Kabiliyetimiz nisbetinde okumaya azhar olduğumuz Kur’ân tefsiri Risale-i Nurlar’ın mahiyetini anlatırken, Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle manidar bir ifade kullanır ki:
“Risaletü’n-Nur ise, Kur’ân’ın bir manevî mu’cizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlarla imanın ispatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar.” (Kastamonu Lâhikası, s. 27)
Nurlar’daki o üstün hakikatleri okumak kavramak zorundayız. Çünkü; Üstad “Lisanın Kur’ân’ın âyetlerini okurken, hal ve etvarında onu yaymaya çalışsın” mealinde yaptığı değerlendirmesinin yanı sıra, “Bazen lisan-ı hal, lisan-ı kal’den daha tesirlidir” diyerek, buna dikkat çeker.
Risale-i Nur hakikatlerinin bir özelliği de şudur: “Hem Risaletü’n-Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermiyor; ve evliya misilli yalnız kalbin keşf ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki aklın ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letâifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çıkar, hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.” (A.g.e. s. 28)
Risale-i Nur’a sadâkatle bağlılığın neticelerinden birisi de, o iman ve Kur’ân’a hizmettir.
Bu hizmetin daha tesirli olması da okuduğumuz Kur’ân hakikatlerini hayatımıza aksettirip, tutum ve davranışlarımıza yansıtmaktan geçer.