Hz. Bediüzzaman 13. Mektup’ta bilâpervâ şunu söylüyor: "Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku, elimi tutup men’ edememiş ve edemiyor."
Yani, evvelâ bu Nur davasında “beşerî korku”ya yer yoktur. Sâniyen, bu davanın kimseye bir zarar da yoktur. Yüz yıllık tarih, bu hakikatin bâriz bir şahididir.
Şüphesiz, Kur’ân’ın nuruna dayandığı için, Risale-i Nur’un kimseye bir zararı yok. Dolayısıyla, ondan korkmaya da hiç gerek yok. Kaldı ki, tahkikî iman ile korku aynı yerde durmaz, aynı kalpte barınmaz.
Evet, bu nurdan kimse zarar görmez. Belki, yarasa tabiatlı olanlar müstesna. Varsın, onlar da zarar görüp kaçsınlar, uzaklaşıp gitsinler.
Üstad ve 120’den fazla talebesi, f935’te Eskişehir’den sonra 1943-44’te Denizli Ağır Ceza Mahkemesinde de yine imha edilmek kast ve niyetiyle yargılandılar. İşte, o en korkulu günlerde bile dost ve talebelerini “Korkmayın” diye teselli ediyor.
Nitekim, Denizli Hapishanesinde büyük zorluklar ve imkânsızlıklar altında telif edilen Meyve’nin “Dördüncü Meselesi”nde kardeşlerine şu sözlerle sesleniyor:
“Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim,
Korkmayın, Risale-i Nur yasak olmaz... İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslâhhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzî edecekler.”
Said Nursî’nin Burdur ve Barla’ya “evham sebebiyle” sürgün edilmesinin üzerinden bir asır geçti. Aradan geçen yüz yıllık bir zamana rağmen, ne yazık ki hâlâ bu Nurdan korkan ve başkasını da ürkütmeye çalışan yarasa tabiatlı kimseler var yine de... Tabiî, sayıları zamanla azaldı ve azalmaya devam ediyor. Öyle ki, sayı itibariyle bugün nesli tükenme tehlikesi altındaki kelaynaklar kadar ancak vardır.

İNTİKAM-RÖVANŞ YOK; ŞEFKAT-MERHAMET VAR
Bediüzzaman Hazretlerinin en büyük gayesi ve hedef-i maksadı, hiç şüphesiz “iman kurtarma hizmeti”dir. Bu uğurda hayatını ve her şeyini feda etmiştir. Hatta öyle ki, sadece dost, kardeş ve talebe gibi yakınları için değil, onu zehirleyen, zindana atan, işkence çektiren, hatta idamını isteyen azılı düşmanları için dahi iman ve hidayet temennisinde bulunmuştur. Şayet Risale-i Nur ile imanını kurtarırlarsa, onlara da hakkını helâl etmiştir. İşte bunun ispatına dair iki misâl.
Birincisi: Afyon Mahkemesindeki bir duruşma esnasında, Bediüzzaman’ın talebesi Hüsrev Altınbaşak, Av. Halil Hilmi’nin de şahit olduğu bir müdafaadan kısacık bir bölümü şu ifadelerle aktarıyor: “Ey heyet-i hâkime! Benim müdafaatım elinizdeki risalelerimdir. Talebelerim bilirler ki, benim gizli düşmanlarım beni idam etseler, sonra Risale-i Nur ile imanlarını kurtarsalar, ben onlara da hakkımı helâl ediyorum. Eğer siz benim o gizli düşmanlarımın şahsıma yaptıkları nâkabil-i tahammül işkenceleri bilseydiniz, siz de benim halime ağlayacaktınız. Hatta, burada (1948 Afyon Hapishanesi) sekiz aydan beri bana çektirdiğiniz azaplardan dolayı size de hakkımı helâl ediyorum.”
İkincisi: Gerek Tarihçe-i Hayat ve gerekse Emirdağ Lâhikasının sonlarına derc edilen “Konuşan yalnız hakikattir” başlıklı mektupta, Üstad Bediüzzaman, dost ve talebelerine intikamcı olmamaları için hem tavsiyede bulunuyor, hem de onlara vasiyet ederek diyor ki:
“...Ben maddî ve manevî herşeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve manevî her şeyden ferağat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır.
“Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, eza ve cefalara maruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara karşı bütün haklarını helâl etmelerini isterim. Çünkü, onlar [düşmanlarımız] bilmeyerek kader-i İlâhînin sırlarına, derin tecellîlerine akıl erdiremeyerek bizim davamıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize eza ve cefa edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadâkat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim...
“Ben çok hastayım. Ne yazmaya, ne söylemeye tâkatim kalmadı. Belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetü’z-Zehranın Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasınlar.”
Evet, bu meselede nihaî sınırları belirleyen, daha ötesi düşünülemeyen harikulâde sözlerdir bunlar. Ümit ve temenni ederiz ki, dost-düşman herkes görsün, okusun, anlasın bunları.
Bu yazı serisini hiç mübalâğasız 365 gün daha devam ettirmek mümkün. Yani, “Nur markası” başlığı altında sıralayabileceğimiz o kadar çok sayıda konu var. Ama, biz şimdi bu kadarlıkla iktifa edelim. İleride tekrar aynı tarz yazılara dönebiliriz.
Fiemanillah.