Risale-i Nur hizmet-i imaniyesinde şahıslar ve kişiler ön planda değildir. Hiçbir şahıs kendini şahs-ı manevinin önünde görmez.
Şahısın değeri ve kıymeti şahs-ı manevi içerisindeki vaziyetine göre ölçülür. Tüm şahıslar şahs-ı manevi içerisinde ortak bir değere sahiptir. Yüksekte veya daha ileride olan bir şahıs yoktur. Parlak makamlar ve o makam için parlatılmış şahıslar bulunmaz. Herkes ihlası nispetinde bir parlaklık ve dereceye sahiptir. Bunun haricinde bir makam veya konum bulunmaz.
“...Hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesi ile görünen şakirtleri âdi, âmi adamlar görür...” Bazı şahıslar kendisinde olmayan fakat hüsn-ü zan sebebiyle kendisinde varmış gibi düşünülen parlak makamların sahibi olarak görünür. Fakat bu durum ehl-i tahkik olmaya aykırı bir vaziyettir. Fazlaca yapılan hüsn-i zan sebebiyle hata ve yanlışlar görülmez hale gelir. O kişi yanlış yapmaz ve yaptıklarında bir hikmet vardır anlayışı oluşur. Üstün özelliklere ve yeteneklere sahip olduğu düşünülür. Onun için yüksek bir manevi makam tayin edilerek o makamdan doğru gördüğü fikriyatı meydana gelir. Mahviyet ve tevazu içerisinde, hizmetkârlıktan başka bir şey düşünmeyenler ise sıradan insanlar gibi gösterilir. Arka planda kalan ve etkili olmayan şahıslar olarak nitelendirilir. Bu ise çok büyük hatanın tezahürüdür. “Evet, bir ehemmiyetli ihsan-ı İlâhi, ihsanını, enâniyetini bırakmayana ihsas etmemektir—tâ ucub ve gurura girmesin.” (Tarihçe-i Hayat)
Bir şahıs enaniyetini terk etmemekte ısrar ediyorsa ona ihsanını ihsas etmemek gerekir. Bu onun için daha faydalı ve daha doğru olandır. Bu sayede ucub ve gurura kapılmaktan kurtulabilir.