O nuranî bürhan-ı tevhid, nasıl ki iki cenahın icma ve tevatürüyle te’yid ediliyor; öyle de, Tevrat ve İncil gibi kütüb-ü semaviyenin (HÂŞİYE) yüzler işârâtı ve irhasatın binler rumuzatı ve hâtiflerin meşhur beşaratı ve kâhinlerin mütevatir şehadatı ve Şakk-ı Kamer gibi binler mu’cizatının delâlâtı ve şeriatın hakkaniyeti ile te’yid ve tasdik ettikleri gibi, zatında gayet kemâldeki ahlâk-ı hamîdesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-i galiyesi ve kemâl-i emniyeti ve kuvvet-i imanını ve gayet itminanını ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvası, fevkalâde ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davasında nihayet derecede sâdık olduğunu güneş gibi aşikâre gösteriyor.
ÜÇÜNCÜ REŞHA
Eğer istersen gel, Asr-ı Saadete, Cezîretü’l-Arab’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife başında görüp ziyaret ederiz. İşte bak:
Hüsn-ü sîret ve cemal-i sûret ile mümtaz bir zatı görüyoruz ki, elinde mu’ciznüma bir kitap, lisanında hakaik-âşinâ bir hitap, bütün benî Âdem’e, belki cin ve inse ve meleğe, belki bütün mevcudata karşı bir hutbe-i ezeliyeyi tebliğ ediyor. Sırr-ı hilkat-i âlem olan muamma-i acibânesini hall ve şerh edip ve sırr-ı kâinat olan tılsım-ı muğlâkını fetih ve keşfederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukùlü hayret içinde meşgul eden üç müşkül ve müthiş suâl-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suâllerine mukni, makbul cevap verir.
DÖRDÜNCÜ REŞHA
Bak, öyle bir ziya-i hakikat neşreder ki, eğer onun o nuranî daire-i hakikat-i irşadından hariç bir surette kâinata baksan, elbette kâinatın şeklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudatı birbirine ecnebi, belki düşman ve câmidâtı dehşetli cenazeler ve bütün zevi’l-hayatı zeval ve firakın sillesiyle ağlayan yetimler hükmünde görürsün.
Şimdi bak, onun neşrettiği nur ile, o matemhane-i umumî, şevk u cezbe içinde bir zikirhaneye inkılâb etti. O ecnebi, düşman mevcudat, birer dost ve kardeş şekline girdi. O câmidât-ı meyyite-i sâmite, birer munis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini aldı. Ve o ağlayıcı ve şekva edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zâkir veya vazife paydosundan şâkir suretine girdi.
HÂŞİYE: Hüseyin-i Cisrî Risale-i Hamidiye’sinde yüz on dört işârâtı o kitaplardan çıkarmıştır. Tahriften sonra bu kadar bulunsa, elbette daha evvel çok tasrihat varmış.
Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul-2023, s. 264