Mağazamıza sabah saatlerinde pantolon giymiş, üzerinde askılı bir elbise, kolları parmak uçlarından omuz başlarına kadar dövme yapılmış, saçları alabuluz. Başının tepesinde az bir tutam saç bulunan bir kız girdi.
Kendisine “Buyrun, hoş geldiniz.” dedim. O da bana “Amca bunalım içindeyim, bana okuyabileceğim güzel bir kitap verir misin? Bu sıkıntılardan kurtulayım.” dedi. Çok duygulanmıştım. Ben de rahmetli Şaban Döğen Hoca’nın “Hayatı Yeniden Yaşamak”, “Niçin Yaşıyoruz?”, “Hayat Ne Güzel” kitapları ile Ali Sarıkaya’nın “İlâhî Defter Kader” ve Sebahattin Yaşar’ın “Kendinizle Yürüyüşe Çıkın” kitaplarını kendisine tavsiye ettim. Eline aldığı kitaplara göz gezdirdikten sonra hoşuna gittiğini ve beğendiğini, kendi yaşantısı gibi bir ablası olduğunu, bu kitaplardan ona da vereceğini söyledi.
“Bir annem var, ona da bunalım içinde sıkıntılarını bitirecek bir duâ kitabı istiyorum.” dedi. Bende Büyük Cevşeni gösterdim. Meal kısmını okudu. Çok hoşuna gitti. Kendisine de cep boyundan bir tane aldı. Kitapların ücretini ödedi.
Kendisine çok güzel kitaplar aldığını, çok çok istifade edeceğini, sıkıntılarının gideceğini söyledim. Kapıdan dışarıya çıkarken bana yandan bakıp “Amca, Allah bana hidayet versin. Beni bu sıkıntılardan kurtarsın.” dedi. Amin derken genzim tıkandı. Üstadımın şu sözü kulaklarımı çınlattı: “Bana, sen şuna buna niçin sataştın diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevler göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış ne ehemmiyeti var? O müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? Dar düşünceler, dar görüşler...”