Nebî Aleyhissalâtü Vesselâm, ubudiyet cihetiyle muvahhidînin kalplerini ıyd ve Cuma ve cemaat namazlarında ittihad ettiriyor. Ve dillerini bir kelimede cem ediyor. Öyle bir surette ki, şu insan, Ma’bud-u Ezelî’nin azamet-i hitabına, hadsiz kalplerden ve dillerden çıkan sesler, duâlar, zikirler ile mukabele ediyor. O sesler, duâlar, zikirler birbirine tesanüd ederek ve birbirine yardım edip ittifak ederek öyle geniş bir surette Ma’bud-u Ezelî’nin ulûhiyetine karşı bir ubudiyet gösteriyor ki, güya küre-i arz kendisi o zikri söylüyor, o duâyı ediyor ve aktârıyla namaz kılıyor ve etrafıyla semavatın fevkinde izzet ve azametle nâzil olan “Namaz kılınız!” (Rûm Sûresi: 31) emrini küre-i arz imtisal ediyor. Bu sırr-ı ittihad ile, kâinat içinde bir zerre gibi zayıf, küçük bir mahlûk olan şu insan, ubudiyetin azameti cihetiyle Hâlık-ı Arz ve Semavat’ın mahbub bir abdi ve arzın halifesi, sultanı ve hayvanatın reisi ve hilkat-i kâinatın neticesi ve gayesi oluyor.
Evet, eğer namazların arkasında, hususan bayram namazlarında, bir anda “Allahu ekber” diyen yüzer milyon insanların sesleri, âlem-i gaybda ittihad ettikleri gibi, âlem-i şehadette dahi birbirleriyle ittihad edip içtima etse, küre-i arz tamamıyla büyük bir insan olup, azametine nisbeten büyük bir seda ile söylediği “Allahu ekber”e müsavi geldiğinden, o muvahhidînin ittihadıyla bir anda “Allahu ekber” demeleri, küre-i arzın büyük bir “Allahu ekber”i hükmüne geçiyor. Adeta bayram namazlarında âlem-i İslâmın zikir ve tesbihiyle zemin zelzele-i kübrâya mazhar olup, aktâr u etrafıyla “Allahu ekber” deyip, kıblesi olan Kâbe-i Mükerreme’nin samimî kalbiyle niyet edip, Mekke ağzıyla, Cebel-i Arefe diliyle “Allahu ekber” diyerek, o tek kelime, etraf-ı arzdaki umum mü’minlerin mağara-misal ağızlarındaki havada temessül ediyor. Bir tek “Allahu ekber” kelimesinin aks-i sadâsıyla hadsiz “Allahu ekber” vuku bulduğu gibi, o makbul zikir ve tekbir, semavatı dahi çınlatıp berzah âlemlerine de temevvüc ederek seda veriyor.
Mesnevî-i Nuriye, s. 182
LÛGATÇE:
Cebel-i Arefe: Arefe günü hacıların çıktığı Arafat dağı.
ıyd: Bayram.
muvahhidîn: Allah’ın varlığına ve birliğine inananlar.
temevvüc: Dalgalanma.
ubudiyet: Kulluk, ibadet.
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Nurun dersleriyle, musîbet yüzden bire iner
Aziz, Sıddık Kardeşlerim!
……
Saniyen: Yirmi seneden beri bir dâvâmız ki, asayişe mümkün olduğu kadar Nur Şakirdleri dokunmuyorlar. Ve bize hücum edenlere, en başta emniyeti ve asayişi bozmak dâvâlarına bir emare ve dâvâmızı cerh etmeye bahane olması kuvvetle muhtemel bulunan bu hapis hâdisesi, inayet-i İlâhiye ile, harika bir tarzda, sizin sadâkat ve ihlâsınızın bir kerameti olarak yüzden bire indi, kubbe habbe edildi. Yoksa, hakkımızda habbeyi kubbe yapanlar bundan istifade edip aleyhimizdeki iftiralarını çoklara inandıracaklardı.
Salisen: Beni merak etmeyiniz. Sizinle bir binada bulunmam, her zahmetimi ve sıkıntımı hiçe indirir. Zaten burada toplanmamızın çok cihetlerle ehemmiyeti var. Ve hizmet-i imaniyeye faydaları çoktur. Hatta bu defa, tetimme-i itirazdaki ehemmiyetli bazı hakikatler o altı makamata gidip, tam dikkatlerini celb edip hükmünü bir derece onlarda icra etmesi, bütün sıkıntılarımızı hiçe indirdi.
Rabian: Mümkün olduğu kadar Nurlarla meşguliyet, hem sıkıntıları izale eder, hem beş nevi ibadet sayılabilir.
Hamisen: Nurun dersleri vasıtasıyla, geçen musîbet yüzden bire indi…
Said Nursî
Şuâlar, On Dördüncü Şuâ (Afyon Hapsi mektupları), s. 525
LÛGATÇE:
habbeyi kubbe yapmak: Küçük bir şeyi abartarak büyütmek.
inayet-i İlâhiye: Allah’ın yardım ve ikramı.
izale: Ortadan kaldırma.
tetimme-i itiraz: İtiraz yazısının tamamlayıcı kısmı.