Bugün Barack Obama’dan Angela Merkel’e, Vladimir Putin’den Shinzo Abe’ye G-20 liderlerini bir araya getirecek G-20 zirvesi başladı.
Dünyanın en gelişmiş 20 ülkesinin liderlerini buluşturan G-20 zirvesini 13 bin kişi ile birlikte, bu ülkelerden ve Türkiye’den “akredite” olan yaklaşık 2 bin 700 gazeteci izleyebiliyor. Akredite yani gazete ve televizyon arasında ayrımcılık yapılan ve akredite yapılmayan gazeteciler ise toplantılara sokulmuyor.
Önceleri TSK’nın yaptığı bu “ayıplı” uygulama son yıllarda bütün alanlara yayılmış durumda. Cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, bakanlıklar hep bu ayıplı uygulamayı devam ettiriyor.
Bunun yanında sivil toplum kuruluşları, devlete bağlı genel müdürlükler dahi “ayrımcılara yaranmak, fırça yememek, işinden olmamak” gibi sebeplerle bu uygulamayı sürdürüyorlar.
Yani, kendilerine muhalif gördüklerini hiç hakları olmamasına rağmen, hukuksuzca, devletin ve milletin kurumlarına sokmuyorlar. Biz yıllardır bu uygulamalara tepki gösteriyoruz. Yeni akredite olmayanlar seslerini yeni çıkarmaya başladı. Keşke daha önce sesleri çıksaydı bu kadar ayrımcılık artmasaydı…
Ayıp devam ederken, yabancı bir gazetecinin akredite olmayan bir gazeteciye, “Gerçekten muhabirleriniz G-20 zirvesine akredite edilmedi mi?” diye sorması basın özgürlüğünde geldiğimiz noktayı çok iyi anlatıyor. Bu soruya biz cevap veremiyoruz, hadi akredite uygulayanlar cevap verin bakalım.
***
HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ DEĞİL ARTIK!
Manisa’da “paralel yapı operasyonları” çerçevesinde elleri kelepçelenerek götürülen iki başörtülü hanımın de yer aldığı görüntülerin ortaya çıkmasından sonra tepkiler çığ gibi büyümüştü. Hükümete yakın bazı başörtülü gazeteciler dahi tepki göstermişlerdi. Gelen tepkiler üzerine başlatılan soruşturma sonucunda il emniyet müdürü görevden alındı.
Aslında son yıllarda bu tip olaylara sıkça rastlıyoruz. Gözaltına alınırken, arkadan kelepçelemeler, kadınların yerde sürüklenmesi, tartaklanması maalesef sıkça gördüğümüz manzaralar…
Bu olaylar vesilesiyle nutkumuzun tutulduğu ve söyleyecek söz dahi bulamadığımız bazı gelişmeler de oluyor.
Bunlardan birisi eskiden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazan şimdi ise milletvekili seçilen Aydın Ünal’dan geldi. “Kelepçe olayı elbette tasvip edilemez de, konuyu örtü odaklı tartışmak da afedersiniz çok Fetullahça bir tavır. Örtü tam da burada teferruat” diyen birine ne denilebilir ki? Bu sözleri kamuoyunun dikkatine sunuyoruz… Takdir sizin…
İkincisine gelince… Başka bir gözaltına alınma olayında bir polis memurunun söylediği “Hiçbir şey eskisi gibi değil artık” demesi oldu. Ürkütücü ve düşündürücü…
***
YOK ARTIK!
Eski Bakan yeni Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin seçim sonuçlarını öyle bir değerlendirmiş ki, duyduğumuzda “yok artık” dedik.
Şahin, Hz. Muhammed (asm) döneminde yapılan Uhud Savaşı’nı 7 Haziran seçimlerine, Hendek Savaşı’nı ise 1 Kasım seçimlerine benzetirken şöyle demiş: “Kadınlar gençler her birimiz tek vücut olduk. O ilk günkü aşkla yola çıktığımızda 7 Haziran’da yaşadığımız aslında bir Uhud’du. 7 Haziran Uhud, 1 Kasım ise bizim Hendek Savaşı’mızdır. Uhud Savaşı’nda nasıl ders alındıysa, Hendek Savaşı yaşandıysa, 1 Kasım bizim Hendek Savaşı’mızdır…”
Siyasetin dine alet edilmesi tam da budur işte… Sadece şunu soralım. Bu durumda AKP’ye oy vermeyen yüzde 50.5’lik kesim ne oluyor?