İlimle cihad asıldır. Silâhla cihad, ancak malı korumak, namusu korumak, dini düşmanın tasallutundan korumak, nefsi müdafaa ve korumak için mütecaviz zalimlere karşı devlet eliyle yapıldığı için ilimle cihadın fer’i, yani teferruatı sayılır. İslâm bilginleri “Eğitim ve öğretime dayalı bir din olmazsa, din için savaşın bir anlamı kalmaz. Cihad ancak ilim üzerine bina edilir” demişlerdir.
2. Dinde esas olan “tebliğ”dir.
İslâm’ın amacı insanları öldürmek değil, manen onları ihya etmektir. Gönlünü iman nuru ile fethetmek, imana ve hidayete açmak, küfrün zulmetinden kurtarmaktır. Bu da imanın ve Kur’ân’ın hakikatlerini en güzel bir şekilde insanlara ulaştırmak ve tebliğ etmekle mümkün olur. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de, “İnsanları Allah’ın yoluna ilim ve hikmetle, güzel öğütle dâvet edin. Onlarla en güzel şekilde cihad ediniz.” (Nahl Sûresi: 125) buyurur. Dinde bunun adına “tebliğ” adı verilir. Müslümanın vazifesi dini tebliğ etmektir.
Tebliğin şartı ise vazifesini yaparak Allah’ın vazifesine karışmamaktır. Bediüzzaman Hazretleri, “Tarik-ı hakta çalışan ve mücahede edenler, yalnız kendi vazifelerini düşünmek lâzım gelirken, Cenâb-ı Hakk’a ait vazifeyi düşünüp, harekâtını ona bina ederek hataya düşerler.” (Lem’alar, s.182; Mesnevî-i Nuriye, s.144) demektedir. Dinin sahibi ve mübelliği olan Peygamberimiz (asm), “Peygambere düşen ancak tebliğ etmektir.” (Maide Sûresi: 99) İlâhî fermanını kendisine rehber ederek büyük bir gayret ve ciddiyetle tebliğ vazifesini yapmıştır. Çünkü, “Sen sevdiklerini hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.” (Kasas Sûresi: 56) ferman-ı İlâhîsinin sırrı ile anlamıştır ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir; Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmazdı.” (Lem’alar, s.183; Mesnevî-i Nuriye, s.145; Kastamonu Lâhikası, s. 201)
Bu hakikatler çerçevesinde yapılacak bir tebliğ hem Allah’ın rızasına hem de Peygamberin (asm) sünnetine uygun bir tebliğdir. Kişinin kendi heva ve hevesine göre yaptığı ve neticeyi düşünerek harekâtını ona bina ettiği bir dâvet anlayışı, Allah rızası ile telif edilemez. İnsanın vazifesi olan tebliğ neticeye odaklı değil, sürece odaklı olmalıdır. Netice Allah’a aittir.
Cihadın en mühim ve temel amacı ve hedefi, “ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile biçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.” (Emirdağ Lâhikası, s. 27) İsabetli hizmet ve cihad Allah rızasına uygun olmalıdır ki, Allah yardımcı olsun. Nefis hesabına olan ve neticesinde dünyevî bir amacı ve hedefi gaye edinen bir cihad anlayışı, elbette ne Allah’ın rızasına, ne de yardımına mazhar olmaktan uzaktır.
a) Tebliğ metotları:
Metotsuz hiçbir şey hayırlı ve faydalı bir şekilde sonuçlanmaz. Bu sebeple usûl esastan, metot amelden daha önemlidir. Tebliğ de usûlsüz ve metotsuz yapılırsa aksi sonuçlanabilir. Bu sebeple aşağıdaki hususlara dikkat etmek ve tebliğimizi de belli bir metot dahilinde yapmak gerekir.
1. Fiilen yaşayarak örnek olmak: Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şöyle demektedir. “Eğer biz, ahlâk-ı İslâmiyenin ve hakaik-ı imaniyenin kemalâtını ef’alimizle izhar edip göstersek, sair dinlerin tâbîleri, elbette cemaatlerle İslâmiyet’e girecekler, belki küre-i arzın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehalet edecekler.” (Hutbe-i Şamiye, s. 24)
Yaşayarak örnek olmayanın sözüne itibar edilmez. Zira, nefsini ıslâh etmeyen başkasını ıslâh edemez. Doktor kendisi hasta olsa, hastaları tedavi edemez.
2. Hakikatleri ihtiyaca göre yerinde ve zamanında söylemek: “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun; fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülamel yapar.” (Mektubat, s. 256) Bu prensibe göre her önüne gelene her şeyi anlatmak, söylenen şeyler doğru da olsa, tebliğ açısından yanlıştır. Esas olan muhatabın ihtiyacına göre nasihat etmektir. “Ata et, aslana ot atılmamalıdır.” (Lem’alar, s. 321) Halkın karşısında uluorta dinin münakaşa konusu olan meselelerini tartışmanın ne derece dine ve dindar insanlara zarar verdiği, günümüzde açıkça görülmektedir.
3. Çoğunluğun anlayışı esas alınmalıdır: Kur’ân’ın hitabı umum insanlaradır. İnsanların çoğunluğu ise avamdır, halktır. Herkesin istifadesi için Kur’ân ekseriyetin anlayışını esas alır. Kur’ân’ın bu prensibine uyarak bizler de çoğunluğun anlayacağı bir dili ve üslûbu benimsemeliyiz. Bediüzzaman, “Belâgat-ı irşadiyenin şe’nindendir ki, avamın nazarına, ammenin hissine, cumhurun fehmine göre hareket yapılsın ki, nazarları tavahhuş, fikirleri kabulden imtina etmesin. Binaenaleyh, cumhura olan hitabın en beliği, zahir, basit, sehl olmasıdır ki, aciz olmasınlar; muhtasar olsun ki, melûl olmasınlar; mücmel olsun ki, lüzumlu olmayan tafsilden nefret etmesinler.” (Mesnevî-i Nuriye, s.196)
Bu sebeple halkın anlayacağı seviyeye göre kolay olmalı ki, anlamaktan aciz olmasınlar; kısa ve öz olmalıdır ki, akıllarına başka sorular gelmesin; özet bilgi olsun ki, açıklamaya ihtiyaç duyulmasın.
4. Medenilere galebe etmek ikna iledir: Asrımız ilim, fen ve medeniyet asrıdır. Cihadın en büyük gayesi “İ’lâ-yı Kelimetullah”tır, yani Allah’ın şanını yüceltmektir. Böylece de fen ve san’at silâhı ile medeniyetin nimetlerinden istifade ederek, insanın gerçek terakki ve tekâmülünü sağlayan İslâm medeniyetini oluşturmaktır. Bunun için “cihad-ı haricî” olan silâhla cihaddan önce cihad-ı manevî olan irşadı tercih etmeliyiz. Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Medenilere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yoktur.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 52; Hutbe-i Şamiye, s. 73) Bunun için ikna ve ispat metodunu esas almalıyız.
5. Asrımızı geçmiş asırlar ile kıyaslamamalıyız: “Geçen asırlarda, yani vahşet döneminde âlemde hükümferma vahşetin mahsulü olan cebir ve kuvvet idi. Bu medeniyet zamanında ise âlemin hükümranı ilim ve marifettir. Şimdi herkeste bir meyl-i taharri-i hakikat peyda olmuş. Bunlara karşı tasvir-i müddea tesir etmez. Ancak tesir ettirmek için ispat-ı müddea ve ikna lâzımdır.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 65; İçtimaî Reçeteler, s. 70) “Biz Ehl-i hâliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir-i müddea zihnimizi işba etmiyor, bürhan isteriz.” (Muhakemat, s. 41)
Artık insanlık terakki ve tekamül etmiştir. İnsanlık savaş istemiyor; barış huzur ve sevgi arıyor. Bunun için insanlığa sevgi ile yaklaşan, barış huzur ve saadeti temin eden İslâm hakikatlerini onlara ulaştırmada, elbette ikna metodu şarttır.
6. Tebliğci ihlâslı ve sabırlı olmalıdır: “Cenâb-ı Hakkın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etba ve fazla muvaffakiyetle değildir. Çünkü onlar vazife-i İlâhiyeye ait olduğu için istenilmez, belki bazen verilir. Evet, bazen bir kelime sebeb-i necat ve medar-ı rıza olur. Kemiyetin ehemmiyeti o kadar medar-ı nazar olmamalı. Çünkü bazen bir tek adamın irşadı, bin adamın irşadı kadar rıza-i İlâhîye medar olur... Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdut birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı hâlde, yine o peygamberlik vazife-i kutsiyesinin ücretini almışlar. Demek hüner, kesret-i etba ile değildir. Belki hüner, rıza-i İlâhîyi kazanmak iledir. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla ‘Herkes beni dinlesin!’ diye vazifeni unutup, vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.” (Lem’alar, s. 214)
İKİNCİ BÖLÜM CİHADIN ÇEŞİTLERİ
“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı, marifet ve ittifak silâhı ile cihad edeceğiz.”
(Bediüzzaman)
A. FERTLERE (MÜ’MİNLERE) AİT CİHAD GÖREVİ:
Cihad ömür boyu yapılan bir ibadettir. Duruma, zamana ve şartlara göre devam eder. Pek çok çeşitleri vardır. Bunları maddeler hâlinde sıralayacak olursak:
1. İlimle yapılan cihad (eğitim ve öğretim):
Bütün kötülüklerin kaynağı cehalettir. Bunun için cehalete karşı ilimle mücadele etmek her insanın görevidir. Hakka ulaşmak ve doğruyu bulmak isteyen herkes öncelikle cehaletten kurtulmalıdır. Yüce Allah insanlığa peygamberler göndererek onların cehaletten kurtulmasını murat etmiştir. Bunun için Allah’ın Peygamberimize (asm) ilk vahyi ve ilk emri “Allah’ın adı ile oku!” (Alâk Sûresi: 1) hitabı olmuştur. Peygamberimiz (asm) bu emre uyarak cehalete karşı ilimle mücadeleye başlamıştır.
İslâmiyet’ten önceki döneme “Cahiliye Dönemi” denilmektedir. İman ve ibadet ilmin eseri olduğu gibi inkâr, şirk ve küfür de cehaletin eseridir. İslâm’ın amacı ilmi ihya etmek ve bununla cehalet zulmetini izale etmektir. İlmin akıllar ve kalpler üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücüyle temin etmek mümkün değildir.
Temeli ilimle tebliğe ve dâvete dayanan İslâm’ın yayılma metoduna “Kur’ân ve ilimle cihad” adı verilmektedir. Nitekim bütün peygamberler Allah’ın kendilerine vahiy yoluyla vermiş olduğu İlâhî kitapları okuyup okutarak, öğrenip öğreterek, eğitim ve öğretim yoluyla, yani ilimle insanların kalplerine, gönüllerine ve akıllarına hükmetmiş; küfürle, cehaletle mücadele etmişlerdir. Hz. Musa (as), Sina Çölünde kırk yıl Tevrat’ı okutarak yetiştirdiği genç ve bilgili bir nesille Kudüs’ü fethederek büyük bir medeniyetin temellerini atmıştır. Bu nesil daha sonra dünyaya hükmetti. Hz. İsa (as), İncil’i okutarak eğittiği havarileri sayesinde Hıristiyanlığı dünyaya kabul ettirdi. Hz. Muhammed (asm), Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup öğreterek 50 yıl gibi kısa bir zamanda üç kıt’aya İslâmiyet’i hâkim kıldı; cahil ve bedevi Arap kavmini medeni milletlere muallim ve üstad yaptı.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de varlık ve birliğinin kâinattaki delillerini izah ettikten sonra şöyle buyurur: “Ey Resulüm! Sen kâfirlere uyma, onlara karşı Kur’ân’ın delillerini ortaya koyarak büyük bir mücahede ile cihad et.” (Furkan Sûresi: 52)
Mekke’de nazil olan bu âyetlerde yüce Allah delil ve hüccetlerle mücadele ederek müşrikleri mağlûp etmeye çalışmanın, kılıçla mücadele etmekten daha mühim olduğunu bildirmiştir. Kur’ân ile ve ilim yoluyla yapılan bu cihada da “Büyük Cihad” denilmektedir. (Mehmet Vehbi Efendi, Hülâsatü’l-Beyan, 10: 3848-3849.) Elmalılı Hamdi Yazır da, “Düşünmeli ki, bu ne büyük bir emirdir. Tebliğe memur olan Allah, Muhammed’in (asm) elinde Kur’ân’dan başka hiçbir silâh yokken, o Kelâmullah en büyük cihadı yapmaya kifayet ediyor. Mekke’de başlayan bu büyük cihad bütün dünyaya yayılıyor.” (Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, 5: 3601) ifadeleri ile izah ederek en büyük cihadın hak ve hakikati anlatmak ve Allah’ın varlık ve birliğini, kudret ve azametini kalplere, akıllara ve gönüllere yerleştirmek olduğunu ve bunun da ancak ilimle yapılabileceğini belirtiyor.
Allah, Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur: “Bazı insanlara ne oluyor ki yakınlarını dinî konuda bilgilendirmiyorlar? Öğüt vermiyorlar? İyiliği emredip kötülükten sakındırmıyorlar? Bazılarına da ne oluyor ki, komşularından bilgi almıyorlar? Dinlerini öğrenmiyorlar ve öğüt almıyorlar? Allah’a yemin ederim ki, insanlar ya dinî konularda bilgi sahibi olurlar, emr-i bil-ma’ruf ve nehy-i anil-münkeri yaparlar, öğüt alırlar, dinlerini öğrenirler veya hepsine birden azap gelir.” (Said Havva, Cündullah, 347; Taberani, El-Kebir’den mervidir)
İslâm’da öğretinin esası Kur’ân ve sünnetin öğretilmesidir. Peygamberin görevi de insanlara Kur’ân’ı öğretmektir. Nitekim yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, “Kendi içinizden bir peygamber gönderdik ki, size âyetlerimizi okusun, sizleri inkâr ve günah kirlerinden korusun ve temizlesin; size kâinatın ve varlıkların amaçlarını ve sırlarını ve daha bilmediğiniz nice şeyleri öğretsin.” (Bakara Sûresi: 151) buyurur.
Peygamberimizin (asm) görevi Kur’ân’ı ve sünnetini inananlara öğretmek olduğu gibi, peygamberden sonra da bu görevi yapan bilginler olmalıdır. Bunu yüce Allah şöyle emretmiştir: “Sizler de Allah’ın kitabını okuyup okutan, öğrenip öğreten Rabbanîler ve hâlis kullar olun.” (Âl-i İmran Sûresi: 79.) Âyet-i kerimede ifadesini bulan “Rabbanîler”den maksadın “Allah’ı bilen, insanlara öğreten, Rablerine bağlı ilim sahipleri” olduğunu müfessirler belirtmişlerdir. Eğitim ve öğretim olmadan din olmaz. Bunun için Peygamberimiz (asm), “Âlimin mürekkebi şehitlerin kanından üstündür.” (Gazalî, İhya, 1: 6.) buyurmuşlardır.
Yine Peygamberimiz (asm) bu konuda, “İlim öğrenmek namazdan, oruçtan, hacdan ve Allah yolunda savaşmaktan daha faziletlidir.” (Kenzü’l-Ummal, Hadis no: 28615) “İlmin tahsili, ilim öğrenene Allah korkusu verir. İlmi öğrenmeyi istemek ibadettir. İlmî müzakere, Allah’ı tespih etmektir. İlimden bahsetmek cihaddır.” (Gazalî, İhya, 1: 11) buyurmuşlar ve daima ilme teşvik etmişlerdir.
İlimle cihad asıldır. Silâhla cihad, ancak malı korumak, namusu korumak, dini düşmanın tasallutundan korumak, nefsi müdafaa ve korumak için mütecaviz zalimlere karşı devlet eliyle yapıldığı için ilimle cihadın fer’i, yani teferruatı sayılır. İslâm bilginleri “Eğitim ve öğretime dayalı bir din olmazsa, din için savaşın bir anlamı kalmaz. Cihad ancak ilim üzerine bina edilir.” demişlerdir. (Cessas, Ahkamu’l-Kur’ân, 3:119)
2. Dil ile cihad (Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker görevi.)
İslâm, Allah’ın emir ve yasaklarını da kapsamaktadır. Bunları halka ve topluma anlatmak; insanın kendisini ve toplumu bozan kötü davranışlardan sakındırmak ve iyiye yönlendirmek nasihatle olur. Nasihatte ise tesir lâzımdır. Bunu en güzel şekilde yapmak dil ile cihad etmek demektir.
İslâm’ı anlatmak, zalim ve fasıkları kötülüklerden korumak, çıkış yollarını göstermek, iyiliğe yönlendirmek mühim bir hizmettir. Münkir ve münafıkların itirazlarını en güzel şekilde çürütmek, mü’minlerin şüphe ve tereddütlerini gidermek, hak ve hakikati göstermek, İslâm’ın hakikatlerini izah ve ispat etmek en önemli bir cihaddır.
Yüce Allah buyurdu: “Sen kâfirlere itaat etme; onlara karşı bu Kur’ân’ın delillerini ortaya koyarak büyük bir cihad ile cihad et.” (Furkan Sûresi: 52) Bu âyet-i kerimede dil ile cihad emredilmiştir. Yine yüce Allah, Peygamberine buyurdu: “Ey Resul! Rabbinden sana indirilen vahyi insanlara tebliğ et. Bunu yapmazsan elçilik görevini yapmamış olursun.” (Maide Sûresi: 67) Peygamberlerin vazifelerinin “tebliğ” olması dil ile cihadın önemini anlatmaya kâfidir.” (Nahl Sûresi: 35; Maide Sûresi: 92; Ra’d Sûresi: 40; Nur Sûresi: 54; Yasin Sûresi: 17)
3. Nefis ve şeytanla cihad:
Nefisle cihaddan murat, nefsin heva ve hevesine uymamak hususunda kişinin elinden gelen bütün gayreti sarf etmesidir. Yüce Allah buyurdu: “Hevana tâbi olma ki, seni Allah yolundan saptırmasın.” (Sad Sûresi: 26) Heva ve heves, nefsin şehvetinden gelir, insanı cismanî lezzetlere dalmaya, ruhanî saadetten kaçmaya çağırır. Nefis, peşin ücrete taliptir. Bunun terbiyesi ve iyiye ve ibadete yönlenmesi çok mühimdir.
Yüce Allah, Hz. Yusuf’un (as) lisanı ile şöyle buyurur: “Şüphesiz nefis daima kötülüğü emreder. Onun şerrinden kurtuluş, ancak Rahim olan Allah’ın rahmetine sığınmak ve onun yoluna girmek suretiyledir.” (Yusuf Sûresi: 53)
Peygamber Efendimiz (asm) Huneyn Savaşından dönerken, “Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.” buyurdular. Sahabe sordu: “Büyük cihad hangisidir, yâ Resulullah?” Peygamberimiz (asm) cevap verdiler. “Büyük cihad, nefisle yapılacak olan büyük mücadeledir.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili Tefsiri, 2: 1435)
İnsan düşmana mağlûp olursa dünya hayatını kaybeder; ancak şehit olarak ebedî saadeti kazanır. Şayet nefsine mağlûp olursa, belki dünyada geçici olarak biraz lezzet alabilir; ancak ahiretteki saadet-i ebediyeyi kaybeder. Ahireti kazanma ve kaybetme mücadelesi elbette dünya saadetini kazanmaktan büyük bir mücadeledir ve bu ancak nefisle mücadeleyi kazanmaya bağlıdır.
Nefisle cihad nasıl yapılmalıdır?
İnsanın nefsine karşı en mühim vazifesi onu ıslâh etmek ve hayırlı işlere yönlendirip, şerden korumaktır. Bunun için Allah’ın büyüklüğünü, azametini ve her şeyi duyduğunu, gördüğünü ve bildiğini nefsimize kabul ettirmeliyiz. Allah sevgisi ve korkusu ile onu terbiye etmeliyiz. Nefse aczini, zaafını ve fakrını hatırlatarak Allah’ın kudretine ve rahmetine olan ihtiyacını sık sık hatırlatmalıyız. Allah’ın nimetlerini hatırlatarak bunların şükrünü eda etmesi gerektiğini nefsimize ihtar etmeliyiz. Ahiretteki nimetleri ve Cehennem azabını da hatırlatarak nefsimize nasihat etmeliyiz.
Nefsimize dünyadaki yaratılış amacını, görevlerini ve bunu ihmal etmekle ölümden kurtulamayacağını, ölümden sonra hesaba çekileceğini devamlı ihtar etmeliyiz. Nefsimize iyi örnekler göstererek onlara özenmesini ve o büyüklerin yolundan gitmesini tavsiye etmeliyiz. Bunun için peygamberlerin hayatını, din ve ilim adamlarının hayatını okumalıyız. Elhasıl, nefsimize Allah’ın emirlerini, Peygamberimizin hadislerini okumalı ve öğretmeliyiz. Bunun için de iyi arkadaş gurupları ile oturup kalkmalı ve örnek insanların yanında yerimizi almalıyız. Ancak bu şekilde nefsimizi hayra ve iyiye alıştırır ve kötülüklerden korumuş oluruz.
Nefsin en büyük yardımcısı ve dostu şeytandır. Nefisle mücadelede şeytanı ihmal etmek mümkün değildir. “Şeytan insanın apaçık en büyük düşmanıdır.” (Fâtır Sûresi: 6; Bakara Sûresi: 208) Şeytanın silâhı ise insanın kalbine verdiği vesvesedir. (Nas Sûresi: 5) İbn-i Abbas (ra), “Hiç kimse gaflet zamanında şeytanın vesvesesinden kurtulamaz. Şeytan uyanık olduğunuz ve Allah’ı hatırladığınız zaman siner ve kaçar.” (Taberî, Tefsir, 30: 228) demiştir. Bunun için insan daima Allah’ın zikri ile meşgul olmalı ve şeytanın vesveselerine karşı daima uyanık olmalıdır. “Hayat, şeytanla mücadeledir.” sözü her şeyi güzelce açıklamaktadır.
Şeytanla cihadın en güzel şekli, ihlâsla Allah’ın emirlerini yapmaya azmetmek ve şevkle emirlere uymak, farzları yapıp haramlardan kesinlikle kaçmaktır. Çünkü şeytan, ancak ihlâssız insanları yoldan çıkarır, ihlâslı olanlara hiçbir şey yapamaz.” (Hicr Sûresi: 40) Kişi haramdan kaçar ve farzları yaparsa şeytanla en güzel şekilde cihad etmiş olur.
DEVAM EDECEK
İSLÂM’DA CİHAD
M. ALİ KAYA
[email protected]