İstanbul’dan Hamdi Gocek: “Yaz aylarında bilhassa büyük şehirlerde müstehcen giyimler malûm. Gayr-ı Müslim ülkelerle yarışır bir görüntü var. Ama Japonya gibi bir memlekette kadınlar daha kapalı. Biz neden bu kadar açıklığa savrulduk?”
İşleyen Plân
Bizimkisi imtihan! Zorluğu bundan olsa gerek. Onlarınkisi sadece gelenek! Son iki yüz yıldan beri Müslüman olarak ezberimiz öyle bozulmuş ki. Dönebilmişsek ve dinimizi kaybetmeden tekrar ona tarziye verebilmişsek, ona özür dileyerek sarılabilmişsek ne âlâ!
Çünkü işin içine dinsiz felsefe ve zındıka cereyanları girmiş; dinî emirlerin, ahlâkın, hatta imanın gereksizliği, yetersizliği, çağın gerisinde kaldığı; medenî emirlerin önemi, yeterliliği, çağdaş olduğu ile ilgili binlerce hezeyan üretilmiş! Dehşetli bir algı operasyonu Müslüman’a musallat olmuş!
Bu dev tasallut, Müslüman’ı önce dinine karşı soğutmuş, ardından, ar, namus, iffet, edep ve ahlâk değerleri bir bir Müslüman’ın dünyasını terk etmiş!
İngiliz planı işliyor. 1895 yılında İngiliz Parlamentosunda, Müstemlekeler Bakanı Gladstone elindeki Kur’ân-ı Kerîmi göstererek şunu söylüyordu: “Bu kitap Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız; ya Kur’ân’ı ortadan kaldırmalıyız veya onları Kur’ân’dan soğutmalıyız.”1
Yıllar sonra Lozan’da, İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Gürzon: “Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâm’ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur. Ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır. Biz de kendisine dilediğini veririz.” 2
Tesettürün Mahkûmiyeti
Geldiğimiz noktadan baktığımızda görüyoruz ki, plan gereği kullanılan medenî terimler, felsefî terminoloji ve bilim süsü verilen teoriler karşısında, evet, ülkemizde Risale-i Nur kuvvetli bir duruş sergilemiş. İslâm dininin ibadetlerinin, emir ve yasaklarının illet ve hikmet boyutu hakkında akla gelen her türlü soruları cevaplamış, İslâmiyet’i çağın dimağına yeniden sunmuş. Dinsiz felsefeyi Kur’ân’ın hikmeti ile susturmuş! “Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâm’dan nefiy ve ihracına Risale-i Nur’ca verilen karar infaz edilmiş!”3
Fakat bu ciddî imtihan sorusunu toplumca hâlâ geçebildiğimiz söylenemez.
Bediüzzaman Hazretleri 1935 yılında çıkarıldığı Eskişehir Mahkemesi’nde, “rejimin temel nizamını yıkmak” iddiasıyla idamla yargılanmıştır. İddia Tesettür Risalesi’dir.
Bakar mısınız: Suç ile delil ve ceza arasında bağlantı var mıdır?
Tesettür Risalesi Kur’ân’ın bir âyetinin tefsiridir. Ve orada Risale-i Nur’un söylediği tesettürün farz olduğu ifadesini, bütün tefsirler de söylemiştir. Mesele bütün tefsirler adına Risale-i Nur’u, daha da ötesi İslâm’ın tesettür emrini, daha da ötesi İslâm’ı mahkûm etmektir.
Duâ Edelim
Ömrü boyunca mahkemelerden, hapislerden ve tecritlerden kurtulmayan Bediüzzaman, sadece Eskişehir Mahkemesi’nde Tesettür Risalesi’nden on bir ay hapis cezası almış; diğer mahkemelerin tamamı beraatla sonuçlanmıştır.
Bediüzzaman verilen cezaya itiraz etmiştir: Kendisine ya idam, ya müebbet verilmesini, ya da salıverilmesini istemiştir. Bu cezanın ancak at hırsızına verilebileceğini söylemiştir.
Garaiptendir ki, bir gün bu hapsin penceresinden, karşıdaki lisede genç kızların Cumhuriyet bayramında gülerek raks ettiklerini görünce genç kızların tesettürsüzlüğüne ağlamıştır.
Şimdi sokaklarımızın gayr-i Müslim sokaklarını geçtiğinden dert yanıyoruz. Doğrudur. Dert yanmak değil, ağlamalıyız! Açık saçıklığı felsefe ve bilim kılıfında verince, felsefe ve bilim yapıyoruz zannettik. Edep ve arımızdan verdiğimizi fark edemedik! İngiliz plana yenik düştüğümüzü hiç göremedik.
Ne zaman fark etmeye çalıştık; iş siyasetin eline düştü!
İnşallah bu çamurdan çıkarız! Duâ edelim.
Dipnotlar:
1- Tarihçe-i Hayat, s. 60.
2- Büyük Doğu, Sayı 29; Emirdağ Lâhikası, s. 359.
3- Mesnevî-i Nuriye, s. 199.