Cevher İLHAN |
|
DP-AP hükûmetlerinin örnek tavrı… |
Terör saldırıları sürerken gündem hızla değişiyor. Hükûmetin İsrail’in tutumuna endekslediği “tavır” da gittikçe kayan gündem konuları arasına kayboluyor… Kamuoyuna karşı, “İsrail’in önünde üç yol var; ya özür dilerler, ya uluslar arası komisyonu ve raporunu kabul ederler ya da ilişkiler kesilir” diye özür dilememekte direnen İsrail’le ilişkilerin kesileceği uyarısında bulunan ve “sonsuza kadar beklemeyeceğiz” diyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, “cevap için tarih belirlemedik” cümlesi bunun ifâdesi. Bakan’ın “İsrail’in kurduğu komisyon baskının haksız olduğuna karar verirse bu yeterli olur, bunun hangi komisyon olduğunun önemi yok” kaydı, daha şimdiden Ankara’nın “BM’nin kuracağı uluslar arası bağımsız komisyon” şartından cayacağının sinyali. Tazminat ödenmesini kabul etmeyen Telaviv, Davutoğlu’nun geçen hafta İsrail Sanayi ve Ticaret Bakanı Ben-Eliezer ile “gizli görüşme”de İsrail hükümetine ilettiği “net mesajlar”a mukabil, İsrail Başbakanı Netanyahu, “Özür dilememiz asla sözkonusu olamaz” açıklamasıyla kesip atıyor. Üstelik gemisindekileri “saldırgan bir güruh” olarak nitelendiriyor. Yine Davutoğlu’na cevap veren İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman, “Özür dilemeye niyetimiz yok, filo baskınından dolayı özür dilemesi gereken taraf Türkiye!” diye konuşuyor. Hulasa, geriye Davutoğlu’nun dile getirdiği Türkiye’nin temel beklentisi “özür dilemek” kalıyor. Ne var ki Telaviv yönetimi, buna da yanaşmayacağını peşinen ilân ediyor. Buna rağmen Davutoğlu hâlâ, “Önce İsrail’in kararını görelim” diye, meseleyi İsrail’in tek taraflı komisyonun kararına havale ediyor, “Ankara’nın buna göre yol haritasını çizeceğini” söylüyor… TELAVİV’İN TUTUMUNU BEKLEMEDEN… Oysa Ankara, çıtayı aşağıya çekip “İsrail’in tavrı”nı bekleyeceği yerde, öncelikle şimdiye kadar olup bitenlerin hesâbını sormalıydı. Bir iki göstermelik maç ve tatbikat iptaliyle kalmamalıydı. Çoktan etkili yaptırımlarda bulunmalıydı. Dokuz vatandaşının hunharca katledilmesi, yirmiye yakınının yaralanması ve yüzlercesinin tutuklanmasına karşı en azından askerî ve savunma sanayii stratejik anlaşma ve işbirliklerini iptal etmeliydi… Bu hususta, Demokrat Parti ve Adalet Partisi hükûmetlerinin örnek politikaları ortada. Doğrudan Türkiye hedef alınmadığı halde, DP iktidarında Ankara, sırf hakkaniyet hesâbına, mazlum ve mâsum Filistin halkının ve Müslüman komşuların yanında yer aldı. Dünyanın iki blok olduğu, soğuk savaşın bütün yoğunluğuyla devam ettiği ve komünizmin Doğu Avrupa’yı kuşatıp teslim aldığı, başta Sovyetler ve Çin olmak üzere Asya’yı kasıp kavurduğu yıllarda, Türkiye, hür dünyanın içinde NATO’nun aktif müttefiki olarak ABD’ye karşı çıktı. BM’de kınama kararlarının alınmasını sağladı. Telaviv’in tutumunu beklemeden, resmen tavır koydu. 1955’te Bağdat Paktı kurulurken, Türkiye, İsrail’in 1947’deki sınırlarına çekilmesini bildirdi. 1956’da İsrail’in İngiltere ve Fransa ile birlikte Süveyş kanalını ve Sina Yarımadasını işgal edip Mısır’a saldırması üzerine DP hükûmeti İsrail’i kınamakla kalmadı. Tel Aviv’deki diplomatik temsilcisini geri çekti, Ankara’daki İsrail temsilcisinin de gitmesini istedi. İsrail’in 1947’deki sınırlarına çekilme talebini tekrarladı. Keza Adalet Partisi hükûmetinde Türkiye, ABD’nin ve dünyada etkili Yahudi lobisinin bütün baskılarına rağmen, İsrail’e karşı önemli yaptırımlarda bulundu. 1967’deki “Altı Gün Savaşı”nda İsrail’e karşı açıkça Arapları destekledi. ABD’nin Türkiye’deki üsleri kullanmasına izin vermedi. BM’de resmen Filistin’den yana oy kullandı. İsrail’in Mısır’dan aldığı Sina Yarımadası ile Suriye’den aldığı Golan Tepeleri’nden çekilmesini istedi. Başbakan Demirel, Ürdün Kralı Hüseyin’le “İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini ve Kudüs’le ilgili BM kararlarının uygulanmasını isteyen” bir bildiri yayınlayıp, ardından Sovyetler Birliği’ni ziyaretinde Türkiye’nin İsrail’in işgal politikalarına karşı çıktığını yineledi. BM Genel Kurulunda, İsrail’e “Kudüs’ün statüsünü değiştirebilecek her türlü oldubittiden sakınmayı” ikaz edip “hukuksuz emr-i vakilerinin geçersiz olacağı” kararında Türkiye önayak oldu. Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesini esas alan 242 sayılı kararının kabulünde aktif çalıştı. YUVARLAK BELİRSİZ SÖYLEMLER… Yine AP hükûmetinde, 1969’da Mescid-i Aksa’nın kundaklanması üzerine, İslâm ülkelerinin toplantısına katılan Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in çabalarıyla Türkiye İsrail’i kınayan grubun başında yer aldı. 1973’teki Arap-İsrail savaşında, Adalet Partisi’nin on iki bakanla içinde hükûmet, ABD’nin Türkiye üzerinden İsrail’e silâh götürmek isteğini geri çevirdi. Bir NATO ülkesi olarak Washington da tam bir şok etkisi yapan, Sovyetler Birliği’nin İsrail’e karşı Türkiye üzerinden Mısır ve Suriye ordularına askerî yardım ve malzeme ulaştırmasını sağladı. Keza 1975’te Demirel’in başkanı olduğu Milliyetçi Cephe koalisyonu, BM’de “Siyonizmin ırkçılıkla eşdeğer olduğunu” belirten karar tasarısını açıkça desteklendi. Ardından Türkiye Filistin Kurtuluş Örgütü’nü, Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı. 1978’deki Camp David anlaşmasının adından İslâm ülkeleriyle ilişkileri geliştirme politikası çerçevesinde İsrail’in itirazına rağmen FKÖ’nün Ankara’da büro açmasına izin verildi. 12 Eylül darbesinden iki hafta önce 28 Ağustos 1980’de İsrail, Kudüs’ü ilhak edip “başkent” olarak açıklayınca, yine Demirel’in başında bulunduğu AP azınlık hükûmeti, Kudüs Başkonsolosluğunu kapattı. Tel Aviv’deki temsilciliği ikinci kâtiplik seviyesine düşürdü. Bunun üzerine darbeye günler kala Dışişleri Bakanı Hayrettin Erkmen, MSP’nin desteklediği CHP’nin gensoru önergesiyle düşürüldü. Özetle Menderes ve Demirel’in başında bulunduğu hükûmetler döneminde Türkiye, uluslararası arenada hep İsrail’i kınayan grubun başında yer almakla kalmadı; BM’den “Siyonizmin ırkçılıkla eşdeğer olduğunu” belirten açık kınama kararlarını çıkarttı. İsrail’in “soykırım” yaptığını dünyaya duyurdu. Ankara’daki İsrail temsilcisinin de gitmesini istedi. İsrail’in 1947’deki sınırlarına çekilme talebini tekrarladı. Kısacası Ankara, darbe ve ara dönemlerde bile bu tür tezatlı garâbetlere düşmedi. İsrail’e ciddî yaptırımlarda bulundu… AKP hükûmeti ise hâlâ politikalarını İsrail’in atacağı adıma bağlıyor. Dışişleri Bakanı, “Taleplerimiz gerçekleşinceye kadar tâkipçisi olacağız” gibi her yöne çekilebilen yuvarlak belirsiz söylemlerle geçiştiriyor… 07.07.2010 E-Posta: [email protected] |