Evet, bu kerametler tam vakıa mutabık olup cerhedilemez delillerle müdellel oldukları halde yine de onları samimî cahil, kabul ederek, kerameti, lügavî ve istilâhî anlamlarıyla biraz açmak istiyorum, uzarsa mazur görülsün.
Keramet lügavî olarak, “iyi ve ahlâklı olmak olmak”; terim olarak da, “Allah’ın takvalı, salih ve velî kullarından zuhur eden olağanüstü haller” diye tarif edebiliriz.
Mucize ile keramet birbirine benzerse de mucize peygamberlere, keramet velilere mahsus olup her ikisi de Allah’ın (cc) fiilidir ve kerametler aslında Efendimizin (asm) mucizelerinin tereşşuhudur. Onun için Üstad Ondokuzuncu Söz’de Efendimizin (asm) manevî azametini anlatırken “Her bir davasını mu’cizatlarına istinad eden bütün enbiya ve kerametlerine itimad eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar” tabirini kullanıyor.1
Yani kullar vesiledir; mu’cize, keramet Allah’ın (cc) işidir. Demek bir ihtiyaca binaen o sevdiği kulunu vesile etmiştir.
Keramet de, başlıca iki kısma ayrılır:
Maddî, kevnî (surî) kerametler dışarıdan gözlemlenebilen olağanüstü hallerdir. Tayy-ı mekân, havada uçmak, denizde yürümek, akıldan geçeni bilmek, nimetin bereketlenmesi, darda kalanın yardımına yetişmek, hastalara şifaya vesile olmak... Yani “Kul bunalınca Hızır” yetişir kabilinden.
Hakikî (ilmî ve manevî) kerametler. İlim, marifet ve takvadan olan üstün meziyetlerdir ve en üstünü ilmî keramet olup 27 derecesinden bahsedilir. Bunlar dışarıdan anında gözlemlenmese de kısa veya uzun vadede gerçekleşir. Hz. Ali’nin 500 sene önceden Hülagü’nün zulmünü söylemesi gibi. Onu da elbet erbabı ve takip edenler bilir. Bir de “En büyük keramet istikamettir” denilmiştir. Evet, onu takip edenler, aynı zamanda müstakim kimselerdir. Yani onların kriterleri; Kur’ân, sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı fukaha ile vehbî ilimler, gavslar, kutuplar ve bilhassa velayet-i kübra sahibi, İmam Rabbanî’nin de ifadesiyle veraset-i Nübüvvet mensubu, Alimü tammül marife olan Bediüzzaman gibilerdir. İşte istikametin teminatı bunlardır. Hatta Gavs-ı A’zam gibi zatların bazı evkatta(vakitte) mazi ve müstakbeli beraber müşahede edecekleri de, tahakkuk etmiş hakaikdendir ki, kâfirler dahi Abdülkadir Geylânîye daima “Gaybı Ancak Allah bilir” ayet-i kerimesini her fırsatta ihtar ettiklerinden tasrihden işarete girmişlerdir.
Gaybiyat: Niyet ve ihtiyarla olmayıp niyetle müdahele itaatsizliktir. Bediüzzaman’ın da, ifadesiyle, dalâlet vadilerinde hayrete düşenlere doğru rehberlik yapıp, dosdoğru bir istikamette bulunduğu için, kendine keramet verilip Bediüzzaman denilmiştir. Yoksa bu cahilce taassup, idraksiz, iz’ansız, ilimsiz ve irfansız olmaz. Bir de kerametle karıştırılma tehlikesi olan istidraç vardır ki bu taban tabana keramete zıttır. Belli disiplinlerden sonra ruhun bedene hâkimiyeti sağlanıp bazı keramet benzeri durumlar olabilir ve bunlara şerir cinler yardım eder ve bilakis onlar insanı tedricen (derece derece) küfre götürür. Bilhassa bu meselede çok dikkatli olmak gerekir. Hatta ulemaü’s-sû dahi aynen bu yolu uygulayarak, ümmet-i Muhammedi dalâlete sürüklemektedirler ve her birine şeytanvarî makulmüş gibi görülen kılıflar giydirerek şu yolu takip ediyorlar.
Mesela: Birinci kademede; “Hadis varken içtihat ve mezheplere ne lüzum var” diye İmam A’zamı, Şâfîyi, mezhepleri ve edille-i şer’iyeden icma ve kıyası inkâr ettirirler. İkinci kademede, “Ayet varken hadise ne lüzüm var” diye Efendimizin (asm) sözlerini inkâr ederek küfre girerler. Üçüncü kademede müteşabih ayetlere, akılları basmadığı için, bunlar -haşa- “Kur’ân’a sonradan alınmış” diye aklını Kur’ân’ın yerine koyarak ayetleri de inkâr etmiş olurlar.
Dördüncüde “Bir kitaba rağmen farklı din ve mezhepler olamaz” deyip, ismi Müslüman olan bazılarının da hata ve yanlışlarını bahane ederek, dinleri de inkâr edip “deist” olurlar.
Beşinci kademede; “Dine ve emri olmayan fonksiyonsuz bir ilâha, inansan ne inanmasan ne?” deyip ateistleşip tamamen zıvanadan çıkar veya çıkarırlar. Bir de bunlar kendileri ile de tezada düştüklerinin farkına bile varamazlar. “Madem ayet ve hadisler öyle çok kolay anlaşılıyorsa sen neden öyle zır zır ötüp, üstelik kitap yazıyorsun? Nedir bu gayret ve çaban?” diye bir molla kasım gelip bunları hesaba çeker. Evet biz de onu yapmış oluyoruz.
Dipnot:
1- Sözler, 19. Söz Birinci Reşha, s. 370.