Kehf, mağara demektir. Altı genç, zamanın hâkimi inanç ve hayat tarzına itiraz ederler. Baskıya maruz kalınca mağaraya sığınırlar.
Ölüp gitmeleri için mağara ağzı kapatılır. Uykuyla uyanıklık arasında geçen 309 yılın sonunda kurtulurlar. Mağaradan çıktıktan sonra yepyeni bir dünya kurarlar. “Kehf Ashabı” unvanıyla bilinen destanı yazarlar.
Kader bir şeye hükmettiğinde önünde kimse duramaz. Rabbin kudreti karşısında hiçbir şey ayakta kalamaz. Nemrud saltanatının yıkılacağı hezeyanına kapılınca bütün bebeklerin öldürülmesi emrini verir. Haberi alan Azer eşini mağaraya kaçırır. Nemrud saltanatını yıkacak İbrahim (as) işte o günlerde burada dünyaya gelir. 15 ay kaldığı mağarada hızlıca büyür. Annesiyle geçirdiği tecrit günlerinde varlığı sorgulayarak Rabbini bulur. İlim ve hikmetle donandıktan sonra mağaradan çıkar. Sonunda bedeli ateşe atılmak olsa da hakikati yeryüzüne yayar.
Asırlar sonra Hz. İbrahim’in (as) neslinden Efendimiz (asm) dünyaya teşrif eder. Fitnelerden uzaklaşmak için çekildiği Hira’da Rabbiyle başbaşa kalır. Sükût içinde geçen günlerin sonunda İlâhî kelâm dünyasına iner. Hz. Ebubekir ile Hz. İbrahim (as) gibi Söz’ün gereğine uygun bir hayat yaşamak isteyince dışlanırlar. Hakaretler, fizikî tacizler ve boykotlar netice vermeyince ölümle tehdit edilirler. Onlar da çareyi şehri terk etmek de bulurlar. Hicret denilen hakikat yolculuğuna çıkarlar. Saldırılardan korunmak için 3 gün Hira Mağarası’nda gizlenirler.
O gün bu gündür mağaralar kendini ve Rabbini aramanın milâdı ve düşmandan korunmak için sığınılan menzil olarak algılanır.
Mağara bir yönüyle hakikat arayışıdır. Şehirler küçükken Hak erleri dünyadan kendilerini tecrit etmek ve ebedî hayatlarını kazanmak için mağaraları mesken tutardı. Dünyalıların dünyasını zindana, hayatını mağaraya çevirmeye çalıştığı Bediüzzaman bunlardan biriydi. O da aynı şeyleri söylerdi. “Selef-i Salihinden binlerle ehl-i hakikat inzivaya, mağaralara muvakkaten girmişler. Dünyanın fani müzeyyenatından istiğna ve tecerrüt etmişler; tâ ki, hayat-ı ebediyelerine tam hizmet etsinler.”
Hz. İbrahim’in (as) yoldaşı, Hz. Muhammed’in (asm) torunu, çağın Ashab-ı Kehf-i ve sıddıkı Bediüzzaman Süfyanist zihniyetin tahribatından uzak durmak ve Yeni Said olarak adlandırdığı hayatı kurmak için 1923 yılında Erek Mağarası’na taşınır. İki yıl boyunca çağın Ashab-ı Kehf’ini ve Ebubekirlerini yetiştirmeye çalışır. Dünyadan elini, eteğini çeker. “Siyaseti terk ve dünyadan tecerrüd ederek bir dağın mağarasında ahireti düşünmekte iken, ehl-i dünya” tarafından Şeyh Said Hadisesi gerekçe gösterilerek “zulmen” Barla’ya sürülür. Kuş uçmaz, kervan geçmez denilen Barla’da unutulup gitmesi istenir. Fakat “Hàlık-ı Rahîm ve Hakîm o nefyi” rahmete çevirir. Emniyetsiz ve ihlâsı bozacak sebeplere maruz o dağdaki inzivayı; emniyetli, ihlâslı Barla Dağları’ndaki halvete çevirir. İnsan için niyeti ve niyazı vardır. O, Rusya’da esaretteyken âhir ömründe mağaraya çekilmeyi istemiştir. Rabbi de Barla’yı o mağara yapar. Mağara meyvesini verir, sıkıntılı mağara zahmetini zayıf vücuduna yüklemez.
İnsan kendini yalnızlıkla damıtır. Gürül gürül akan ırmakken bir zaman sonra durgun bir denize varır. Bediüzzaman Şarkın dağlarında gürül gürül çağlarken Barla Denizi’nde durulur. Arkasından söze durur. Sözün yeryüzüne ayak bastığı Hira’yı hatırlatan Barla’da Sözler’i yazar. Sözler dünyayı, dünyası mağaralara dönmüşleri aydınlatır. O Van Dağları’ndan Barla Mağarası’na sürülmeseydi Nurlar’ı yazabilir miydi. Ruhları zindanlarda, kalpleri kuyularda, gönülleri mağaralarda olanlara umut olabilir miydi.
Çağın Mağaraları: Hapishaneler
Söz kurşun gibi tesir eder. Yıkılmaz denilen kaleleri yıkar. Bediüzzaman’ın Sözler’inin böyle bir etki oluşturacağından korkan ehl-i dünya ikinci planını hayata geçirir. Bediüzzaman Barla Mağarası’ndan alınarak talebeleriyle çağın mağaraları hapishaneye kapatılır. Sürgünlerle dolu çileli ömrüne Eskişehir, Denizli ve Afyon Hapishaneleri de eklenir. Kader hükmünü icra etmekte, arzularını bir bir gerçekleşmektedir. O, yıllar önce ‘Bundan sonra ömrümü mağaralarda geçireceğim. Hayat-ı siyasiyeden ve içtimaiyeden sıyrılacağım. Artık karışmak yeter’ demiştir. Nitekim adım adım “inayet-i Rabbaniye ve adalet-i kaderiye tecelli” etmiştir. Kararından ve arzusundan çok ziyade hayırlı bir surette ihtiyarlığına merhameten “o mutasavver mağaraları hapishanelere ve inzivalara ve yalnızlık içinde çilehanelere ve tecrid-i mutlak menzillerine” çevirmiştir. Kader hapishaneleri “ehl-i riyazet ve münzevilerin dağlardaki mağaralarının çok fevkinde ‘Yusufiye Medreseleri’ ve tecridhanelere çevirir. “Hem mağara faide-i uhreviyesini, hem hakaik-i imaniye ve Kur’âniyenin mücahidane hizmetini” verir.
Bediüzzaman ve talebeleriyle Yusufiye Medreseleri’nde Hz. Yusuf’un (as) sünneti hayata geçirilir. Zindan ‘Meyve’ Risalesi’ni verir. 30. Lem’a ile karanlıklar aydınlatılır. 15. Şuâ’nın şavkı vurur mağaralara/zindanlara. Güneşin ışığı bölük bölük mağaralara/zindanlara taşınır.
Ölmeye yüz tutmuş ruhlar güneşin ışığıyla ayaklanır. Ashab-ı Kehf türünden yüzlerce genç Nur kervanına katılır. Yüzlerine Asr-ı Saadetin renkleri yansır. Nur Risalelerindeki ışıkla arınır.
Genç şakirtlerinin hallerinde hapishanenin bereketini, Asr-ı Saadetin izlerini gören Bediüzzaman’ın kalbi yerinden çıkacak gibi olur. Kalbinden kalemini çıkarır. “Birden kalbe geldi ki: Madem eski zamanlarda âhiretini dünyasına tercih edenler, hayat-ı içtimaiyenin günahlarından kurtulmak ve âhiretine hâlisane çalışmak niyetiyle mağaralarda, çilehanelerde riyazet ile hayatlarını geçirenler bu zamanda olsaydılar, Risale-i Nur şakirdleri olacaktılar. Elbette şimdi bu şerait altında bunlar, onlardan on derece daha ziyade muhtaçtır ve on derece fazla fazilet kazanıyorlar ve on derece daha rahattırlar.” “Ashab-ı Kehf misillü Nur şakirdleri o sıkıntılı çilehaneyi Ashab-ı Kehf ve eski zaman ehl-i riyazatının mağaralarına çevirmesi ve istirahat-ı kalble Nurlar’ın neşrine ve yazmasına sa’yleriyle, inayet-i Rabbaniyenin imdadımıza yetiştiğini ispat etti.”
Sürgün, mağara ve hapislerle dolu hayatı 1960 yılında dedesi Hz. İbrahim’in (as) şehri Urfa’da sonlanır. Dünya mağarasından Halilülrahman Dergâhı’na girer. 110 gün sonra da meçhul bir mağaraya götürülür.
Nuh’un Gemisi
Şehirler büyüyünce insan kendi mağarasına sıkışıp kalır. Yalnızlaştıkça yalnızlaşır. Artık gemiyi kurtaran kaptan olunmalıdır. Risale-i Nur bütün Dünyayı tufandan kurtaran Nuh’un Gemisi’dir. Birçok Nur Talebesi, Risaleleri yüreklerine bastırarak bulundukları yerleri Medrese-i Nuriye’lere çevirip fitnelerden korunmaya çalışır. Ahirzamandaki tufandan Risale limanına sığınır. Yüreklerinin mağarasına sıkışmış, kaderin cilvesiyle modern zaman mağaraları mahpushanelere düşmüşler için Risaleler Nuh’un Gemisi gibi limanda bekliyor. Kaptanı Hz. Nuh olan gemi batmaz. İş gemiye binebilmekte…