"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Eski ev

Fehmi Marankos
27 Kasım 2021, Cumartesi
Eski ev! Öyle güzelsin ki bu halinle; iki hektarlık bahçende üç-beş hurma ağacın, çeşit çeşit karanfillerin, başka başka çiçeklerinle… Öyle şirin görünüyorsun ki bana, sana her bakışımda ilkokul kitaplarının renkli sayfalarındaki resimleri inceleyen, on sene öncesinin o kırmızı yanaklı çocuğu oluveriyorum. Sen öyle şirin, öyle tatlı, öyle sevimlisin işte.

Bu sokakta, şu yosun tutmuş derenin ve hemen hemen ağaç boyundaki sazlıkların arasında, fıstık tarlalarındaki patikalardan dışarı taşmadan bacak kadar boylariyle koşuşup duruyordu onlarca çocuk. O zaman sokakta bu kadar çok ev yoktu. Arsalar daha genişti. Öyle ki biz çocuklara oyun bahçeliği yapan bu tarlalar, bostanlar, sazlıklar bitmez gibi gelirdi. Koca bir yer, sınırsız, sonu gelmez, bütün kâinattan daha da geniş. Uçurtmalar tellere takılmazdı. Çocuklar daha mesuttu. Saklambaç, koşmaca, bilye oynamak için her yer çok uygundu. Sanki yalnız bunun için yaratılmıştı bu kara parçası. Sahipsiz. Hiçbir büyüğün değil. Yalnız biz çocukların. Yalınayak gece yarılarına kadar, sokak boyunca arsadan arsaya dolaşıp duruyor, annelerimizi bizi pencerelerden başları görünür, bekler buluyor, sade bir tokatla uykuya dalıyor, mesut rüyalar görüyorduk.

Fakat bunlar olmayacak artık. Dolduracaklar sağını solunu, arkanı. Denizi bile zor göreceksin. Şu solundaki fıstık tarlasına koca bir yapı dikecekler. Arkanda şimdiden bir başkası yükselmekte. Onların arasında bir başına kalacaksın. Bu yeni dünyaya, bu uygar çağa! bir yabancı gibi… Tek yeşil, tek oyun alanı senin bahçen olacak. Başka yerde saklanamayacak çocuklar, kovalamaca oynayamayacak, koşamayacaklar.

Ev sahiplerinde yaşlı kimseler. Meydan okuyorlar şimdiye, 21. Yüzyılın yozlaşmışlığına. Her sabah perdelerini açıyor, denizi seyrediyor, ılık Akdeniz meltemini buyur ediyorlar odalarına. İçeriye ferahlık doluyor. Basamakların gıcırdıyor. Basamaklarında, senelerdir her gün basılan yerler çukurlaşmış, üzerine bütün değen ayakların hatırası var merdivenlerde.

İşte, sahiplerin; yüzleri buruşmuş, ellerinde değnekler, bahçendeki kanepeye oturmuşlar. Yesari Asım yahut Münir Nurettin dinliyorlardır. Sessiz sakin her şey. Yoğun bir ilkyaz kokusu. Her çiçeğin kişiliği bulunuyor bu kokuda. 

Her çiçek kendini duyuruyor, kendinden bir çeşni bırakıyor.

Ya sahiplerin öldüğünde? Yeni, şimdiki yatak odasına benzemeyen toprak altındaki odalarına taşındıklarında ne olacak? Böyle, hiçbir yerin değişmemiş, elli sene önceki gibi duracak, sabırsız zamana meydan okuyabilecek misin yerinde? Yoksa, şu karıncaların, solucanların buluştuğu bahçene koca bir yapı mı dikecekler? Çocukları, hayatlarının en tatlı hatıralarının barındığı seni koruyacaklar, muhafaza edecekler mi? Yoksa para uğruna sana kıyacaklar mı?

Evciğim ne olacaksın? Dur söyliyeyim. Şu iki ihtiyarla birlikte sen de yok olacaksın. Belki yalnız, şu adamcığın ölmesi kâfidir. Çocukları annelerini yanlarına alır da seni kimsesiz bırakırlar. Sonrasını biliyorsun işte. Üzme beni.

Önünden geçen toprak yolun kıyısında bir kanepeye oturmuş dertleşiyorum seninle. 

Bu değişime ayak uyduramadığımdan, durduramadığımdan. Yüzlerce gün, taa ilkokul sıralarından beri bahçe korkuluklarına dayandım da seninle ilgili nice düşler kurdum. Bir mühendis, bir avukat olsaydım gerçekleştirebilirdim düşlerimi. Ama mümkün değil bunlar. Ben yazarlık mesleğini seçtim. Erişemem sana. 

Cebimdeki üç-beş kuruşla bir kola yahut limonata alır, onları sakız leblebiyle içer, karşıdaki kanepeye oturur, olmayacak düşler kurarım ancak. Olur a, Nobel kazanırım belki, işte o zaman zengin bir yazar hüviyeti elde ederim de seni alabilirim. Denize karşı, şu ileriye çıkan odana bir yazı masası koyar, içinde her zaman taze bir karanfilin olduğu mavi bir vazoyla süsler, yazı yazarak geçimimi sağlarım.

İsveç akademisine bir telgraf mı çeksem yahut posta mı yollasam? En iyisi posta yollamak. Bir postacı, sabah çayını içmiş, geçmişte kalmış ilkgençlik serüvenlerini düşünmektedir. İlkgençlik zamanını hatırlarken, mutlu mesut, çantasında benim mektubumla akademi binasına girer. İlk karşılaştığı kişiye uzatır zarfı, her şeyin kolayına kaçar postacılar. Mektubu verdiği büyük bir edebiyatçıdır. Açar, okur. Beni İsveç’e dâvet eden bir telgraf gönderir sonra. Ödül kitabıma verilmiştir.

İşte, olmayacak şeyler düşler bu yazarcık da. Seni bana vermezler evciğim. Aramızda bahçe korkuluklarından daha aşılmaz engeller var. Bizi buluşturmazlar. Şu iki ihtiyarcık nefes aldığı, sesleri çıktığı kadar sırdaşız, dostuz… 

Senin de düşlerimin de kaderi şu ihtiyarlara bağlı. Allah ömürlerini uzun eylesin.

Okunma Sayısı: 2276
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • okur

    27.11.2021 10:41:01

    “Denize karşı, şu ileriye çıkan odana bir yazı masası koyar, içinde her zaman taze bir karanfilin olduğu mavi bir vazoyla süsler, yazı yazarak geçimimi sağlarım...” Yazarcık, ne güzel yazarsın. .

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı