Ancak şu var ki, bu sarık kullanma işi kesinlikle dinde bir ayrıcalık nazarıyla kullanılmamalıdır…
Bu namaz kıyafetindeki dini emirlerini yerine getiren bir Müslümanın kıyafetinin bir özelliği olarak görülebilir… Allah rızası için takmıştır ve ecrini de sırf Allah’tan bekleyecektir… Kimse bunu yadırgamamalıdır… Nasıl ki, hadisler de haber verilen deccal serpuşunun çeşitli şekillerde kendi kıyafetlerini tamamlamak ve kendi fikir ve görüşlerini ilân ve neşretmekte yardımcı bir unsur gibi kullananlara bir şey denilmiyor ve bilâkis devlet ve bazı kesimlerce taltifle tezyidine ve daha fazla tatbik ve uygulamasına çalışılıyor ve bu da halk tarafından normal karşılanıyor… Yadırganmıyor….
Dini emirlere ve sarığa karşı olanlar kendi görüş ve ideallerini veya kendilerinin benimsediği dinsiz ve sarıksız bir kıyafet şeklini müdafaa etmekte haklı olmakla beraber kendilerinin dışında, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye, Sünnet-i Resulullaha (asm) uymaya elinden geldiği kadar dikkat etmeye ve kendi kendine uygulamaya çalışanlara da müsamaha ve anlayışla bakabilmeyi yerine getirebilmeli, yapabilmeli ve içine sindirebilmelidir…
Şu şekilde gerçekleşmiş olan sarıkla alâkalı önemli bir vak’ayı burada aktarmakta fayda görüyorum… 1943 yılı sonlarında başlayan Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’nin ilk duruşmasında mahkeme reisi Bediüzzaman’a hitaben “Burası resmî devlet dairesi. Buraya öyle başı sarıklı girilmez. Onu çıkarmanız lâzım. Bende burada devlet memuru olarak diyorum ki ‘lütfen çıkarınız !..’”
Bediüzzaman: “Kendinizi yormayın, zorlamayın hâkim bey. Sarığı çıkarmam, başımı da açmam. Vali Nevzat da uğraştı, ama çıkaramadı…”
Hâkim: “Buraya Vali gelse, onun da başı açık durması lâzım…”
Bediüzzaman: “Ben bu sarığı çıkarmam. Ancak başımla beraber çıkar. Varın siz de kendinizi boşuna yormayın, zorlamayın, çıkartamazsınız. Zira M. Kemal’de çıkartamadı…”
Öyle ya M. Kemal’in bile başından çıkartamadığı bir sarığı, Vali, Hâkim, Savcı nasıl çıkartacaktı. Hepsi de bıraktılar, ısrar etmekten vazgeçtiler..
Sarık, “şeair”den bir sünnet olduğu için, farz-ı kifaye nev’inden olup, bunun mutlaka birileri tarafından giyilmesi, sarılması gerekiyor; aksi halde bütün ümmet vebal altına girer.