Çalan telefonlardan bazen insan hisseder acı haberi. Salih Ceylan Ağabeyin çalan telefonuyla da böyle bir hisse kapıldım. Telefonu açtığımda Salih Ağabey Süleyman Karabulut Ağabeyin vefat haberini verdi.
Uzun müddettir dışarıya çıkmıyor, derslere gelemiyordu. Bir gün Süleyman Ağabey aradı, "Rahatsızım, derslere gelemeyeceğim, herkese selâm söyle" demişti. Hastanede yattığında kendinde değildi. En son hastane odasında ziyaretimde de yine kendisinde değildi. Havva Abla başında, “Kendinde değil” dedi. Her nasılsa bir ara gözlerini açtı, bakınca "Süleyman Ağabey beni tanıdın mı?" dedim. Tanıdıysan gözlerini kapat, kapattı sonra hafifçe açtı, tekrar sessizliğe gömüldü. Dile kolay seksen yıllık dünya hayatının 65 yıllık kısmı iman, Kur'ân ve Risale-i Nur hizmetinde ve dairesinde sadakat ve istikametle geçen bir ömür.
Süleyman Karabulut, Kütahya’nın en eski Nur Talebelerinden biriydi. Zübeyir Ağabey, Sungur Ağabeylerle birlikteliği olmuş, Said Özdemir Ağabeyin Ankara’da evinde kalmış ve onunla birlikte altı ay boyunca teksir makinesiyle Risale-i Nurları çoğaltma ve dağıtma hizmetinde bulunmuştu.
Risale-i Nur hizmetinde ve Yeni Asya Neşriyat hizmetleriyle istikametli 65 yıllık bir hizmet serencamı olmuştu. Fırtınalı zamanlarda istikametten hiç ayrılmamıştı. Kendi hususî hayatı, Risale-i Nur ve Yeni Asya Neşriyat hizmetleri onun hayatıydı.
Kütahya Yeni Asya Risale-i Nur cemaatine gitmeye başladığım 1986 yıllarında tanımıştım Süleyman Ağabeyi. Bu tanışıklıktan sonra geçen 40 yılda Süleyman Ağabey ile hizmetlerde, derslerde, gezilerde beraber olduk. Emirdağ’ına, Çam Dağı’na beraber gittik. Süleyman Ağabeyin babasının imam hatip olması nedeniyle dinî eğitimi iyi idi ve aldığı dinî terbiye nedeniyle takvalı bir insandı. Hiç okula gitmemişti ama okuma ve yazmayı öğrenmişti. 1959-60 yıllarında tanımış Risale-i Nurları. 1950’li yıllarda Kütahya’da Risale-i Nur hizmetinin öncülerinden merhum, mekânı Cennet olsun İbrahim İsen Ağabeyi tanıdıktan sonra birlikte hizmetlerde bulunmuşlar. O dönemlerde Osmanlıca Risaleleri elle yazıp çoğaltmış. Osmanlıcayı çok iyi okurdu. İttihad’dan Yeni Asya’ya, Yeni Asya’dan Yeni Nesil’e ve yeniden Yeni Asya’ya gazetesinin neşriyat hizmetlerindeydi. Gazetesini alır ve iyi okurdu. O, Kütahya Yeni Asya okuyucularının Süleyman Ağabeyi idi. Ancak onun ağabeyliği mütevazı bir ağabeylikti. 1990’lı yıllarda zaman zaman birlikte Yeni Asya’mızı dağıtırdık. Hizmet ehli ve takva sahibi biriydi. Namazını zamanında kılmayı severdi. Özellikle de Ramazanlarda hatim ile namaz kıldıran camilerde namazını kılardı. Kütahya Devlet Hastanesi’nde çalışırken aynı zamanda hastane önünde simit satardı. Simit satarken sandalyesinin üzerine oturup gazetesini okurken çok rastlamışızdır.
Bazen hizmet hatıralarını sorardık o da eski hatıralardan anlatırdı. Ankara’da teksir ile neşriyat işleri ile meşgulken, Üstada Halid-i Bağdadî Hazretlerinin cübbesini getirip teslim eden Asiye Hanım’ın geldiğini ve o anki duygulanmasını anlatırdı.
Hepimizi hem güldüren, hem o dönemin ceberutluğunu düşündüren, Nur hizmetiyle meşgul olmanın zorluklarını hatırlatan bir hatırası vardı: Kütahya Orduevi karşısında 1970’li yılların başlarında (1971-73 gibi) bir Nur medresesi varmış. Medresenin de bir talaş sobası. Talaş sobası yandığında puf puf diye güçlü bir ses çıkarıyormuş. Bu sesleri duyan bir apartman komşusu, “Burada tarikatçılar var, hu çekiyorlar” diye şikâyette bulunmuş. Süleyman Ağabey, hanımı Havva Ablaya medresede kalan talebeler için ekmek yaptırmış. Ekmekleri sırtına yüklenmiş medreseye götürürken yolda cemaatten birine rastgelmiş. Süleyman Ağabeye nereye gittiğini sormuş. “Medreseye ekmek götürüyorum” demiş. O da “Süleyman kardeş, medreseyi polisler bastı, oradaki herkesi götürdüler. Sen geri dön“ demiş. Süleyman Ağabey geri dönmüş. Derdi ki, "Bizim, hu çeken soba yüzünden kardeşler hapse düştü. Ben de son anda kurtuldum."
Süleyman Ağabey askerlik hatıralarından da anlatırdı: “Bir gün gece nöbetteyim. Ezberden Risale-i Nur okuyorum, fakat sesli. Baktım yakından bir ses geliyor. Benim gibi o da sesli okuduğum yerleri okuyor. Yaklaştı, baktım komutan. Dedi; ‘Tedbirli ol, sessiz oku.’ O da Nur talebesiymiş.” Askerde nezarete atıldığından da bahsederdi.
Süleyman Ağabey son yıllarda rahatsızdı. Hem yürümede, hem nefeste sıkıntısı vardı. Fakat derslere gelirdi. Derslerden sonra birlikte giderdik. Fakat yorulur, biraz dinleneyim, soluklanayım derdi. 200-300 metrelik mesafede bir iki kere bastonuna dayanır dinlenirdi. Bu durumda derslere gelirdi. Hastalığı onu evde kalmaya mecbur edinceye kadar derslere geldi.
Yeni Asya’nın 52. kuruluş yıldönümü kutlanacağını ve internetten canlı yayınlanacağını bildirmiştik. Süleyman Ağabey, “Salih kardeş, benim, internetim filan yok, anlamam zaten. Nasıl izleyeceğiz programı" dedi. "Süleyman Ağabey benim evde birlikte izleriz" dedim. Havva Ablayla birlikte geldiler. Süleyman Ağabeyle birlikte izledik. Programda Mehmet Kutlular Ağabeyin eski konuşmalarından birini izlerken eski hizmet günlerini hatırlayan ve Kutlular Ağabeyin konuşmasından etkilenen Süleyman Ağabey gözyaşlarını tutamadı.
Bazen bayiye gazete gelmezse telefonla beni arar, "Gazete gelmemiş bir ilgileniver" derdi. Gazetesi, onun hayatının önemli bir parçasıydı.
Seksen küsur senelik ömrünün 65 yılını hizmetlerde istikamet ve sadakatle geçirdi ve her nefis ölümü tadıcıdır emrince o da fânî dünyada bâkî ahiret yurduna göçtü. Başta Havva Abla olmak üzere ailesine Rabbim sabr-ı cemil versin.
Rabbim rahmet eylesin, mekânını Cennet eylesin...