Üstad "Şimdi meşrutiyettir (demokrasi); hâkim şahs-ı mütehakkim (baskı yapan kişi) değil, belki (bilâkis) meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir (kamuoyudur)" sözüyle, referandum öncesindeki güncel gündemimize de ışık tutan çok önemli bir mesaj veriyor.
Bediüzzaman 1908-9'da yazıp 50'den sonra güncellediği metinlerde "cumhuriyet ve demokrat manasında" dediği meşrûtiyeti "hâkimiyet-i millet" olarak tanımlarken, bu sistemde efkâr-ı ammenin, yani kamuoyunun önemini de sürekli vurgulamıştı.
Söz konusu millet hâkimiyetinin Meclis ve seçilmiş milletvekilleriyle tahakkuk edeceğini ise "Efkâr-ı ammenizin misali mücessemi (cisimleşmiş örneği) olan meb'usan hâkimdir; hükümet hâdim ve hizmetkârdır" (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 225) ifadesiyle dile getirmişti.
"Şimdi meşrûtiyettir; hâkim şahs-ı mütehakkim değil, belki (bilâkis) meşveretin ruhu olan efkâr-ı ammedir" sözü ise (s. 45) bu manayı tamamlayıp güncel gündemimize de ışık tutan bir örnek.
Tıpkı "Riyaset-i şahsiyenin kat'iyen aleyhindeyim" (s. 196) ifadesi gibi.
Ve "Bir ince tel gibi her tarafa heva ve hevesin tehyici (heyecanlandırması) ile çevrilmeye müstaid (meyilli) olan rey-i vahid-i istibdadı (istibdadın tek görüşünü) layetezelzel (sarsılmaz) bir demir direk gibi, lâyetefellel (kırılmaz, körelmez) bir elmas kılıç gibi olan efkâr-ı ammeye tebdil ediniz" (s. 210) sözü gibi.
Üstad millet hâkimiyetinin efkâr-ı umumiye ile temin edildiğini söylerken, istibdadın ihtilâf çıkararak kamuoyunu imhaya çalıştığına ve hukuku muhafaza noktasında kamuoyu oluşturmak için ittihadın önemine dikkat çekiyor (s. 20).
Ve "zaman-ı meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası" dediği hak, akıl, marifet (bilgi), kanun gibi değerlere "efkâr-ı amme"yi de ilâve ediyor (s. 217).
"Madem ki meşrûtiyette efkâr-ı amme hâkimdir; o efkârın eczası da (cüzleri) de her ferdin fikr-i mahsusudur" (s. 82) sözü ise, kamuoyunun oluşmasında her şahsın fikrinin taşıdığı önemi vurguluyor.
Eğitimi kamuoyunun dürbünü, keskin kılıcı ve yol gösterici rehberi olarak nitelemesi de bu bağlamda manidar (s. 20).
"Meşrûtiyettir; herşeyde meşveret hükümfermadır; efkâr-ı umumiye dîdebandır (gözcü)" (Muhakemat, s. 41) sözüyle de, kamuoyunun denetim işlevini ifade ediyor.
Üstadın efkâr-ı ammeye bakışı bu.
Riyaset-i şahsiyenin kat’iyyen aleyhindeyim
Bediüzzaman Said Nursî padişahlığın hükümran olduğu bir dönemde artık “ağalık” devrinin geride kaldığını ve ortak akılla kamuoyunun öne çıktığı bir dönemin açıldığını ifade etmişti.
Eski Said Dönemi Eserleri’nden:
“Her bir zamanın bir hükmü ve hükümranı vardır. O zamanın makinesini çeviren bir ağa lâzımdır. İşte, zaman-ı istibdadın hâkim-i manevîsi kuvvet idi; kimin kılıcı keskin, kalbi kasî (katı) olsa idi yükselirdi. Fakat zaman-ı meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır, akıldır, marifettir (bilgi), kanundur, efkâr-ı ammedir (kamuoyu)” sözleri bunun ifadelerinden (s. 217).
Aynı şekilde “Meşrûtiyetin sırrı; kuvvet kanundadır, şahıs hiçtir. İstibdadın esası; kuvvet şahısta olur, kanunu kendi keyfine tâbi edebilir, hak kuvvetin mağlûbu” (s. 221) şeklindeki manidar tesbitleri de.
Keza “Bir ince teli, rüzgâr her tarafa çevirebilir. Fakat icma ve ittihad ile (toplanıp birleşerek) hâsıl olan hablülmetin ve urvetülvuska (sağlam halat) değme şeylerle tezelzül etmez (sarsılmaz)” örneğinden sonra dile getirilen şu hakikatler de:
“Eski padişahların iradesini Ermeni rüzgârı ve ecnebi havası veya vehmin vesvesesi esmekle çevirebilirdi. Şimdi 300 ârâ-yı mütekabile ve efkâr-ı mütehalife (Meclisteki 300 milletvekilinin farklı ve karşıt görüş ve fikirleri), hak ve maslahattan başka birşey ile musalâha etmez.” (s. 223)
Şu söz de bu manaları tamamlıyor:
“O kadar geniş daire-i ahrara (hürriyetçi çevrelere) efkâr-ı umumiyeden (kamuoyundan) başka serpuş (başlık, şapka) olamadığından, riyaset-i şahsiyenin (şahsî reisliğin) kat’iyen aleyhindeyim.” (s. 196)
Devamında “Reisimiz ancak hükümettir” diyor Üstad, ama şunu da söylüyor:
“Meşrûtiyet hakimiyet-i millettir. Yani efkâr-ı ammenizin misal-i mücessemi (kamuoyunun cisimleşmiş örneği) olan meb’usan (milletvekilleri) hâkimdir; hükümet hâdim ve hizmetkârdır.” (s. 225)
Buna göre, millet adına hâkimiyet, halkın oylarıyla seçilen vekillerin bir araya gelerek görev yaptığı Meclistedir, hükümet ise onun emrinde, hizmetinde ve kontrolündedir.
Meclis, meşveret, fikir hürriyeti
Bediüzzaman Said Nursî 2. Meşrûtiyetin ilânının 3. gününde Sultanahmet Meydanı’nda düzenlenen mitingde irad ettiği ve bilâhare Selanik’te tekrarladığı “Hürriyete hitap” nutkunda diyor ki:
“Bu zamanda revabıt-ı içtima (sosyal bağlar) o kadar tekessür etmiş (çoğalmış) ve levazım-ı taayyüş (maişet ve geçim için gerekli şeyler) o derece taaddüt etmiş (çeşitlenmiş) ve semerat-ı medeniyet (medeniyetin meyveleri, ürünleri) o kadar tefennün etmiş (farklı ilimlere ve uzmanlık alanlarına konu olmuş) ki, ancak yalnız kalb-i millet hükmünde olan meclis-i meb’usan ve fikr-i ümmet makamında olan meşveret-i şer’î ve seyf ve kuvvet-i medeniyet (medeniyetin gücü ve kılıcı) menzilinde bulunan hürriyet-i efkâr (fikir hürriyeti) o devleti taşıyabilir ve idare ve terbiye edebilir.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 179)
Burada, yeni çağda devletin dayanacağı üç temel direği Meclis, meşveret ve fikir hürriyeti olarak sıralıyor Üstad. Seçilmiş vekillerden oluşan Meclisi milletin kalbi olarak nitelerken, ümmetin ortak fikrinin orada yapılacak meşveretle ortaya çıkacağını, bu meşveretin doğru ve sağlıklı neticeler üretebilmesinin en önemli şartının da fikir hürriyeti olduğunu söylüyor. Bunlar iç içe diyebileceğimiz derecede irtibatlı ve birbirini tamamlayan esaslar.
Çağdaş devlet şahsa değil, Meclise dayalı bir sistemle yönetilir. Bu Meclis, ülke meselelerini istişare ederek sonuca bağlar ve sorunları çözer. Ama bunun için, istişarelerin mutlaka hür ortamda yapılması gerekir.
Nitekim Üstadın “Meb’us hürdür, hiçbir tesir altında olmamak gerektir” beyanı da (age, s. 224) bu manaya işaret ediyor.
Şimdi soralım: 2017 Meclisi, yüz küsur yıl önce yapılan bu veciz tariflerin neresinde?