Apartmanda, sokakta, işyerinde ve okulda en çok duyduğunuz cümle, onların ramazanlarımızı tebrikleridir. İslamiyet’in bu şeairi, küçük küremizde yalnızca Müslüman ülkelerin günlük hayatlarına yansımıyor, bunun Avrupa’daki akisleri de önemsenecek derecede artmış görünüyor.
Ramazan-ı Şeriflerin, beraberlerinde, sofrayı da tedai ettiklerini elbette biliyorsunuz. Elli-altmış önce “sofra” denildiğinde, yalnızca İbrahim (a.s.)’ın sofrası hatıra geliyordu. Veya Hz. İsa (a.s.)’a ve onum havarilerine semadan indirilen sofra konuşulabilirdi. O zamanlarda; Ne Musa (a.s.)’ın çöle çıkarken kardeşi ile oturduğu balık sofrasını, ne Hz. Zekeriya’nın (a.s.) Meryem’in (a.s.) önünde şahit olduğu gaybî sofrayı, ne Hz. Muhammed (sav)’in yerden kalkmayan sofralarını ne de diğer nebilerin sofralarını Avrupa ahalisi biliyordu. Hristiyan Batı’nın diğer bütün sofralarını, zaman içinde Kur’an’dan öğrendiğini, yine onların günümüz kültürlerindeki yansımalardan öğreniyoruz. “Sofra” dediğimizde, yalnızca damağımıza ve midemize hitap eden bilindik sofrayı kastetmiyoruz. Tıpkı “rızık” kelimesinin ardına saklanan manalar gibi. Bilinen belli duygularımızın dışındaki yüzlerce hissiyatımıza hitap eden maddi-manevi sofralar burada söz konusu. Şu bahar mevsiminde, Rabbimizin geniş dairede önümüze serdiği sofralar gibi… Gözlerin, koku alma duyumuzun, dokunma hissiyatımızın ve kulaklarımızın rızıklandığı sofraların zenginliğini hepimiz az-çok görüyor ve yaşıyoruz.
Belki de size hissettirmeye çalıştığımız Halilullah sofralarının özünü teşkil eden Kur’an’ı başa almalıydık. Kur’an’ın lâfzından ve musikisinden, manasına kadar. Bu zamanın lahuti atmosferlerinden, geleneğinin eteğine sarılmış sıradan duygulardan Kur’an’ın ruhlara takdim ettiği sofralara kadar… Bu ilâhî mesajın tesirine kapılmış milyonlardaki ahlâkî yükselişin gösterdiği manevi sofralar var ki, genellikle bunun hem tasvirinden, hem de mahiyetini anlatmaktan aciziz. Avrupa medeniyetiyle övünen kıta insanlarını, hayat cihetiyle büyüleyen bir değişim, melekutiyetin yansıması, dünyevi hiçbir tedrisin yapamadığı bu ruhî terakkiyi hususi bir yere koymamız lazım. Kur’an’ın Ramazan-ı Şeriflerde sunulan haliliyyet sofralarının yansımalarından kıtayı nurlandıran akisleri, ancak buradaki İbrahimîlerle oruç mevsimlerini geçirenler bilirler…
Kur’an’ı Kerim’de; üzerimize farz olarak yazılan orucun yalnızca bizimle sınırlı olmadığını, bizden öncekilerin de (tüm İbrahimîlerin) buna dâhil olduklarını haber veren ayeti hepimiz biliyoruz.(1)
İslâmiyet ile Avrupa’ya serilen Halilullah’ın sofrası, milyonlarca Hristiyan’a kendi oruçlarını da hatırlatmış görünüyor. Zira Müslümanlara özenerek, kendi istekleriyle aynen bizim gibi oruç tutanların sayılarında büyük artış var. Zamanın “bedenî israf”ından da kurtulmaya vesile olan bu oruçların önümüzdeki zamanlarda daha da artacağına inandığımızdan, Hristiyanların Paskalya ile biten kırk günlük oruçlarını bizim gibi “İFTAR” ile bayrama girmelerini beklememiz de artık hayal olmasa gerek.
Bu manevi sofraların her şeyden önce kalplere ve akıllara hitap etmelerine, Kur’an’ın zamanımızdaki en hikmetli tefsiri olan Risale-i Nur ile gayret eden NUR TALEBELERİ’nin, Avrupa’nın birçok şehrinde iftar öncesinde hazırladıkları maddi-manevi sofralara da burada değinmemiz lazım.
Otuz-kırk sene önce, mütevazı bir şekilde ve hatta zor şartlar içinde başlayan İBRAHİMÎLERLE İFTAR geleneği Avrupa’da öyle benimsendi ki… Ücra köylere, üç-beş Müslüman’ın bulunduğu mezralara kadar yayıldı, elhamdülillah. O yerleşim bölgesinin idarecisinden papazına, öğretmeninden sivil toplum temsilcisine, siyasilerinden dinî cemaat mensubuna kadar o insanlar, bu gecede bir araya gelip muhteşem bir manevi manzara teşkil ediyorlar.
Bu manzaralar, Bediüzzaman’ın meşhur Şam Hutbesindeki şu sözlerini de tedai ettirmiyor mu?
“Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslamiyet’e lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dâhil olacaklardır.”
Meselenin en önemli ciheti, Avrupa’daki Müslümanların dışarıya akseden halleri, yaşayışları ve daha doğrusu ahlâkları… Müminlerin mübarek anneleri Hz. Aişe (r.a.)’ın ifadesi ile, Peygamberlerine tam uyarak Kur’an’ı yaşamaları… Cehaletin, imkânsızlık ve gurbet ile yollarımızı kestiğini kabul ediyoruz. Ancak şu Ramazan-ı Şeriflerde, yine Rabbimizin ikramı, himmeti ve inayetiyle imdadımıza Kur’an yetişiyor. Bu kıtada Ramazan-ı Şerif’i bütün uzuv ve duygularıyla tutan Müslümanlardaki ahlâkî yükselişe şahit olan diğer din mensupları, bilhassa Hristiyanlar ya Müslüman oluyorlar ya Müslümanlarla ittifak ederek Avrupa toplumunu çöküşten kurtarmaya çalışıyorlar…
Ne mutlu, bu gayret içine giren Müslümanlara ve tüm İbrahimîlere…