Nurullah AKAY |
|
Rahmete lâyık olabilmek |
Allah’ı tanımak insan olmanın en büyük gereğidir. Allah’ı bilmemek hayatı anlamsız kılar. İnsan düşününce yaratılan varlıkların kendi kendine olmayacağını ve mutlaka bir yaratıcıya ihtiyaç duyulduğunu anlayacaktır. Mükemmel bir şekilde yaratılan insan sadece elli-altmış yıl bu dünyada yaşadıktan sonra yok olup gitmek için yaratılmış olamaz. Çünkü başta insan olmak üzere yaratılan her şeyde kusursuz bir işleyiş vardır. Kudret ve ilmi sınırsız olan bir Yaratıcının varlığından başka hiçbir şey yaratılıştaki görünen durumu izah edemez. Aklını kullanan, vicdanını devreye sokan her insan bu gerçeği kabullenmek zorunda kalacaktır. Zira bu durumun sayısız delilleri vardır. Kâinat kitabıyla birlikte, İlâhî kelâm olan Kur’ân-ı Kerim ve yaşantısının her cihetiyle mükemmel bir hayat ortaya koyan eşsiz insan Hz. Muhammed (asm) bu durumun bariz delilleridir. Rabbimizi bize tarif eden üç büyük tanıtıcıdır bunlar... Şimdiye kadar hiçbir kimse bu göz önündeki gerçekleri çürütme gücüne sahip olamamışlardır ve görünen odur ki bu konuda hiç başarılı olamayacaklardır. Elbette kendilerini “ateist” olarak adlandıranlar bu gerçeklere itiraz edebileceklerdir. Ama onlar şimdiye kadar olduğu gibi hiçbir zaman iddialarını doğrulayacak gerçekçi deliller ortaya koyamayacaklardır. Buna rağmen böylelerinin varlığı dünya var oldukça devam edecektir. Çünkü onlar da kendilerini haklı birer insan olarak kabul etmektedirler. Elbette “Bizim inancımız bize, onlarınki de onlara” diyerek yolumuza devam edeceğiz ve onların aydınlıklara kavuşması için çabalarımızı sürdüreceğiz. Gerçek şu ki, insanın dünyada misafir edildiğine, başıboş olmadığına ve bir çok maksatlar için yaratıldığına inanan insanlar, bir insanın Allah’ı tanımadan gerçek bir insan olamayacağını, maddî cihetiyle insana benzediği halde, manevî açıdan insan olmanın gereklerini yerine getirmediklerinden hakiki anlamıyla bir insan olarak vasıflandırılmayacaklarına inanmaya devam edeceklerdir. Diğer yandan, bize göre yanlış yolda olsalar da, her inanç veya inançsızlık sahibi insan, kendini herkesten daha haklı ve akıllı görmektedir. Kendi inançları veya inançsızlıkları konusunda şüpheye düşenler ise, manevî açlıklarını gidermek için yeni arayışlar içine girerler. Bazıları girdiği inanç sisteminde huzuru bulur veya bulduğunu sanır ve hayatının sonuna kadar yeni hayatına devam eder. Bazıları da kafalarındaki yığınla birikmiş suâllere cevap buluncaya kadar arayışlarına devam ederler. Bazıları ölmeden önce vicdanını rahatlatacak bir sonuca ulaşır. Bazıları da kafasındaki sorularla ecel celladına yakalanmaktan kendini kurtaramaz. Üzüntü verici diğer bir durum da, bazı Müslümanların, mensup oldukları inanç sisteminin haklılığından emin olmalarına rağmen dünyanın geçici güzelliklerinden kendilerini ayıramaması ve elmas değerindeki inançlarına sarılmama hatasına düşmeleridir. Yani çoğu zaman “Ol mahiler ki derya içindedirler...” misalinde olduğu gibi deryanın içinde bulunduğu halde değerinden habersiz olan balıklara benzemektedirler. Akıl ve kalb başta olmak üzere bütün duyguların kabul ettiği bir Allah inancı, çürütülemeyen hakikatlerle dolu bir İlâhî Kitap ve insanlığın mükemmel bir medar-ı iftiharı bir Peygamberin (asm) karanlıklardan eser olmayan apaydınlık bir yolu... Dört elle sarılınması gereken gerçekler ve insanı dünyada yücelten ve ölümden sonra da ebedî bir hayat ve saadete kavuşturan hakikatler manzumesi... Her Müslüman zaman zaman gaflete dalsa da önünde büyük bir kazanma imkânı vardır. Zamanımızın dünya yaşayışı oldukça aldatıcı bir durumda olsa da, her zaman açık olan bir tevbe kapısı vardır. Ve bizler çoğu zaman elmas değerindeki imanî zenginliklerimizi, kırılmış şişe parçası değerindeki dünyevî metalara feda etsek dahi rahmet hazinesi tükenmez bir Rabb-i Rahîmimiz bulunmaktadır... Rahmetine lâyık olabilirsek ne mutlu bize... 02.02.2010 E-Posta: [email protected] |