Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Nimetullah AKAY

Yapıcılar ve bozguncular



Ebedî olarak sahip olunması mümkün olan değerler için insanın dünyasını feda etmesi anlaşılabilir bir durumdur elbette. Çünkü insanın yaratılışında ölümsüz bir dünyada yaşama arzusu bulunmaktadır. Geçici hayatı ebedî bir hayata feda etme emrini zaten Rabbimiz bizlere vermektedir. Ancak bu fedada bile ifade edilmesi zor bir güzellik bulunmaktadır. Bu fedada ne kendisine, ne de başkasına zarar vermek yoktur. Aslında bu fedada var olmak vardır, yok olmak yoktur.

Görüyor ve anlıyoruz ki, kalıcı güzelliklerin elde edilebilmesi için geçici çirkinliklerin terk edilmesi bizden istenmekte ve bunun için dahi olsa varlıklara zarar verilmesi yolu tercih edilmemektedir. Burada “Sen yok ol ki ben var olayım, sen sıkıntı çek ki ben huzur bulayım” anlayışı değil, “Hep birlikte var olalım, hep birlikte huzur bulalım” anlayışı yer almaktadır. Buradaki mücadele, sadece zararlı duygular ve faaliyetlerin yok edilmesi ve her yerde güzelliklerin ikame edilmesi için yürütülmektedir.

Rabbimizin bizden istediği mücadele tarzı, başta nefsimizin bütün kötü arzularına set çekmekle başlar. Arkasından öncelikle insanlara, arkasından da diğer bütün mahlukata zarar vermemekle ve müfsidlerin zararlarını tamir etmekle devam eder. Burada kazanmak için başka hayatlara kast etmek ve kendi menfaatı için başkalarına zarar vermek durumu yoktur.

İlâhî mesajların manevî atmosferinden nasiplenmeyen insanların ise mücadelesi bambaşka bir seyir takip etmektedir. Onlar öncelikle dünyaya hâkim olma idealine yapışırlar. Bunun için de kendilerinden olmayan herkesin ya susması ve onlara kul-köle olması veya öldürülüp ortadan kaldırılması gerekiyor.

Kâinatın Hâlıkı’na iman eden insanlar ile iman etmeyenler arasında gerçekten büyük uçurumlar bulunmaktadır. Hem şahsî hayat itibarıyla hem de sosyal hayat itibarıyla bir taraf tamamen yapıcı bir rol üstlendiğine inanmakta ve buna göre mahlukatla en iyi bir ilgi kurmaya çalışmaktadır. Diğer taraf ise adeta var olan her şeyi kendisine düşman bilmekte ve rahat bir hayat yaşamak için başkalarının sıkıntı içinde olması gerektiğine inanmaktadır.

Toplum içinde meydana gelen bütün hadiselerde, yapıcıların ve bozguncuların birbirlerinden farklı olan durumlarını açık bir şekilde görebilmek mümkündür. İnsanların, gözle açık bir şekilde görülen faaliyetleri yanında, bakışlarından, hâl ve tavırlarından da mahiyetlerini tahmin edebilmek zor değildir.

Müşfik bir bakış ile mahlukata nazar eden ve gülümsemelerle yüzlerinde güller açılan insanların değerini ancak şefkate ve insanî yaklaşımlara ihtiyaç duyan insanlar iyi anlayabilir. Dünyanın insan hayatlarını cehenneme çeviren keşmekeşli hâletlerinden kurtulmak için çırpınan insanların imdadına bir bakış, bir gülümseme bile yetişebilir.

Dünyanın fani değerlerine ısınamayanlardan olabilmek ve arayış içinde olan insanların ellerinden tutabilen olabilmek, o müşfik ve güler yüzlü insanlar için hayatın en mühim bir maksadı ve gayesidir. Hiçbir maddî imkân onlara bu manevî faaliyetten aldıkları zevki veremez.

Ne yazık ki tahribat ve bozgunculuk kolay olduğundan, günümüzde toplumu kendi menhus emellerine âlet etmek isteyen insanların gürültüsü daha çok çıkmakta, insanlar üzerindeki menfî tesirleri daha fazla olmaktadır. Buna karşılık iman cevherine sahip olup, her şeyin dizgini elinde olan Kâinat Sultan’ına yönelen ve Ondan ferec isteyen insanlar bu hâletlerinde sebat etmeliler. Hiçbir gürültü onların Huzur-u İlâhî’de huzur bulmalarına engel olmamalıdır.

Kendi güç ve imkânlarımızla önüne geçemeyeceğimiz nâhoş durumlar karşısında ümitsizliğe düşmek yerine, kulluk görevimizi eksiksiz yapmamız en çıkar yoldur. Rabbimiz bize dünyayı düzeltme ve insanları zorla imana getirme görevini vermemiştir. O bizden gücümüzün yetmediği şeyleri istememektedir. O zaman bizler de gücümüzün yettiklerini yapmakta tembellik göstermememiz gerekir.

Dünyanın gürültülü ve üzücü olaylarına karşı boşu boşuna dövünüp, şahsî hayatımızla ilgili görevlerimizi ihmal edersek işte o zaman mes’ul oluruz. Problemi önce dünyanın geçici olaylarında değil, kendi dünyamızdaki aksaklıklarda aramamız gerekir.

16.07.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (10.07.2007) - Sabır silâhına çok muhtacız

  (09.07.2007) - Gözler doymak bilmiyor

  (03.07.2007) - Konuşmayı anlamak

  (02.07.2007) - En büyük makam ve mevki

  (26.06.2007) - Nefsin iktidarı

  (25.06.2007) - En insanî davranış tarzımız

  (19.06.2007) - Zıtlıkların dili

  (18.06.2007) - İnancımızda sebat edelim

  (12.06.2007) - Makamların tehlikeli yönleri

  (11.06.2007) - Siyasî tahammülsüzlük

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004