Prof. Dr. Tanel Demirel, Risale-i Nur Enstitüsünde verdiği seminerde Türkiye’de düşünce hürriyetini daraltan yapısal problemlere, üniversitelerin özerkliğini kaybetmesine ve akademideki vasatlaşmaya dikkat çekti.
Fatih Batur - Furkan Kösmene - ANKARA
Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir icra edilen “Devlet ve Demokrasi” ana temalı seminerler kapsamında Enstitünün bu defaki misafiri Çankaya Üniversitesi İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyelerinden Prof Dr. Tanel Demirel oldu.
Prof. Dr. Tanel Demirel, Yeni Asya Vakfı Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde “Üniversite, Sosyal Bilimler ve Düşünce Dünyamız: Eleştirel bir Bakış” başlıklı bir seminer verdi ve Liberte Yayınlarından yeni çıkan aynı adlı kitabını özetleyip soruları cevapladı.
İfade hürriyeti korku ikliminin gölgesinde
Prof. Dr. Tanel Demirel, “Bu son kitabımda üniversite, sosyal bilimler ve düşünce dünyamızı kısırlaştırdığını düşündüğüm bazı problemlere işaret etmeye çalıştım. Biliyoruz ki, Türkiye’de düşünce ve ifade hürriyeti bazı istisnaî dönemleri saymazsak her zaman kısıtlı olmuştur. Maalesef bugün de öyle. Türkiye’de entelektüeller arasında da inandığını veya düşündüğünü söyler ya da yazarsa başının derde gireceği korkusu –bu korku hep vardı- daha da arttı. Olağanüstü hal döneminde (2016-2017) Kanun Hükmünde Kararnameler vasıtasıyla yapılan hukukiliği son derece tartışmalı tasfiyelerin sebep olduğu korku iklimi devam ediyor. Bu durum fikir hayatımızı olumsuz etkileyen faktörlerden biri” dedi.

Fikir adamı işe yaradığı kadar kıymetli
“Fikir adamları ve sosyal bilimcilerimizin eğitim sistemimizin hepimizin iyi bildiği sorunlarla malul olması nedeniyle iyi eğitim alamamaları ve ayrıca çoğu zaman maddî sorunlarla uğraşmak zorunda kalmalarını bir diğer olumsuz faktör olarak görüyorum” diyen Demirel, şunları söyledi: “Entelektüel hayatın gelişmesi iyi ile vasat ürünleri rahatça ayırabilecek, entelektüel ürünleri talep eden bir okuyucu kitlesinin varlığına da bağlı. Ülkemiz bu açıdan da arzu edilen düzeyden uzakta. Hem sağ, hem de solda entelektüel karşıtlığı (ya da anti-entelektüel damar) hiç de zayıf değil. Fikirler işimize yaradığı ölçüde, fikir adamları da bize ters düşemeyecek şeyleri söylerlerse kıymetlidir demeye getiren iktidarından muhalefetine tüm çevrelerde etkili olan bir bakış açısı söz konusu.”
“Yayın fabrikası”na dönüşen üniversiteler
Akademik teşvik sistemini de eleştiren Demirel, “Nitelikten ziyade niceliği öne çıkaran, üniversiteyi bir yayın fabrikası gibi gören yanlış bir atama yükseltme ve teşvik sistemi var. Bu da garip, aşırı dar sorular ya da kimseyi ilgilendirmeyen meseleler üzerinde duran sade suya tirit yayın yapma eğilimini güçlendiriyor. Sorgulamayı ve risk almayı teşvik etmiyor. Akademisyenlerin çoğu akademik yayıncılık denilen şeyi puan almak için yani ünvan almak için yapıyor. ABD’den alınmış, ama bizde tutmayan, bilhassa uluslararası yayınlar açısından çok problemli bir teşvik sistemi bu” dedi.

Karşılaştırmalı tarih son derece önemli
“Bir başka problemimiz benim “evrenselcilik” ve “yerlicilik” demeyi tercih ettiğim yönelimler” ifadelerini kullanan Demirel, durumu şu şekilde açıkladı: “Düşünce dünyamızda bilginin belli zaman ve mekânın ürünü yani tarihsel, tekil ve yerel olduğu iddiası teorik olarak kabul edilse de, bu kabulün pratiğe ne kadar yansıtılabildiği şüpheli. Batı kaynaklı kuram, yaklaşım ve bilgileri sorgulamadan kabul etme eğilimi güçlü. Dolayısıyla bir kesim “Batıdan ne gelirse doğrudur, güzeldir” yaklaşımıyla bakıyor. Bunu da “evrenselcilik” iddiasıyla ya da kılıfıyla yapıyor ve bu büyük bir sorun. Bu yönelime haklı bir tepki olarak ortaya çıkan “yerlicilik” ise diğer bir kutba gidiyor. Onlar da “yerlicilik” bakış açısıyla bakıp Batıdan gelen her şeyi reddediyor. Âdeta mazide ve bir hayal dünyasında yaşıyor. Kendi tarihinin bütününü Asr-ı Saadet gibi görüyor. “Eskiden iyiydik, Batılılaştık bozulduk” demekle yetiniyor. Bu yaklaşım içe kapanmacı ve hamasî bir milliyetçilikten kaynaklanıyor ve onu yeniden üretiyor. Entelektüel bakış için eleştirel ve mesafeli bir duruş şarttır, karşılaştırmalı perspektif ve karşılaştırmalı tarih bilgisi son derece önemli ve bizde maalesef bu çok eksik.”
“Demokrasi, hürriyetçilikle anlam kazanır”
Türkiye’deki ana akım sosyal bilimler ve liberal demokrat çevrelerde Batı merkezciliğini sorgulama konusunda çekingenlik olduğuna dikkat çeken Demirel, “Kitabımda liberal demokrat paradigmadan bakarak bu Batıcı tarzı sorgulamaya çalıştım. Liberal demokrat paradigma derken şunu kastediyorum. Liberal özgürlükçü demektir, liberalizme de -eğer ideoloji sayılırsa- özgürlükçülük ideolojisi denilebilir. Sizlerin yakından bildiği hürriyetçilik denilen siyasî akım bugünkü dilde bütün türleriyle ve renk tonlarıyla liberallik olarak karşılık bulur. Dolayısıyla demokratım diyen bir kişinin, kendisini ister sosyal demokrat, ister radikal demokrat olarak tanımlasın, liberalizmin yani hürriyetçiliğin temel ahlâkî erdemlerinden uzak olmaması gerekir. Liberal değerleri dışlayan bir “demokrasi” çoğunlukçu ya da pek az sınırlandırılmış demokrasi haline gelir, çoğunluğun sınırlandırılmamış iktidarı hem hesapverirlik ve şeffaflık idealine sekte vurur, hem de hak ve özgürlükler açısından son derece tehlikelidir. Asıl demokrasi çoğulcu demokrasi yani hürriyetlere değer veren liberal demokrasidir” dedi.

Üniversiteler özerkliğini kaybediyor
Üniversiteyi bürokrasinin bir parçası gibi görme eğiliminin hep olduğunu ama 2016 sonrasında bu eğilimin daha da arttığını belirten Demirel, “İktidarların sosyal bilimleri ve eleştirel düşünceyi geliştirmek gibi bir derdi de olmadı şimdi de yok. Sadece üniversitelerimiz değil millî eğitim sistemimiz de maalesef eskiden beri eleştirel düşünme değil ezbercilik ve endoktrinasyon üzerine kurulmuş. Şimdi de bu tarz devam ediyor. Üniversite “ele geçirilmesi gereken bir kale” ve bir mevzi olarak görülüyor. Partizanca atamalar ve yükseltilmeler eskiden de vardı, şimdi de var. Eleştirel duruşa sahip olanların önüne engeller çıkarılıyor. İktidara yakın duranlar öne çıkarılıyor. Yani sadece işin rengi değişti. Tüm bunlar üniversiteyi ve üniversite fikrini yoksullaştırıyor. Halbuki üniversitenin belli bir özerkliğe sahip olması, akademinin siyasete dışarıdan bakabilmesi önemli bir ihtiyaçtır” ifadelerini kullandı.
Akademi, eleştirel mesafesini kaybediyor
Diğer bir meselenin de “mesafe problemi” olduğunu söyleyen Demirel, “Siyasî aktörlerle ve siyasî ya da iktisadî güç odakları ile arasına mesafe koymayı ve eleştirel bakmayı başaramayan bir akademik çevre ile karşı karşıyayız. Tarafsız bir sosyal bilim mümkün değildir, ancak bu tespit, akademisyenlerin bir siyasal projenin, siyasî aktörün ya da dar anlamda ideolojinin “doğrudan” sözcülüğüne soyunmalarını da zorunlu kılmıyor. Mesafeli bir duruş, ister iktidar, isterse muhalefet olsun, bütün siyasî aktörlere her zaman eleştirel bir göz ve sağlıklı bir şüphecilikle bakmayı gerekli kılar. Mesafeli bir duruşun zayıflığı, ne olup bittiğini anlamayı zorlaştırdığı gibi akademisyenin bir siyasî misyonun taşıyıcısı haline gelmesine de yol açıyor” şeklinde konuştu.

Ümitsizlik değil, sorumluluk alma zamanı
“Bitirmeden önce vurgulamak isterim ki hep güçlü yapısal dinamiklerden beslenen sorunlardan bahsetmek üniversitelerimiz, sosyal bilimler dünyamız ve genel olarak entelektüel hayata dair ümitsizliğe yol açmamalı” diyen Demirel, sözlerini şu şekilde tamamladı: “Hele hele bu sorunlar risk almamayı, çaba göstermemeyi ve işin kolayına kaçmayı meşrulaştırmak için kullanılmamalı. Altını çizerek söylemek isterim ki Türk düşünce dünyasında hiç de ihmal edilemeyecek bir potansiyel de var. Fakat bu potansiyelin açığa çıkması için yapılması gerekenler var. Zaten bu kitabı da bu potansiyelin açığa çıkmasına bir nebze de olsa katkıda bulunabilme ümidiyle yazdım. Sözlerimi bitirmeden önce eleştirel duruşa sahip platformların son derece azaldığı bir konjonktürde bana bu fırsatı sağlayan Yeni Asya Vakfı ve camiasına bir kez daha teşekkür etmek isterim.”