanma hakkına yapılan despotça müdahaleler ile bunların bilhassa nüfus ve tapu dairelerinde ve mahkeme salonlarında tetiklediği zorbaca tahakküm ve gerilimlerin halkta devlete karşı nasıl bir soğuma ve yabancılaşma hissi meydana getirdiğini anlayabilmek için illâ o sıkıntıya doğrudan muhatap olmak gerekmemeli.

Bahçeli’nin Norşin tepkisindeki önemli bir sakatlık da, diğer söylemlerinde her fırsatta “Etle tırnak gibiyiz” sözünü tekrarladığı Kürtleri adeta Bizanslılarla bir tutan bir mantık sergilemesi. Konstantinopol örneğinin başka bir izahı var mı?

Gerçi Gül’ün, Bitlis dönüşü yaptığı açıklamalarda Bizans eserlerini de “zenginlik” olarak nitelemesi bağlamında Kültür Bakanının geçtiğimiz günlerde Ayasofya’daki eski fresklerden birini açığa çıkarmakla övünmesi böyle bir tepki için makul ve anlaşılır bir gerekçe teşkil edebilir.

Ama Ayasofya için sessiz kalan Bahçeli’nin bu tepkiyi Norşin gibi hiç alâkası olmayan bir konu üzerinden ortaya koymasının hiçbir anlamı yok.

Nurşin'de insan kıyafetli melekler

Norşin bahsi açılmışken, Said Nursî’nin Mesnevî-i Nuriye isimli eserinden, konuyla ilgili çok lâtif bir anekdotu aktarmazsak bahis eksik kalır:

“Eğer istersen, hayalinde Nurşin karyesindeki Seyda’nın meclisine git, bak. Orada fukara kıyafetinde melikler, padişahlar ve insan elbisesinde melâikeleri bir sohbet-i kudsiyede göreceksin. Sonra Paris’e git ve en büyük localarına gir. Göreceksin ki, akrepler insan libası (elbisesi) giymişler ve ifritler adam suretini almışlar.” (s. 412)

Maddeten fakir, ama manen melekleri andıran birer sultan ve padişah hüviyetindeki Doğu insanı ile, Batının “medenî” görüntüsü altında akrep ve ifrit gibi zehirlemekten zevk alan materyalist ve vahşi insan tipi arasındaki büyük uçurum bu sözlerde veciz şekilde ifade ediliyor.

Norşin tartışmasının tedai ettirdiği mânâlardan biri de, dünyayı kendi hasis menfaatlerine göre tanzim hırsıyla hareket eden Batılı emperyalistlerin yönlendirmesiyle ve yerli istibdat rejimlerince uygulanan baskı, tahakküm ve sömürü politikalarının, bahsi geçen melek karakterli insanları hedef alarak büyük sıkıntılara soktuğu.

Ama o insanlar bu baskılara, provokatörlerin ekmeğine yağ sürecek fevrî çıkışlarla değil, sabır ve teennî ile mukabele edip, yine dehşetli tuzakları bozmuş ve böylece daha büyük fitnelerin önüne geçmişler. Bu örnek ahlâk ve tavırlarıyla, hem PKK’ya istismar edeceği yeni malzemeler vermemiş, hem de devlete, yaptığı vahim hataları düzeltme ve telâfi fırsat ve şansını sunmuşlar.

Norşin ismine dönülmesinde olduğu gibi...

12.08.2009

E-Posta: [email protected]



Sami CEBECİ

Barla buluşmaları


A+ | A-

Barla, dehşetli bir din yıkıcılığının hüküm sürdüğü ve millî eğitim üzerinden yeni nesillerin köklerinden ve dinlerinden koparılmaya çalışıldığı bir zamanda, ehl-i imanın imanını kurtarma projesinin hayata geçirildiği mübârek beldenin adıdır.

Asrın mânevî sahibi Bediüzzaman Hazretlerinin “Taşıyla toprağıyla mübârektir” dediği iki ilden biri Isparta, diğeri Urfa’dır. Isparta’nın her tarafı Risâle-i Nurlarla mübârekiyet kazanmakla birlikte, Barla birincidir. Çünkü, Üstad Hazretleri orada dokuz yıla yakın kalmış, her karış toprağında iz bırakmıştır. Risâle-i Nur Külliyatının bir kısmı Cennet Bahçesinde, bazıları Karakavak Mevkiinde, diğerleri Bey Deresi gibi sâir Barla bağ ve bahçelerinde telif edilmiştir. Buralarda “Bir zaman gelecek, ben bu risâleleri bütün dünyaya okutturacağım” diyen Üstad’a o günkü talebeleri hayret edermiş. Çünkü, yıllar geçtiği halde kırk elli kişiyi geçmeyen insanlarla bu hizmet yürütülüyormuş. Oysa, Bediüzzaman Hazretleri bu günleri görerek o iddialı konuşmasını yapmış. Kırkın üzerinde dünya diline tercüme edilen Nur Risâleleri, şimdi yedi kıt’ada bulunan yüz doksan üç devlette okunuyor, Bediüzzaman adına üniversitelerde kürsüler kuruluyor, Risâle-i Nurlar üzerine sempozyumlar düzenleniyor. Üstadın haklı olduğunu zaman tasdik ediyor.

Her yılın Ağustos ayı yaklaştığında beni bir heyecan sarar. Bir hasret ve özlemdir Barla benim için. Duygularım galeyana gelir. Dünyanın her türlü sıkıntılarından uzak, güya âhiret âleminden bir köşede gibi hayal ederim kendimi.

Barla buluşmaları, dostlarla cennette buluşmak gibidir. 2009 yılı Ağustos ayının ilk haftası, yine böyle bir buluşmaya sahne oldu. Bir kısmıyla ilk defa tanıştığımız, ancak bir hafta içinde kırk yıllık ahbap gibi kardeşlik duygularına sahip olduğumuz dostlarımız oldu. İstanbul, Ankara, İzmir, İzmit, Manisa, Urfa, Kdz. Ereğli ve sâir il ve ilçelerden gelen gönül dostlarıyla, bir hafta içinde âdetâ mânevî bir cennet hayatı yaşadık. Öğrencilerin yaz okuma programlarına benzer ve namaza endeksli programımız vardı. Günlük toplam dört buçuk saati bulan ortak okumalarımız oldu. Üstadın “Risâle-i Nur yüzer keşfiyâtı hâvidir” dediği, mânevî keşfiyât olan konuları müzâkere ettik. Meslek ve meşrebimizin temel esaslarını ihtivâ eden İhlâs ve Hücumât-ı Sitte Risâlelerinden dersler yapıldı. Hizmet Rehberi tâkip edildi. Çam Dağı, Cennet Bahçesi, Üstadın kaldığı ev, Karakavak Bahçesi, Barla Kabristanı gibi yerler ziyaret edildi. Üstadı defalarca gören ve tayyare ile risâleleri çeşitli illere taşıyan Ali Demirel Ağabeyden çok değerli hâtıralar dinlendi. Tadı damağımızda kalan, az zamana çok işler sığdırılan bir haftalık program, unutulmaz hâtıralara ve dostluklara vesile oldu.

Barla buluşmaları, başka bir sahneye de vesile oldu. Her yaz Barla’ya gittiğimizde, gündüzleri de gelen, fakat genellikle akşam derslerine sürekli katılan Mehmet Güvenç Ağabeyin vefat haberi geldi. İkindi namazını Cami-i Kebir’de kıldıktan sonra, onu babası Marangoz Mustafa Çavuş, annesi ve ağabeyinin ortasına defnederek, Üstadın ve sâir Nur kahramanlarının bulunduğu berzah âlemine uğurladık. Onun buluşması da öyleydi. Berat Gecesiydi. Bahtiyar bir insandı. O gece kabre girmek salih kullar için hayırlı bir işâretti. Yüce Allah’ın rahmetiyle dünya semasına tecelli edip “Yok mu Benden bağışlanma dileyen, onu bağışlayayım..! Yok mu rızık isteyen ona rızık vereyim! Yok mu belâdan kurtulmak isteyen, onu belâdan kurtarayım!” diye tan yeri ağarıncaya kadar nidâ ettiği gece, kabre girmek saadetlerin en büyüğüdür.

Berat Gecesi, Barla Yeni Asya Sosyal Tesislerimizde hatimler, Cevşenler okuyup, kaza namazları ve istiğfar ve salâvatlarla geceyi ihyâ ettik. Mehmet Güvenç Ağabeyle birlikte bütün Nur Talebelerini, ulemayı, evliyâullahı, müçtehitleri, Üstadımızı, Barla Kabristanında medfun bulunanları, Sahabe-i Kirâmı ve hâssaten Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimizi (asm) duâlarımızla yâd ettik. Kandil gecesini Barla’da ihyâ etmek gerçekten çok farklı bir duyguydu. Bütün bunlar için Allah’a ne kadar şükretsek yine azdır.

12.08.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.