Bütün ticarî işlemlerini bankalar üzerinden, faiz ile iştigali alışkanlık haline getiren, ama beş vakit namazını da ihmal etmeyen, bir ayağı bankada, bir ayağı camide olan sözde dindar bazı zengin iş adamları...
Banka kredileriyle hac eden veya her sene umreye gitmeyi vazgeçilmez bir ibadet sayan Müslümanlar..
Sadece mezarlık ziyaretlerinde veya namaz kılarken öylesine başını örten; sair zamanlarda kıyafetlerine dikkat etmeyen hanımlar.
Tesettürlü giyim-kuşamlarıyla, sigarasını tüttüren, yabancı erkeklerden sakınmayan dindar görünümlü hanım tipleri.
İş yerinin duvarlarında bol âyetli hadisli renkli görkemli güzel süslü tablolarla müşterisine dindarlığını ihsas ettiren, alış veriş muamelesinde müşteriyi ‘avlamak’ için gayet nazik bir tavırla bolca “inşallah, maşallah, hamdolsun..” terimlerini istimal eden; ama fahiş fiyatla kalitesiz malını satmaya çalışan dindar tüccarlar...
Dindar olarak bilinen bir çok ebeveynin çocuklarının düğün merasiminin ilk gününde “vur patlasın çal oynasın” eşliğinde kadınlı erkekli halaylar ve sonra da mevlitler eşliğinde yapılan duâlar...
Vefat eden annelerinin veya babalarının ya da çocuklarının bir taraftan acısını ve yasını yaşarken; diğer taraftan da üçüncü veya kırkıncı gününde yüzlerce kişiye verecekleri yemeğin masrafının nasıl karşılanacağının sıkıntısını yaşayan aileler.
Ve bu taziye yemeğine düğün yemeği imiş gibi koşan kadınlı erkekli yüzlerce ehl-i din...
Çevresinde oldukça dindar olarak tanınan bir zatın kendisine ait olan özel hastanesinin duvarlarında sağlıkla veya hastane ile hiç alâkası olmayan müstehcen kıyafetli kadın resimleri üzerinden dinî değerlere mesafeli çevrelere yaranmak için yapılan yanlışlar...
Böylece bir taraftan kendi dindarlığı üzerinden muhafazakâr kesime bir mesaj; duvarlara o çeşit resimleri asmak suretiyle de muhafazakâr olmayan kesimlere mesaj veren iş adamları.
Meyvenin veya sebzenin iyisini parlatıp cilâlayarak vitrinin ön tarafına; çürüğünü, kalitesizini de arka tarafa saklayan manav hacı amcalar...
Sahi biz bu hale nasıl düştük? Bu nasıl bir dindarlık? Haramlarla, günahlarla iç içe olan bir dindarlığın dinimizde yeri var mı? Kendi elimizle dinî değerlerin içini boşaltıp, onların yerine dinde yeri olmayan, menfaate dayalı örf ve adetlerimizi doldurmanın manevî mesuliyeti düşünülmüyor.
Hem dindar geçinip, hem de böyle gayr-ı meşrû, haramlarla alûde işlerle iştigalin dinî değerlere yapılacak en büyük cinayet olduğu da maalesef hesap edilmiyor.
Bu ve benzeri yanlışları, gayr-ı meşrû işleri, muameleleri yapan dindar olarak bilinen şahıslara yapılan ikaz ve tavsiyelere bunların derhal savunmaya geçip, “bu zamanda böyle hareket etmek zorundayız; başka türlü bu işler yürümez” şeklindeki tepkilerine muhatap olunca üzüntümüz bir kat daha artıyor. Anlaşılan; “inandığınız gibi yaşamasanız; yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” gerçeği burada da belirgin hale geliyor.