Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Reformlar yapılmayınca |
Hükümet, yedi seneyi aşkın iktidarında yapamadığı veya yapmadığı reformları şimdi yeni vaad paketleri halinde gündeme getirerek halkta yine beklentiler oluşturma ve seçmen kitlelerinin giderek azalmaya yüz tutan desteğini yeniden canlandırma çabasında. Mini anayasa paketlerinin, referanduma alışma söylemlerinin, halkoyuna gitme sürecini kısaltma girişiminin ve aylardır gündemde tutulan “demokratik açılım”ın altında yatan ana saik bu. Meclisten geçecek bir anayasa değişikliği için yapılacak referandumun 120 gün yerine 60 günde gerçekleşmesine imkân verecek düzenleme, ilk bakışta iktidarın anayasa reformu konusundaki tutukluğunu aşmak için adım atmaya nihayet niyetlendiğinin işareti olarak yorumlanabilir. TBMM Başkanının 10-15 maddelik bir değişiklikten söz etmesiyle başlayıp referandum süresini kısaltmaya yönelik önerge ile hızlanan süreç, Başbakanın “Anayasa değişikliklerini, Meclisi uzun süre meşgul edecek kapsamlı düzenlemeler yerine mini paketler halinde gündeme getireceğiz” mealindeki sözleriyle devam ediyor. Aslında bunun için verdikleri en son taahhüdün tarihi, 29 Mart yerel seçiminin sonrasıydı. Ama aradan on ay geçmiş olmasına rağmen, maalesef o istikamette hiçbir yeni adım atılmadı. Atılmadıkça da hem iktidar, hem Meclis, hem de ülke derinleşen bir sıkışma ve tıkanma sürecine girdi. Darbe planları, operasyonlar ve suikast iddiaları gibi, demokratik hesaplaşma görüntüsü verilen gündemlerle epeyce meşgul olundu, ama gelinen noktaya bakıldığında somut kazanım olarak kayda değecek bir gelişme yok. Peki, bundan sonra birşeyler yapılabilir mi? Özellikle anayasa meselesinde fena halde zorlanan hükümet sözcüleri, bir taraftan Türkiye’nin bu anayasa ile hiçbir yere varamayacağını vurgulu ifadelerle dile getirmeye başlarken, diğer taraftan “Muhalefet engellediği için yapamıyoruz” diyor ve değişikliği seçime erteliyorlar. Ama seçime kadar dahi beklemesi mümkün olmayan konular var ve bunların başında, yargı cenahında yaşanan kriz geliyor. Yargıtay’da boşalan ve aylardır doldurulamayan 34 üyelik için seçimlerin nihayet yapılmış olması, krizin sona erdiği anlamına gelmiyor. Çünkü HSYK zeminindeki çatışma derinden derine devam ediyor. Hükümet gerek HSYK’da, gerekse Anayasa Mahkemesinde üye sayıları, seçim prosedürleri, görev ve yetkiler noktasında değişiklikler yapma niyetini daha önce de defaatle ortaya koymuştu. Ama her defasında tepkiler üzerine geri adım attı ve konuyu rafa kaldırdı. Şimdi AB’ye de söz verdiği “yargı reformu stratejisi” çerçevesinde, meseleyi bir mini anayasa paketiyle yine gündeme getirmeye hazırlanıyor veya öyle görünüyor. Ancak küçük de olsa bir anayasa paketini, hele AYM ve HSYK gibi rejim ve sistem açısından stratejik öneme sahip kurumlar için hatırı sayılır düzenlemeler öngören bir içerikle, anayasanın öngördüğü asgarî kabul sayısını bularak Meclisten geçirebilmesi dahi zorlaşmış gibi görünüyor. AKP’nin Meclisteki sandalye sayısıyla, referandumsuz bir anayasa değişikliği yapması zaten mümkün değil. Referanduma götürülecek bir değişiklik için gereken asgarî sayı ise 330. Ve Şamil Tayyar’ın iddiasına göre, iktidar partisi bir anayasa oylamasında kendi içinden hiç beklemediği sürpriz fireler yaşayabilir. (Taraf, 18.1.10) Eğer AKP, AYM’deki kapatma dâvâsında kararın açıklanmasından hemen sonra, parti kapatmaları daha da zorlaştırmak başta olmak üzere bazı düzenlemeleri gündeme getirmiş ve sonuçlandırmış olsaydı, son sıkıntılar olmazdı. Şimdi, gerek balyoz planı, gerekse AYM’nin askere sivil yargı düzenlemesi için verdiği iptal kararı, hükümeti “birşeyler yapma” konusunda zorlayacak bir toplumsal atmosfer de oluşturdu. Ama buna karşı direnç de keskinleşti. Bakalım, bu saatten sonra, yaşanan tıkanıklıktan referandumlu bir çıkış yolu bulunabilecek mi? 02.02.2010 E-Posta: [email protected] |