Hep mefkûresini, dâvâsını savunur. Bu sebeple Yassıada’da yargıçlar, “Sen kendi müdafaanı yapmıyorsun, Menderes’i, dâvânı müdafaa ediyorsun!” diye çıkışıp sözünü keserler. O ise, “Menderes, vatanını seven bir insan. Onun için ben devamlı onun yanında olacağım” diye mukabele eder.
Hayatını, Meclis ve parti konuşmalarını, mefkûresini, dâvâsını, hitâbelerini, çalışmalarını ve notlarını “Babam Tevfik İleri, Konuşmaları ve Görüşleri” ile “Tevfik İleri, Yassıada ve Kayseri Günlükleri” halinde kitaplaştıran kızı Câhide İleri’nin tesbitiyle Tevfik İleri, “Menderes’e gönülden bağlı idi. Mahkemeler neticelendiğinde herkes babamın da idam edileceğini söylüyordu. Kararların verildiği gün eve, ‘Müjde, Tevfik Bey müebbede çarptırılmış, idam edilmeyecek!” diye bir telefon geldi. Belki de babama böyle bir şey olmayacağını düşündüğümüz için, ‘O mühim değil, Menderes’in durumu nasıl?” diye sorduk. Menderes’in idam edileceğini duyunca ne yapacağımızı, ne düşüneceğimizi şaşırdık. Bütün âile perişan olduk” diyor.
Sekiz ay sonra ancak Yassıada’daki babalarıyla görüşme izninin çıktığını ve ilk ziyaretimizde o denli meşakkatli haline rağmen “Gelirken kar getirdiniz” diye espri yaptığını anlatan Câhide İleri, Yassıada’daki ilk görüşmeyi şöyle anlatır: “O kadar zaman sonra en kıymetli varlığımız babamızı görüyoruz. Ne var ki sevgimizi göstermemize bile müsaade etmediler. Bir şey söylemeye imkânımız yok. Her masanın başında bir asker başımızda bekliyor. Sâdece sarılıyoruz. Topu topu 10 dakika görüşebiliyoruz ve sonra yine ayrılıyoruz. Babam dâvâsını savunmadan, ithamlara, iftiralara cevap vermeden gitmekten korkuyor. Belli ki hastalık başlamış.”
Ancak şu sözleri, Yassıada’daki zorba, zulüm ve vahşeti âdeta özetlemekte: “Babam o kadar bizi özlüyor ki bir mektubunda, ‘Bir ara düşündüm ki, idam edilsem diye… O idam sırasında âilem gelebilir, hiç değilse onları uzaktan görebilirim. Eğer başka türlü ölürsem, onları hiçbir şekilde göremem’ diye hasretini kâğıda döker…”
FEVKALÂDE ENGİN
TESLİMİYET VE TESELLİ…
Gerçekten, 30 Eylül 1960’da kızına yazdığı mektupta, “Her sabah ellerini göklere kaldırarak niyâz eden ve sığınılacak, güvenilecek tek kapının Allah kapısı olduğunu bilen insan, bütün kötülüklerden kurtulmanın yolunu bulmuştur” diyen Tevfik İleri’nin zindandan gönderdiği her bir mektubu, birer iman ve sabır nümûnesidir, haysiyet ve şeref levhasıdır…
20 Ekim 1960 tarihinde Vasfiye Hanım’a, “Iztırabını başında taç gibi taşıyan meleğim” hitaplı mektubunda, “Ve şükretmekteyim. Hiçbir iddia, hiçbir netice beni endişelendirmez. Seni de endişelendirmesin. Yeter ki benim yüzümden sana, çocuklarıma ve yakınlarıma bir ‘kir’ gelmesin. Şükrolsun o yok. Allah’ın dediği olacaktır” diye teselli eder.
2 Aralık’ta Câhide’ye yazdığı mektupta, “Sevgili kızım, benim için yapacağınız duâ, evvela hesap vereceğim güne kadar sağ-sâlim olmam ve sonra alın akı ile hesâbımı vermem için olsun. Ne pahasına olursa olsun, şerefimi, haysiyetimi, nâmusumu ayaklar altından kurtarmak, birinci gâyemdir” diye şeref ve haysiyetine hassasiyetini belirtir.
“Sevgili canım Vasfiyem” başlığıyla yazdığı bir diğer mektubunda ise, “Şimdi beni alâkadar eden tek şey, sizlerin varlığınız ve sağlığınızdır. Onun şükründen âciz olduğuma kaniim. Allah bana, bize, yavrularımızın acısını tattırmasın, onların ıztıraplarını görmeyelim. Gerisi… Gerisi hiçtir ve takdiri-i İlâhidir. Ne olacaksa, ne gelecekse O’ndan. Ve O’ndan başkasından bir şey istemek ve beklemek O’na şirk koşmaktan başka bir şey olamaz” diye fevkalâde engin rızâ ve teslimiyet dersini verir…
VASFİYE HANIM, RAHMETE
VARDI, “TEVFİKİ”NE KAVUŞTU
Vasfiye Hanım, ziyaretimizde eşi Tevfik İleri ile ilgili bir hâdiseyi, safvet, sadâkat ve duânın mânevî iksirinin misâli olarak anlatmış ve ilgili mektubu okutmuştu: “Sabah namazına kalkarken gayr-ı ihtiyarî olarak bir-iki defa sanki Tevfik evde imiş gibi, ‘Tevfik! Namaza kalk!’ diye seslendim. Birkaç gün sonra bana gelen mektupta, aynı gün için (24 Ağustos 1960) aynen şöyle yazıyordu: ‘Kızlarımın da sabahları seninle beraber niyâzda bulunuşlarına bayıldım. Nefesimin sana kadar gelmesine gayret ediyorum’ diyorsun. İnan ki iki sabah ‘Tevfik!’ diyen sesinle uyandım. (…) Seni tebrik ederim’ diye yazıyordu.”
Bir mektubunda, “Namazdan sonra, yıkanmış ruh haliyle seninle konuşuyorum” diyen İleri, iki gün sonra (26 Ağustos 1960) Vasfiye Hanım’a yazdığı mektupta şu cümleleri derceder: “Saat 5.30. Bir saatten beri senin ve kızlarımın niyâzlarını seyrediyorum ve duâlarına iştirak ediyorum. Her zamanki gibi duâlarıma bilhassa sıhhatinizi, sağlığınızı eklemiş bulunuyorum. Sizin de benim için tek isteyeceğimiz hayırlısı ile bu olmalıdır. Ondan sonrakileri oluruna, takdire bırakmak icâb eder ve bence o kadar mühim değildir. Senin ve yavrularının nefes alır olduğunuzu bilmek benim için her şeydir ve binlerce şükre değer.”
Yine 2 Kasım 1960’ta Vasfiye Hanım’a, “Bak Vasfiyem, elbette bir an evvel size kavuşmak emelimdir. Ama açık söylüyorum; en büyük emelim, bu mahşerden, şereflerin, haysiyetlerin, nâmusların iki paralık edildiği bu panayırdan şeref ve nâmusumu kurtarmaktır. Bugüne kadar eşim ve çocuklarım olduğunuzu ispat ettiniz. Bir an evvel kavuşmak fikrini bir yana bırakalım. İcâb ederse, Arabın dediği gibi, ‘At gitti, şeref kurtuldu’ diyelim. Allah büyüktür ve mu'cizeleri her an tecelli etmektedir. Canım görmesini bilelim.”
En evvel Tevfik İleri, “en büyük emeli”ne, şerefiyle, haysiyetiyle, nâmusuyla” Hakkın rahmetine vâsıl oldu. “Bir an evvel kavuşmak fikrini bir yana bırakalım” demişti. Yarım asır sonra “Vasfiyem” dediği Vasfiye Hanım, rahmet-i Rahman’a ulaştı; “Tevfiki”ne kavuştu…
Birer hizmet, cehd, çile, fedâkârlık, sabır, şükür, tevekkül ve teslimiyet nişânesi olarak…
Ruhlarına binler Fâtihalar…