07 Eylül 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

H. İbrahim CAN

Avrupa, PKK’nın finans kaynaklarını kesecek mi?


A+ | A-

Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları gayrıresmî toplantısına katılan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, görüştüğü Avrupa ülkelerinin dışişleri bakanlarından PKK’nın Avrupa’daki faaliyetlerinin durdurulmasını istedi. Onlara PKK’nın Avrupa’daki paravan yapılanmasının listesini de verdi.

Onlarca yıldır Avrupa PKK’nın en önemli para kaynağı oldu. Geçen yıl Amerikan düşünce kuruluşu The Washington Institute for Near East Policy’nin yayınladığı rapora göre; PKK Avrupa’yı ahtapot gibi sarmış ve uyuşturucu ve insan kaçakçılığından, insanlardan zorla bağış alınmasına kadar bir çok faaliyet yürütüyor.

2007 yılında İngiltere’de öğrendiğime göre; PKK, Kürt kökenlilerin fitre ve zekâtlarına bile el koyuyor. Spiegel Online International’ın bir değerlendirmesine göre Almanya’daki Kürtlerin yılda bir maaşına PKK ‘vergi’ olarak el koyuyor.

Tabiî ki en önemli kaynağı uyuşturucu kaçakçılığı. Maalesef bu uyuşturucunun İran üzerinden ülkemize girdikten sonra Avrupa’ya götürülmesi ve satışını engelleyemiyoruz. Ama Avrupa ülkeleri de nedense yalnızca Türkiye karşıtı örgütlere karşı gösterdikleri engin hoşgörü sebebiyle bu faaliyetlerin üzerine gitmiyor.

Europol da PKK’nın Avrupa’daki suç faaliyetlerine ilişkin yeterli istihbarata sahip. Her yıl yayınladıkları Terörizm Durumu ve Trend Raporu’nda PKK-Kontragel yer alıyor.

PKK’nın her yıl Avrupa’da 100 milyon dolar finansman topladığı tahminleri yapılıyor. Aslında özellikle uyuşturucu ticareti dikkate alındığında bu tahminin yetersiz olduğu anlaşılacaktır.

PKK’nın Avrupa’da 400’den fazla örgütü var. Bunların yarısı Almanya’da örgütlenmiş ve paravan ticarî faaliyetler yürütüyor. İki haber ajansı, dört tv istasyonu, onüç radyo istasyonu, on gazete, ondokuz dergi ve üç yayınevi ile de propaganda ve tanıtım faaliyetlerini yürütüyor. Bunların en önemlisi Danimarka’daki Roj TV. İşin ilginç tarafı çoğu Avrupa ülkesinin PKK’yı yasadışı terör örgütü ilân etmesine rağmen bu faaliyetler yürütülebiliyor.

Avrupa şirketlerinin PKK’ya silâh satması da önlenmiyor. Yakalanan silâhların önemli bir kısmı Avrupa kaynaklı.

Bu durumda Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun girişimi malûmu ilân niteliğinde. Avrupalılar zaten durumu biliyorlar; ama engellemek için hiçbir şey yapmıyorlar. Bu ülkelerde açıkça suç işleyen PKK’lılar hakkında işlem yapmakla yetiniyorlar. Meselâ; Mondiaal Nieuws’a göre; Belçika’da 1996 yılından bu yerleşmiş olan PKK’lılara karşı açılan dâvâların hiçbirinde mahkûmiyet çıkmadı. Bu da yetmemiş gibi açılan bir dâvâda Avrupa Adalet Mahkemesi, PKK’nın terörist örgütler listesine dahil edilmesinin haksız olduğuna karar verdi.

Bu verilerin gösterdiği bir gerçek var: Açılım süreci başarıya ulaşacaksa, Avrupalıların da PKK’nın yasadışı para kaynaklarını kurutması sağlanmalıdır. Eğer bu sağlanamazsa, PKK tasfiye edilse dahi, yerine başka bir isimde kurulacak bir örgütün faaliyete geçmesi hiç de zor olmayacaktır.

07.09.2009

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

“Açılımı kim açacak?”


A+ | A-

Bir proje.

Ne ismi var, ne de cismi.

Öyleyken gündemi kitlemiş.

Kıyamet kopuyor.

Suçlama, tehdit, hakaret...

Bini bin para.

Bu kavga niye?

“Demokrasi ve barış” için.

Güler misiniz, ağlar mısınız? Bu ne çelişki?

Demokrasi ve barış açılımı demokrat insanların işidir.

Demokrat olmayanlardan böyle bir açılım beklemek, ”Darı ekip, buğday biçmek” kadar imkânsızdır.

O zaman önce demokrat kişiyi bir tanımla-yalım: Kim ki...

Dinlemesini bilir, şiddet ve hakaret içermeyen her fikre saygılıdır, tahammül gösterir, hatta paylaşmadığı fikirlerin savunulmasına yardımcı olur, sesini yükseltmez, nezaketi elden bırakmaz, diyalog ve uzlaşmadan yanadır, ırk, din, dil, cinsiyet, sınıf ayrımı gözetmeden insana insan olduğu için değer verir, kişileri putlaştırmaz, kalıplaşmış düşüncelere itibar etmez, sorgular, kitap okur, dünyada olup biteni izler, tarih bilinci gelişmiştir, fikirlerini cesurca ifade eder, arkadan konuşmaz, toplumsal konularda duyarlıdır, en az bir kaç sivil toplum örgütünde aktif olarak görev alır, baskı ve şiddete karşı direnir, menfaati için değerlerinden taviz vermez, evrensel hukuk ilkelerini benimser, savunur, halkın iradesine ipotek konulmasını onaylamaz, sosyal sorumluluk taşır, temel hak ve hürriyetlerin en geniş şekliyle kullanımını destekler.

O kişi demokrattır.

Var mı çevrenizde?

Ya kendimiz, demokrat mıyız?

Dürüstçe cevaplayalım.

Sizi bilmem, ama...

Benim cevabım hayır.

Politikacılar mı?

Hiç sormayın.

TV’lerden izleyin yeter.

Oysa adına ne derseniz deyin “açılım”ın başarılı olmasının ön şartı demokrat olmaktan geçer.

Demokrat olmak...

Kolay değildir.

İrade, emek, yürek ister.

Seçenek yok.

Mecburuz, gayret sarf etmeliyiz.

Aksi halde oligarşik yapının hakim olduğu, başbakanların sultan ilân edildiği, parti liderlerinin değiştirilemediği, hak ve hürriyetlerin kısıtlandığı, hukukun çiğnendiği, basın yayın organlarına baskı uygulandığı, muhalif seslerin susturulduğu, fikirlerin ve kitapların suç unsuru sayıldığı, yolsuzluk ve rüşvetin kol gezdiği, zaman zaman demokrasinin raydan çıktığı, yargının siyasallaştığı, darbelerin alkışlandığı...

İkinci sınıf ülke statüsünden kurtulamayız.

Açılım bunun için bir fırsat ve umut olabilir.

Yalnız açılımın zor ve yorucu bir süreç olduğunu, sabır ve dikkat istediğini bilelim.

Bu süreçte şiddet ihtiva etmeyen her türlü aykırı fikirler söylenebilmeli, karından konuşup lâflar evelenip gevelenmemeli, ezberler bozulmalı...

Tabiî medeni ölçüler içinde.

Ama şu gerçeklerde iyi bilinmeli:

Demokratik açılım bütün halkı kucaklamak içindir, bir bölge ve etnik bir grupla sınırlanamaz.

Hiçbir ülke...

Egemenliğini ve toprak bütünlüğünü riske atacak açılımlara izin vermez.

Dünya üzerinde bugüne kadar çok özel bir iki istisna dışında kan dökülmeden masa başında sınırların yeniden çizildiğine şahit olunmamıştır.

Bu sebeple...

Herkes haddini ve kendini bilsin.

Kimse...

Tarih boyunca böl ve yönet siyaseti izleyen ve düşmanca duygular besleyen...

Dış güçlere güvenerek...

Boş hayallere kapılmasın.

Daha fazla kan ve gözyaşı akmasın.

07.09.2009

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Kampanyamız bitti, hediyelerimiz bitmedi


A+ | A-

Ramazanla taçlanan üç aylar eşi bulunmaz bir manevî ticaret mevsimi. Bu ayda Allah rızası için yapılan her hayır, okunan her harf binlerce sevap kazandırıyor. Bu kârlı ve nurlu zaman dilimini değerlendirmek için çeşitli alternatifler var. Orucu tamamlayan ve kaynaşmayı sağlaması açısından cemaatle kılınması tavsiye olunan teravih namazı, okunan hatimler, Kur’ân tefsirleri, nafile ve sünnet olan ibadetlerin diğer zamanlara göre daha fazla yapılması, mukaddes mekânlara yapılan ziyaretler bu ayın şiarı haline gelmiş güzel hasletlerden bazıları.

Yeni Asya’nın bütün bu mânâlara katkıda bulunmak için yürüttüğü kampanya yine ses getirdi. Ramazan’ın ilk günü verdiğimiz Yüz Soruda Ramazan Orucu ve ikinci haftası hediye ettiğimiz Ramazan-İktisat-Şükür Risalelerinin ardından, geçtiğimiz hafta da Yüz Soruda Zekât kitabı okuyucu ile buluştu. Ramazan ayının mânâ ve hikmetini yakın çevrelerine hatırlatmak isteyenlere de kolaylık sağlayan hediye kitap setimiz büyük bir rağbet ve ilgi gördü.

Tekrar hatırlatmak gerekirse, Bediüzzaman Said Nursî’nin telif ettiği Ramazan-İktisat- Şükür Risalelerinde orucun hikmetleri ve toplum hayatına yansımaları orijinal bir ifade ve üslûpla anlatılıyor. Sosyal bir köprü olan zekât ve oruç konulu kitaplar ise gazetemiz Fıkıh Günlüğü yazarı, ilahiyatçı Süleyman Kösmene tarafından kaleme alındı. Bu eserlerde, her iki ibadet ve uygulamaları hakkında çok sorulan sorulara cevap aranıyor.

Fakirin zenginin malındaki hakkı olan ve verildiğinde geri kalan malın temizlenmesini sağlayan zekâtın önemli hikmetlerinden biri de, Said Nursî’nin ifadeleriyle; zenginle fakir arasındaki bağın kopmamasına, bu iki kesimin birbirlerine olan muhabbetlerinin devamına vesile olmasıdır.

Diğer yandan topluma bakan yönüyle tokların açın halinden anlamasını sağlayan, insanın şahsî hayatına bakan cihetiyle de “İnsana en mühim bir ilâç nev'înden maddî ve mânevî bir perhiz” olan oruç da 100 Soruda Ramazan Orucu kitabında mânâsını buluyor. Bu mânâları ihtiva eden yüz binlerce kitabın çok değişik çevrelere ulaştığı düşünüldüğünde kampanyamızın ifa ettiği hizmetin önemi daha iyi anlaşılacaktır.

***

Mahkûmlara da ulaştı

Nevşehir’den Eşref Mert, kampanya çalışmalarını ve duygularını bizlerle paylaşmış:

“Kozaklı’da yaptığımız istişaredeki sözümüzü yerine getirelim diye, Bilâl Bey kardeşim ile bir ekip olduk ve esnafları dolaştık... Ev sahibi sıfatıyla katıldığımız toplantıda biraz uçmuştuk, 3 bin demiştik. 3 bin için çıktık yola, ama Allah bizleri umulmadık nimetlerle donattı. Çalışmaya başladıktan sonra çıta yükseldikçe yükseldi.. Ürgüp’ten Ahmet Çakmak Ağabeyin ihlâsı, Acıgöl’den Bekir Şahin Beyin gayretlerine Nevşehir esnafının hayırseverliği de dahil olunca rakam tam 9 bin oldu. Bu da günlük 300 gazete demekti.

“Bilal Beyin girişimleri ile gazete ve kitapların üçte birini hapishanedeki mahkûmlara göndermek de ayrı bir mutluluk oldu bizlere... Allah kurtarsın, sabır versin duâlarımızı da sizlerin aracılığı ile her birine iletmek istiyoruz.”

***

Temsilcilerimize binler teşekkürler

Aylar süren bir çalışma periyodu sonunda gerçekleştirdiğimiz kampanyamıza destek ve katkılarını esirgemeyen, manevî haz ve heyecanımızı paylaşan herkese binlerce teşekkür.

Bize destek veren; İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Nevşehir, Kırşehir, Eskişehir, Şanlıurfa, Kastamonu, Konya Ereğli, Balıkesir, Tokat, Turhal, Elazığ, Adana, Adapazarı, İzmit, Isparta, Çorum, Kumluca, Denizli, Bursa, Kütahya, Samsun, Suluova, Mersin, Adıyaman Patnos, Erciş, Ağrı, Erzurum, Tire, Afyon, Manisa, Aydın, Salihli, Turgutlu, Düzce, Konya, Kırıkkale, Van, Yalova, Aksaray, Kayseri, Alaçam, Birecik, Malatya, Muş, Iğdır, Silifke, Erdemli, Anamur, Sivas, Bolu, Gemlik, Tekirdağ, Çorlu, Simav, Gölcük, Dörtyol, Akhisar, Alanya, Uşak, Ödemiş, Torbalı, Biga, Yozgat, Trabzon, Gaziantep ve Antakya temsilcilerimize de ayrıca teşekkürlerimizi sunuyoruz.

***

Yeni hediyemiz okul seti

Yeni Asya'nın kültür hizmetleri burada bitmiyor, kampanyalar hız kesmeden devam ediyor. Yeni hediyemiz ise okul seti. Bu kampanyamızla ilgili önümüzdeki günlerde sizleri daha ayrıntılı bilgilendireceğiz. Okulların açılışı ile birlikte elinizde olmasını planladığımız setin, okul ihtiyaçlarınıza önemli bir katkı sağlayacağına, öğrenci ve velilerini sevindireceğine inanıyoruz.

07.09.2009

E-Posta: [email protected]



Ali FERŞADOĞLU

Ailesi hakkında detaylı bilgi edinin


A+ | A-

Hemen her genç, mutlu bir aile yuvası kurmanın hayallerini kurar. Zamanla bu hayalleri tasavvura, karara ve nihayet plan ve eyleme dönüşür.

Dengeli ve sağlıklı bir evlilik için; başta adaylar, hatta adayların ailesi ve çevresi hakkında detaylı bilgiye, derin bir tetkike ve araştırmaya ihtiyaç vardır.

Eş bulmak bir san’attır. Tıpkı resim, ticaret, pazarda alış veriş, öğretmenlik bir san’at olduğu gibi…

Mutluluk görücü usûlü ile evlilikte değildir. Görücüsüzlük ve flörtte de değildir. İkisinin dengelenmesindedir!

Ortak bir iş yeri kuracağınız veya yapacağınız zaman ortağınızda aradığınız vasıflar nelerdir?

Güzelliği, yakışıklılığı mı, boyu-bosu mu, rengi mi?

***

Bir esnaf, zaman zaman kendisine ortak alırmış. Araştırmasını yapar, en sonunda da mutlaka zeytin ekmek yemeyi teklif edermiş.

Yemeğin sonunda da “Tamam ortak olalım veya hayır, seninle ortaklık yapamam!” dermiş…

Bir arkadaşı, tanıdığı birisi için, “Daha önce tanıdığım birisiyle de ortaklık ettin, zeytin ekmek yedikten sonra kabul etmiştin, neden benim dostumu kabul etmedin? Hem bu zeytin ekmek yedikten sonra buna karar vermenin hikmeti nedir?” diye ısrarla sormuş. Şu cevabı almış:

“Ben 100 gram iri, 100 gram ince zeytin alır, iyice karıştırırım. Yemeğe başlayınca ortak teklif ettiğime bakarım. Ortaklığını kabul etmediklerim, her seferinde iri zeytinleri götürüyor. Kabul ettiklerim ise, bazen iri, bazen incelerini seçiyor!”

Hayat ortağınızı seçerken, çeşitli testlere tabi tutun. Çünkü evlilik bir ömürboyu sürecek bir ortaklıktır.

Evleneceğiniz eş için arayacağınız şartlar ne ise, siz de onları taşımalısınız. Diyelim ki, yalnız güzelliğine veya zenginliğine bakarak evlendiniz. Sonuç ne olacak? Tahmini zor değil…

Bir ürün satın aldığınızı düşününüz… Yalnız dışı güzel, kabı parlak olduğu için mi alırsınız; yoksa kalitesine mi bakarsınız? Farz edelim ki ürünü beğenmediniz; değiştirmeniz veya yenilemeniz mümkün.

Ne var ki, insan bir ürün değildir. Kâinat çapında, hatta onun da ötesinde bir değeri vardır. Evlilik ömürboyu sürdürülecek bir müessesedir. Öyle ise, ona bir eşya ve üründen daha fazla değer vermeli ve ona göre araştırmalısınız.

Boşanmalar hızla artmasının sebeplerinden birisi, belki de birincisi; saman alevi gibi parlayan aşk-meşk evlilikleridir. “Gördüm, sevdim, beğendim, evlendim!” şeklinde gerçekleşen bir evlilik, “Gördüm, sevemedim, sevgim bitti, beğenmedim, boşanıyorum!”

07.09.2009

E-Posta: [email protected] [email protected]



Osman ZENGİN

Çıkart, o başındaki örtüyü!


A+ | A-

Aslında dinî emirlere muhalif bir tavsiyede hiçbir zaman bulunmayız. Zaten her şeyin iyisine, müsbetine bakmak, bizim prensibimizdir. Ama, bu hadise bizi çileden çıkardı. TV falan pek seyretmem, el iyazubillah herhangi bir dizi, v.s gibi şeylerin esiri olmayı zaten anlamam. Çoğu zaman da haberlere, yazı yazmak için açtığım bilgisayarımda, bazı haber sitelerine bir göz atarak muttali olurum. İşte bu defa da öyle oldu. Bir haber görmüştüm, pop star diye bir yarışma programı düzenleniyormuş. Ona katılan bir yarışmacı da başörtülü bir hanımmış. İnanın titredim, “Böyle şey olur mu?“ diye. Neyse fazla incelemedim, ama geçen akşam TV’de çıkmış beni çağırdılar “Gel bak işte bu, o” diye. Biraz baktım, üzüldüm “Yazıklar olsun!” dedim içimden.

Bizim yıllardır kanayan bir yaramız olan başörtüsünün özelliğini son zamanlarda, muhtemelen de ifsat komitesinin tergib ve revacıyla zaten rayından çıkardılar, bunlara canımız sıkılırken, bir de bu” türedi” çıktı ortaya, başörtüsüyle şarkı okuyormuş. Yahu, Allah’tan kork be kadın! Zaten şeş cihetten muhasara altına alınmışız. Üstü kaval altı şeşhane olan başörtülüler türemeye başlamış, biz ”Bunların hangi birini nasıl yazalım, nasıl giriş yapalım, başlık olarak ne koyalım?“ diye düşünürken bir de sen çıkmış ortalığı bulandırmışsın. Zaten bizim, millet ve milletin düşmanı medyamız her Ramazanda muhakkak bir fitneye, fesada sebep olacak bir şey bulup, milletin rahatını bozar ya. İşte, bu Ramazanda da bir vesile ile bu işin piyonu sen oldun her halde.

Eğer sen başını Allah için, Allah’ın emri olduğu için ihlâsla örtüyorsan, o zaman bu hal de ne? Böyle bir saçmalık nerede görülmüş? Hem Allah’ın emri de, hem de ona mugayır işlere soyun, olacak iş mi? Allah muhafaza yarın aklı evvelin biri de çıkar, barda, pavyonda—ki nitekim bunun gidişatı da o gibi sanki—veya başka akla gelmeyen bir fitne yuvasında başörtülü olarak boy gösterirse ne olur o zaman? Aklıma fesat şebekesinin 30’lu yıllarda bir Türk kızını dünya güzeli seçmesinin altında yatan gerçek sebep olan aziz milleti rezil etmek gibi bir şey geldi. Muhtemelen seni de bu yarışmada 1. seçebilirler, ama aynen o şekilde milletin nazarında çok kötü ittiham olunursun.

Biz kimsenin hayat tarzına karışmayız, karışmıyoruz. Bizim yaptığımız sadece, “Ahiret var, cennet-cehennem var” diye insanları ikaz edip, yarın “ya ley teniy küntü türaba” dememeleri için uğraşıyoruz. Yoksa, dediğim gibi, bizi kimsenin hayatı alâkadar etmez, ama biz Müslümanların hayat tarzının bir parçası olan başörtüsünü de, böyle pespaye bir hal için reklâm edenlere karşı çıkarız elbette. Eğer, böyle bir işe soyunup, şöhret veya başka bir maksad için dünyanın sefahate giden bir işine meylediyorsanız, o zaman lütfen, o kapıdan girmeden önce bizim başörtümüzü çıkartıp, bize geri veriniz!

07.09.2009

E-Posta: [email protected]



M. Latif SALİHOĞLU

Siyasî ayrışma felâkete götürür


A+ | A-

Türkiye'de siyasî ayrışmaya götürecek faaliyetlerde bulunmak, bu vatanda yaşayan ehl–i İslâma, dolayısıyla İttihad–ı İslâm dâvâsına yapılabilecek en büyük kötülük, en büyük fenalıktır.

Siyasî bölünmeyi netice verecek bir çaba, Türkler kadar Kürtleri de ve onların dışındaki sair İslâm unsurları da yakacak bir ateş topuna dönüşeceği muhakkaktır.

Üstad Bediüzzaman, böylesi bir girişimin tahakkuk etmesi halinde, yaşanacak olan vehameti şu sözlerle ifade ediyor: "...Hem, Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak. O vakit, milletin kuvveti, bir şık bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek." (Mektubat, s. 424)

Kuvvetler hiçe indiğinde, tarafların ecnebi himayesi altına girmesi kaçınılmaz hale gelecektir.

Buna sebebiyet vermek ise, dehşetli bir günahın, büyük bir vebâlin altına girmek demektir.

Şükürler olsun ki, insanlarımızın ekseriyeti tehlikenin farkında. İtidalli, müteyakkız ve mütehammil davranıyor. Tahriklere kapılmıyor. Kışkırtmalara iltifat et- miyor.

Ancak, yine de aramızda bilerek yahut bilmeyerek, bu fitneye âlet olanlar var. Bu, açıkça görülüyor.

Demek ki, tehlike tümüyle atlatılmış değil. Fitne kol geziyor. İçteki ve dıştaki birtakım karanlık mihraklar, yaraları kaşımaya, ateşi körüklemeye sinsice devam ediyor.

Neticede, onlar kendi vazifelerini yapıyor; biz de kendi hizmetimize aralıksız devam edelim. Buna mecburuz.

Ayrışma değil, çatışma olur

Türkiye coğrafyasını teşkil eden Anadolu ve Rumeli toprakları, dünyanın hiçbir yeri ile kıyaslanmayacak bir demografik yapıya sahiptir. Bağrında "yetmiş iki millet"i barındırıyor. Üstelik, bunları kelimenin tam anlamıyla birleştirip harmanlayarak barındırıyor.

Yüz yıllardır devam eden bu kaynaşmayı tersine çevirmenin, yani ayrıştırmanın imkân ve ihtimali görünmüyor.

Meselâ, dünyanın en kuvvetli devletlerinin tamamı toplanıp müşterek hareket etse, yine de Anadolu'da birbiriyle kaynaşmış olan Türkleri, Kürtleri, Arapları, Çerkezleri, Gürcüleri, Arnavutları, Boşnakları... birbirinden ayıramaz, koparamaz.

Fitne odakları, onları birbirine düşürebilir. Onları yekdiğeriyle çatıştırıp kan döktürebilir. Ancak, onları ayrıştırmada asla ve kat'a muvaffak olamaz.

O halde, hepimiz için geriye bir tek yol ve mecburi bir tek istikamet kalıyor: Hep birlikte, barış ve huzur içinde yaşamak.

İşte, şimdilerde hemen herkes bu huzurlu birlikteliğin çaresini, reçetesini, formülünü arıyor.

Şayet, birtakım bulandırma ve dayatma çabaları olmazsa, huzur ve barışın adresini bulmak, yani selâmet sâhiline ulaşmak, hiç de zor olmayacaktır.

Şunu sevinerek ifade edelim ki, dayatmacıların kuvveti önemli ölçüde zayıflamış durumda.

Bulandırma çabaları ise, ne yazık ki tam gaz devam ediyor. Üstelik, bilmeyerek de olsa, bulandırma faaliyetlerine katkı sağlayanlar var. Bu da, hayli düşündürücü, üzücü bir nokta-i siyah!

Ayrışmanın ürpertici safhaları

Bir önceki yazıda da temas ettiğimiz Üstad Bediüzzaman'ın "adem–i merkeziyetci" Prens Sabahaddin Beye yazdığı mektupta, bu prensibin siyasî ayrışmaya götürmeyecek, bölünmeye yol açmayacak sosyal, kültürel ve temel insanî hakları hedefleyen taraflarına son derece müsbet bir nazarla bakılıyor.

Bu prensibin siyasî ve ideolojik ayrışmaya yol açan kısmı hakkında ise, pek dehşetli ve ürpertici ifadeler kullanılıyor.

Zira, Mektubat'ta da zikredildiği gibi, siyasî ayrışma, sür'atle siyasî tarafgirliği netice verir. Bu garazkârlığı netice verir. Firavunlaşmış nefs–i emmâre derhal devreye girer. Bu durumda, desadüm-ü efkârdan bârika-i hakikat değil, belki fitne ateşleri çıkar. Çünkü, taraflar hak namına hareket etmediği için, nihayetsiz müfritâne giderler. Neticede, kabil-i iltiyam olmayan inşikaklara sebebiyet verirler. (Age, s. 259)

Aynı eserin 424. sayfasında ise, Üstad Bediüzzaman "Ey sarhoş hamiyetfuruşlar!" diye hitap ettiği unsuriyet fikri taraftarlarına "Şu asrın, unsuriyet asrı olmadığını" hatırlatıyor böylesi bir teşebbüsün "İslâm milletini ifsad ettiği gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslâh ve ibka edemeyeceği" gerçeğini ders verir.

Yazımızı, yüz yıllardır harmanlanmış Anadolu'daki insan grupları ve bilhassa unsurları için siyasî mânâda kullanılan eyalet, muhtariyet, otonomi, federasyon gibi tekliflerin, realize edilmeye çalışılması halinde, zincirleme ne gibi sakıncaları beraberinde getireceğine dair Üstad Bediüzzaman'ın ikazlarıyla noktalayalım...

1) Siyasî ayrışmanın ilk adımında birleştirici bağlar kopmaya başlayacak.

2) Unsurların (etnik gruplar) herbiri kendine mahsus kulüpler, cemiyetler, fırkalar kurmaya yönelecek.

3) Merkezden de duyulan nefret saikasıyla, ırkî ve mezhebî noktada şiddetli ihtilâflar, zıtlaşmalar başgösterecek.

4) Yetki tartışmaları vahşî duyguları galeyana getirecek.

5) Elde edilen hürriyet ve meşrûtiyet nimetinin perdesi, feveran ile yırtılacak.

6) Meydana getirilen kaos neticesinde, dahilde muhtariyet, istiklâliyet ve nihayet tavaif–i mülûk suretiyle rekabet kızışacak, bu da vahşetin mahsulü olan "fikr–i istilâya" yardım etmesiyle, tam bir keşmekeşi netice verecek.

7) Bu ise, öyle büyük bir günahtır (zenb–i azim) ki, hürriyetle elde ettiğimiz sevapların tamamını götürecek kadar ağır basar. (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 183)

07.09.2009

E-Posta: [email protected]



Vehbi HORASANLI

New York köprüleri


A+ | A-

Türkiye’de 3. Köprü tartışmaları gündemde. Hâlâ şehri çirkinleştirdiği için yapılmamasını isteyenler var. İlginçtir ilk defa inşa edildiğinde de benzer tartışmalar yapılmış “Buradan zenginler geçecek, ne gereği var ki” diye çok haksız eleştiriler yapılmıştı.

Hâlbuki bu köprüden şimdi en çok işine gücüne gitmeye çalışanlar yararlanıyor. Hem de saatlerce trafik kuyruğunda bekleyerek. Bu tartışmalara doğru bir istikamet vermek üzere bu yazıyı kaleme aldım. Amacım köprülerin şehre çirkinlik değil güzellik kattığının ispatlanmasıdır.

Bir de hemen yanına kadar geldiğimiz “Özgürlük Anıtından” bahsetmek istiyorum.

New York şehri ençok ikiz kulelerin (Dünya Ticaret Örgütü Gökdelenleri) kimin yaptığı tam da belli olmayan bir terörist saldırı sonucu yıkılması ile gündeme geldi.

Bu eylem o derece dünya gündemini değiştirdi ki insanın aklına Kur’ân’da kıyamete yakın bir zamanda harap olacağı bildirilen Seddi Zülkarneyn’i hatıra getiriyor.

Bediüzzaman Muhakemat isimli eserinde Ye’cüc ve Me’cüc taifesini tarif ederken “…kıyamette böyle nev-î beşerin hercü mercine (allak bullak olması) sebep olacaktır” demektedir. Allahu alem ikiz kulelerin yıkılması bu dehşetli anarşist taifenin böylesine meşhur bir olayla ortaya çıkmasına delâlet ediyor olabilir. O halde terörizme karşı biz Müslümanlar da tetikte olmalı ve anarşizme sebebiyet verecek her türlü davranıştan uzak durmalıyız.

Yine Bediüzzaman’ın “müsbet hareket” düsturları bu zamanın gayet tehlikeli bu terör hastalığından korunmada en önemli çare olarak kendisini göstermektedir.

New York denilince ne yazık ki akla bu üzücü olay geliyor. Fakat ben daha başka bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Özgürlük Anıtına ve meşhur köprülere…

Özgürlük Anıtı, adı üstünde Amerikalıların İngilizlerden bağımsızlığını kazandığı günün hatırası için Fransızlar tarafından gönderilip New York’un girişindeki küçük bir adaya dikilen heykel.

Özgürlük Anıtı ( Statue of Liberty) ve Manhattan

İkinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin hızlı yükselişi ve buna paralel olarak bütün dünyayı kasıp kavuran “komünizm” dalgası ABD’nin devreye girmesi ile yavaşladı ve nihayet 1980’li yılların sonunda bitip tükeniverdi. Lâkin komünistlerin bir başka ifadeyle Bolşevik Devrimi ile ateşlediği anarşistlik hâlâ dünya düzenini tehdit ediyor.

Bir Zamanlar ABD Başkanı Truman’ın dediği “Amerika’nın menfaatleri Boğazlardan (İstanbul ve Çanakkale) başlar” sözü Türkiye’nin Sovyet yayılmacılığına karşı en büyük güvencesi olmuştu. Bu sayede apaçık Boğazları ve Kars-Ardahan’ı isteyen Ruslara ancak ABD’nin desteğini sağlayarak karşı durabilmiştik.

Ülkemiz gibi birçok devlet özgürlükleri kanlı bir şekilde yakıp yıkan Marksizm belâsına bu sayede direnebilmiştir. Bu nedenle Özgürlük Anıtı’nın ABD’de ve bu ülkenin en önemli şehri olan New York’ta olması gayet tabiîdir.

New York’un merkezi sayılan Manhattan şehri 7 milyonluk bir nüfusu barındırıyor. Manhattan’ın civarı da büyük yerleşim merkezleri ile dolu. Bu merkezler üç Eyalet’in sınırları içinde olmakla birlikte köprüler vasıtası ile birbirlerine bağlanmış durumda. Yaklaşık 50 milyon insan bu bölgede yaşıyor. Bu bölgedeki köprülerin en büyüğü Verrezano Köprüsü. Adını bir İtalyan kaşiften alan bu köprünün uzunluğu 1250 metre. İki küçük yapay ada üzerine kurulmuş bacakları ile Staten Island ile Brooklin’i birbirine bağlıyor. 1979 Yılında hizmete açılan köprünün altından geçerek New York’a varıyorsunuz. Altından geçmek bedava da üstünden geçmek çok pahalı. Araba başına 15 dolar gibi yüksek bir ücret alıyorlar. Bizim Boğaz Köprüleri çok pahalı diyenlerin kulakları çınlasın. Bu köprü iki katlı olup hemen yanına demirlediğimiz halde hiç trafik sıkışıklığına rastlamadım. Her halde 15 dolar pahalı gelmiş olmalı ki insanlar genellikle toplu taşım araçlarını kullanıyorlar. Çin’de de köprüler çok pahalı. Geçiş için 45 Yuan ödüyorlar. Yaklaşık 5 dolar. Çin’lilere göre çok büyük bir para bu.

Altından geçtiğim diğer bir köprü ise “Bayonne Bridge.” Bu köprü Staten Island ile Bayonne Şehrini birbirine bağlıyor. Bu köprü küçük olmasına rağmen yine de paralı. Zaten ABD’de neredeyse bütün köprüler paralı. Sadece eski küçük köprülerden bir kısmı yaya ulaşımına açık ve ücretli değil.

Hemen yakınına yanaşarak yükümüzü yüklediğimiz diğer bir köprü de New Jersey Turnbike Bridge. Bayonne şehrini Newark Havaalanına bağlıyor. Hemen arkasında eski bir demiryolu köprüsü var ve açılıp kapanabilir cinsten. Bizim Unkapanı Köprüsüne benziyor.

Elbette New York’un köprüleri bu kadar değil çok güzel başka köprüler de var. Fakat benim aktarabileceğim sadece bunlar. Eğer köprülerin lüzumu konusunda bir parça katkıda bulunabildiysem ne mutlu bana. Kalın sağlıcakla…

07.09.2009

E-Posta: [email protected]



Şükrü BULUT

Ramazan’da hediye yağmuru


A+ | A-

Yağmur rahmettir, berekettir… Ramazan ayına da “rahmet ayı” deniliyor. Ramazan’ı yaşayanların hemen hepsi onun bereketini anlatır, dururlar.

Bediüzzaman Hazretleri her Ramazan-ı Şerifin kendilerine bir hediye ile geldiğini söylüyor. Bazen birkaç tane, bazen kucak dolusu… Risâle-i Nur Külliyatındaki bir çok bahisler Ramazan-ı Şerifle gelmiş. Nurların yoğunca kaleme alındığı Barla'dan önce de bu böyle imiş. Ramazan-ı Şerif rahmet ve bereketiyle gelirken, Üstad Hazretlerine bize de ulaşacak şekilde hediyelerle gelmiş.

Eski Said döneminde yazdığı Lemaat isimli eserin dibacesinde “Min beyni hilâli savmin ve hilâli îd” ibaresi dikkatimizi çeker. “Ramazan hilâli ile bayram hilâli arasından…” Eserin mukaddimesinde; “Bu eser, birçok meşagil ve Darü'l Hikmet'teki vazife içinde, yirmi gün Ramazan’da, günde iki veya iki buçuk saat çalışmak suretiyle manzum gibi yazılmıştır” denilmektedir.

Ramazan-ı Şerif rahmet ve bereket olunca, Bediüzzaman'ın çocukluk Ramazan'larında da hediye yağmuru devam etmiştir.

Yağmur semadan iniyor… Nüzul ediyor. Nüzul veya inzal kelimeleri bir başka rahmetin yağışını tedai ettirir. Nokta, nokta… Harf, harf… Âyet, âyet… Belki de sûre, sûre bir rahmetin inişini… Yağmur tanelerini ellerinden tutarak yere indiren meleklerin gıpta ve hayranlıkla izledikleri bir rahmet yağmurudur bu. Cibrîlü’l-Emin´in mübarek ellerinden tutarak sema cihetinden getirdiği âyetlerin “rahmet yağmuruna” dönüşüne Ramazan-ı Şerif şahit olduğundan, o da rahmete mazhar olmuş… Yalnız kendisi değil, çerçevesine giren her şey…

Zamanın burada Gül-ü Sadberge dönüştüğünü biliyoruz. Her bir aşirenin milyonlarca tohum ve meyve veren cennetî tûbâ ağacına da dönüştüğünü… Seksen küsur senelik bir hayatı belki de birkaç dakikaya veya bir geceye sığdıran rahmetin Sahibi hediyelerinin çoğunu bu zamanda bize göndermiş ve gönderiyor. Ramazan’a rahmet ve bereket sıfatlarını kazandıran asıl unsurun Kur'ân olduğunu hatırlamamız tekrar mı olur?

Bediüzzaman’ın eserlerinde ve mektuplarında bu Kadirli gecenin bahsi çok geçer. Fakat dikkatimizi fazlaca çeken bir mektubunu hepimiz okumuşuzdur: “Leyle-i Kadir'de kalbe gelen pek uzun ve geniş bir hakikate pek kısaca bir işaret edeceğiz.” İkinci Dünya Savaşının tar u mar ettiği yerkürenin detaylı haritasını bir buçuk sahifeye sıkıştırmıştır Üstad Hazretleri… Yalnızca o günün resim ve haritalarından ibaret değildir. Belki de kıyamete kadar sürecek dert ve sıkıntılarına çare olacak reçeteleri istikbale ait resimleriyle birlikte buluruz o sayfalarda. Emirdağ Lâhikası’nın İkinci cildinde, bazılarımızın yeterince önemseyemediği mektupta Türkiye ve İslâm âleminin içtimaî reçetesi de bir başka Kadir Gecesinde ihtar edilmiştir.

Ramazan-ı Şerifteki hediye yağmuru müjdelerle dolu bahislerle ve okunmasında çok büyük neticeler hasıl olacak duâlarla devam etmiş Üstadımıza… Onun “Her Ramazan-ı Şerif bize hediyeler getiriyor” demesine avuçlarımızdaki hediyeler şehadet ediyor.

Rahmet, bereket ve mağfiret zamanı olan Ramazan-ı Şerifin şahıslarımıza yönelik hediyelerini de düşünmek istiyoruz. Her Ramazan’ın bize özel ve müşahhas hediyesi yok mu? Ramazan-ı Şerifin kanatları altında olup da hediye yağmuruna yakalanmamak elbette mümkün değil. Hediyeleri yakalamak kadar farkında olmak da önemlidir. Yağmur öncesi ve sonrasını karşılaştırabilenler, hediyeleri tesbit eder ve yakalarlar. Fertten cemaate, mahallemizden İslâm dünyasına kadar mutlaka mazhar olduğumuz hediyeler vardır. Azıcık düşünme ve tefekkürle çok kıymetli pırlantaları, farkında olmadığımız halde avuçlarımıza düşmüş altın ve elmasları tanıyabileceğiz.

Bedenimize, malımıza, evlâdımıza, çevremize, vatanımıza ve dünyamıza konan yağmur tanelerinin farkına varamamak, bizi rahmetten mahrum etmez mi? Belki… Fakat rahmet ayındaki hediye yağmuru devam ediyor… Görünen o ki, rahmet daha da coşacak… Yeter ki gönül, kalb, dimağ ve ruhanî kaplarımızı rahmetin billûrlaşarak aktığı yere açarak koyalım. Sessizce, mutluluk içinde ve hırs göstermeden hediye yağmuruna müteveccih olalım. Gerisi zaten bize ait değil.

07.09.2009

E-Posta: [email protected]



Nurullah AKAY

“Ümmet”in bir ferdi olabilmek


A+ | A-

İnsanları değişik cihetlere götüren birbirinden farklı yollar bulunmaktadır. Bu yollardan sadece bir tanesi insanlığı huzur ve saadete götürmektedir ki, şüphesiz o da, Kur’ân’ın eşine rastlanmayan büyük caddesidir. Bilhassa “ahirzaman” olan zamanımızın insanlarını felâketlere götüren eğri yolları her zamankinden fazladır. Dünya hayatının sonlarına doğru geldiğimiz asrımızda, şeytânî yaklaşımların insanlığa kurtuluş ümidi olarak sunduğu karanlık yollar saymakla bitmemektedir. Bu sebeple ancak kılı kırk yaran insanlar, zamanımızda en doğru olan yolu bulabilmektedir.

Sadece kuru bir iddiâ olarak değil, bol delil göstererek insanlığı sahil-i selâmete ulaştıracak tek yolun, İslâm’ın Kur’ân hakikatlerinden ibaret olan ve Yüce İnsan Muhammed’in (asm) mübarek şahsında hayata geçirilen tek şaşırmaz ve şaşırtmaz yol olduğunu söyleyebiliriz. Kur’ân’ın bütün hükümleri kendilerini bütün akıllara kabul ettirmiş ve şimdiye kadar yaşanan bütün hayatlar üzerinde en müsbet bir şekilde tesirini göstermiştir.

İnsanı gerçek insan yapan, ruhlara hayat, kalplere nur, akıllara istikamet veren Kur’ân hükümlerinin, en güzel bir şekilde yaratılıp bu fani dünyada misafir edilerek imtihana tabi tutulan insan üzerinde hükümfermâ olmaması için dünyanın bütün şeytanları büyük mücadele vermektedirler. Şeytanın ağababası olan nefis şeytânî planlarda ana rol üstlenmektedir.

İnsanî hüviyetini kaybetmemiş bütün akılları kendine musahhar eden, bütün kalpleri de ihtizaza getiren Muhammedî (asm) hayatın insan hayatına verdiği huzurun bir benzeri şimdiye kadar ortaya konulmamasına rağmen, ne yazık ki nefis ve şeytanın tuzaklarına düşenler bu büyük nurlu yolu görmemekte veya görmek istememektedirler.

Bütün insanlara, Âlemlerin Rabbinin gönderdiği Kur’ânî mesajlarla hitap eden Muhammedü’l-Emin’in insanlığa verdiği aydınlık dünyalar ve huzurlu âlemler başka hangi yerde bulunabilmiştir şimdiye kadar? O yüce insanı hangi düşman, akıl ve mantığıyla mağlûp edebilmiş, hangi şeytan yanlış yollara sevk edebilmiştir? Kim ondan daha fazla insanlığa şefkat edebilmiş, kim onun ortaya koymuş olduğu gerçekleri çürütebilme gücünü kendinde bulabilmiştir?

Şüphesiz Muhammed-i Zîşan (asm) bütün insanlık için bir rahmettir. Ona ümmet olanlar büyük bir bahtiyarlığı yakalayabilmişlerdir. O Resul-i Kibriya’nın yoluna girenler, onun hayat tarzını kendine rehber edinenler dünyanın en bahtiyar insanlarıdırlar. Onu tanımak, onun sünnetlerinin takipçisi olmak gerçek insan olmak demektir.

Ne yazık ki, ifsad komitesi, müntesiplerini bile o övülen Yüce Peygamberden (asm) ayırmak için bütün karanlık planlarını ortaya koymaktadırlar. Nefis bir taraftan şeytanî duyguları dünyamızda canlandırmaya çalışırken, diğer taraftan da gözlerimize aldatıcı sahte güzellikler göstermekte ve İslâm’ın aydınlık dünyasından bizleri uzaklaştırmaya çalışmaktadır.

Sadece dünya ile irtibatlı hayatlar önümüze serilmekte, zulümleriyle iştihar etmiş kahramanlara intisabımız sağlanmaya çalışılmaktadır. Unsurî hastalıklar ve ırkî intisaplar ile Kur’ân’ın Muhammedî caddesinden soğutulmak istenmekteyiz. İslâm toplumunu dünyaları aydınlatan huzurlu yollarından ayırmak için zındıka komiteleri ellerinden geleni yapmaktadır.

Şüphesiz, hem el’an yaşadığımız dünyaya huzur ve saadet verecek, hem de ölümden sonraki hayatımıza ebedî saadet kazandıracak İslâm’ın Muhammedî terbiyesinden uzaklaşmak ümmetin en büyük kaybı olacaktır.

İnsanları çeşit çeşit yaratan, onları kabilelere ayıran, onların dillerine değişik konuşma şekilleri yerleştiren Kâinatın Yaratıcısı Allah değil midir? Hangi insan kendi iradesini bu durumlarda kullanabilmiştir? O halde Allah’ın kudret eseri olan durumlar hakkında nasıl kendi nefislerimize pay çıkarıp başka insanlar üzerinde üstünlük hak iddia edebiliriz? Bu ahmakane duruma aklı başında olan hiçbir insan, hususan hiçbir Müslüman düşmemelidir.

İnsanlığın tek kurtuluş yolu, Rabb-i Rahîme hakikî kul olmak ve Habib-i Muhammed’in (asm) Sünnet-i Seniyyesini hayata geçirmekle bulunabilir. Dünya ve ahirette hiç işimize yaramayacak yollarda gitmek ve sahte kahramanları rehber edinmek telâfisi mümkün olmayan zararlarla bizi karşı karşıya getirirse bu hasarı nasıl telâfi edebileceğiz?

07.09.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.