Üzerinden bir hafta geçtiği halde, Cumhurbaşkanı’nın açık ikrarıyla “başarısızlık”la sonuçlanan “rehine kurtarma operasyonu”nu karartma kara propagandası sürüyor.
Görünen o ki yeterince projelendirilip gerekli gizliliği sağlanamadan “Cumhurbaşkanımız söz verdi, ona bu müjdeyi verdirelim!” telâşıyla bağıra çağıra apar topar gidilen “rehine kurtarma operasyonu”nun “imha operasyonu”na dönüştüğü yorumları kuvvet kazanıyor.
Harekâtın başlaması üzerine terör örgütünün “kalkan” olarak kullanmak istediği rehineleri peşinen intikamla hunharca katlettiği tesbitleri doğrulanıyor.
“Fiyasko”yu açıklayamayan siyasî iktidar, başarısızlığın üstünü örtmek için meseleyi gürültüye getirmek uğruna sokak diliyle bir yığın sövgü, küfür, nefret, tahkir ve tahrikle muhalefeti suçluyor.
Bu yüzden tam da operasyon günü için “müjdem var” dedikten sonra rehine katliâmı üzerine Cumhurbaşkanı “uzaya ve Ay’a sert çarpmak”tan dem vurarak Türkiye Uzay Ajansı Başkanı’nın “2023, Ay misyonu için agresif bir tarih” dediği “müjde”yi veriyor.
Uzmanlar bölgeyi izole etmeden bu tarz bir harekâtın fevkalâde tehlikeli olduğunu bildiriyorlar. Günler öncesinden açıklanıp 44 uçak, 30 helikopterle personelin indirildiği gürültüde, Peşmergelerin kullanıldığı bir operasyonun gizliliğinin kalmayacağını kaydediyorlar.
“OPERASYON SORULARI” HÂLÂ CEVAPSIZ…
Ayrıca bu tür kurtarma operasyonlarının büyük bir hassasiyetle ve gizli olarak icra edilmesi, operasyon öncesinde değil, operasyon sona erip rehineler kurtarıldıktan sonra açıklanması gerektiğini belirtiyorlar. 1996’da Refahyol hükûmetinin PKK’nın Zap kampında sekiz rehine askerî serbest bıraktırıp sağ-sâlim teslim aldığı başarılı operasyonu örnek veriyorlar.
Bu olayda beş - altı yıldır alıkonuldukları Kandil’den getirilip Gara’da bekletilen rehinelerin Sincar üzerinden Suriye’nin kuzeyinde Fırat’ın doğusundaki PYD/YPG’ye teslim edilerek Ankara’yı bu örgütle pazarlığa itmenin plânlandığı belirtiliyor.
Gerçekten, amaç terör örgütünün elindeki rehineleri kurtarmak ise neden kesin, yeterli istihbarat elde edilmeden alelacele operasyona girişildi? Sonra IŞİD’in elindeki rehineleri örgütle görüşerek kurtaran siyasî iktidar neden aracı kullanmadı; niçin rehinelerin kullanılması için uluslar arası insan hakları örgütleriyle işbirliğine gitmedi?
Öte yandan, bölgenin hava sahasını kontrol eden ABD’ye önceden operasyon bilgisinin verilmesiyle bir nevi “izin” alınması, İçişleri Bakanı’nın “ABD ne derse desin, bizi ilgilendirmez!” restini boşa çıkarıyor.
Ve Amerika’nın kuzey Suriye’de Fırat’ın doğusunda 50 bin TIR dolusu silâh ve mühimmatla destek verdiği, hâlen 70 binden fazla militanı bulunan PYD/YPG’nin PKK’yı haberdar edeceğinin nasıl hesaplanmadığı soruluyor.
BAŞARILAR BAŞA-REİSE, HATALAR ORDUYA-DEVLETE!
Bu arada hâlâ “fecaatin sorumlusu” tartışması sürerken, yürütmenin başı Cumhurbaşkanı’ndan Meclis’te operasyonun başarısızlığına “gerekçeler” sıralayan bakanlara kadar hiçbir siyasî yetkilinin sorumluluğu üstlenmeyip, muhalefeti suçlama çelişkisi devam ediyor.
Almanya’nın iki askerinin kaçırılması, Hollanda’da bir askerin kaza sonucu can vermesi üzerine savunma bakanları istifalarını verirken, Türkiye’de kimsenin kılı kıpırdamıyor; neden?
Gerçekten, Cumhurbaşkanı’nın ihbarıyla “sorumlu devlet”se, “tek kişilik yönetim”de devleti yönetenin, operasyonun tâlimatını verenin, her fırsatta “başkomutan” olduğunu tekrarlayan Cumhurbaşkanı’nın başında bulunduğu siyasî iktidarın doğrudan sorumlu olması gerekmez mi?
Özetle Bediüzzaman’ın beyânıyla “Şerefler, müsbet hayırlar, maddî - mânevî ganîmetler orduya, cemaate verilir, tevzî edilir (paylaşılır); kusurlar, menfi icraatlar başa, reise verilir!” esasının tam tersine, başarıları başa - reise, başarısızlıkları, hataları orduya - devlete fatura eden “zâlimâne kural” işliyor. (Emirdağ Lâhikası, 247)
Yanıltmalarla, çarpıtmalarla, haksızca, insafsızca, vicdansızca ve acımasızca…