Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 


Kadir AKBAŞ

TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNİN YENİ AKTÖRÜ YÜKSEK YARGI MI?



27 MAYIS kalkışması sonrası kurulan göstermelik mahkeme, verdiği hukuk dışı idam ve hapis kararlarıyla siyaset alanını, siyasetin gerçek aktörlerinden temizlemeye ve yeniden dizayn etmeye çalışmıştı. Tasfiye edilmek istenen siyasi hareketin beş yıl sonra tek başına iktidara gelmesi yargı eliyle siyaset alanının dizayn edilmesinin kalıcı bir sonucu olmadığını gösterdi. 12 Eylül’de bütün siyasi partilerin kapatılması ve mensuplarına siyaset yasağı getirilmesi, yargı işin içine karıştırılmaksızın gerçekleştirildi. Daha sonra referandum yoluyla siyaset yasağı kaldırıldıysa da 12 Eylül hareketi siyasi alanda kalıcı değişiklikler doğurdu. “Postmodern Darbe” 28 Şubat sürecinde Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nin kapatılması ile yargı siyaset alanının yeniden dizayn edilmesine dolaylı da olsa katkı sağladı. Bu dolaylı katkı Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kurulmasına yol açtı. Daha çok ekonomik alanda başarılar elde etmeye odaklanmış AKP, sistemin temel dinamiklerine dokunmaktan kaçınmaya çalıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde yaşanan restleşmeler ve sonunda Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi zaten kırılgan olan yapıda ciddi çatlamalara yol açtı. 22 Temmuz seçimlerine yeni sivil anayasa vaadiyle giren AKP, seçimler sonrası bir bilim kuruluna hazırlattığı anayasa taslağını ürkek bir tavırla zorla da olsa kamuoyu ile paylaştı. Toplumda büyük bir heyecan uyandıran yeni ve sivil bir anayasa beklentisi, AKP’in bu konudaki kararsızlığının kurbanı oldu ve derin bir hayal kırıklığı yaşandı. Toplumda ki tek beklentinin üniversitelerde başörtüsü yasağının kalkması olarak düşünen sığ anlayış yeni bir anasaya özlemini AKP ile MHP arasında yaşanan restleşmeye feda etti. AKP topluma yaşattığı bu hayal kırıklığı ikliminde kapatma davasıyla karşı karşıya kaldı. Dava iddianamesi toplumun büyük bir bölümü tarafından tepkiyle ve “yargı darbesi” yorumuyla karşılandı. Anayasa Mahkemesi bu yorumlara karşı suskun kalmayı tercih etti. Anayasa değişikliklerinin iptali mahkemeyi eleştirilerin odağına koydu. Eleştirilerin artması üzerine mahkeme 13 Haziran’da savcıları göreve çağıran sitem dolu bir açıklama yaptı. Açıklamada “ Esasen toplumu ilgilendiren önemli siyasal sorunlar hakkında ilgili ve yetkili organlarca demokratik bir ortamda çözüm aranması, demokratik parlamenter sürece daha uygun iken, yargı organlarınca çözüme zorunlu bırakılması çağdaş dünyada hiç arzu edilmeyen bir tercihtir” değerlendirilmesinde bulunulması olumlu karşılandı. Ancak başta emekli Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu’na atfen, siyaset alanında hukuk eliyle gerçekleştirileceği söylenen düzenlemeler gittikçe yoğunluk kazanıyor. Sistemin kendisini çok sert önlemlerle koruyacağı ve bütün bunların da “hukuk eliyle” yapılacağı iddiaları karşısında mahkemenin vereceği karar merakla bekleniyor. Yargıtay Başkanlar Kurulunun açıklaması, buna destek veren Danıştay’ın açıklaması ve Anayasa Mahkemesi başkanvekili Paksüt’ün kamuoyundan gizlenen ve önce inkâr edilen, daha sonra tevilli bir ikrarla kabul edilen askeri karargah ziyaretleri, siyaset alanında toplum mühendisliğinin yeni aktörünün yargı mı olduğu şüphesini güçlendiren olgular. Hukuk’un bu denli belli siyasal amaçların gerçekleştirilmesi için araç kılınması ne kadar kalıcı sonuçlar doğurur bugünden kestirmek zor. Ancak sistem’in kendisini “hukuk eliyle” Millete karşı koruyacağı iddiaları, nasıl nitelendirilirse nitelendirilsin bu Sistemin! demokrat, sivil bir anayasa ile tasfiyesinin kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır.

19.06.2008

E-Posta:




Şaban DÖĞEN

Hayat veren hakikatler



Sevgili Ayhan,

Bir insan düşünün. Hayatı yeme, içme, gezip tozma ve eğlenmeden ibaret görüyor. Ne bir gayesi var, ne de hedefi. Gününü gün biliyor. Robottan farksız, hareket eden ölü âdetâ. Sadece belli işleri yapmaya kilitlenmiş, yüce bir maksadı yok.

İnsanlık gibi yüce bir mevkiye yükseltilen, zerreden kürelere kadar herşey emrine verilen, faydasına sunulan bir insanın çok daha büyük, önemli, yüce görevleri omuzlaması gerekmez mi?

Ölü bir insanın birdenbire canlanması, karanlıkta elektrik düğmesine basıldığında her tarafın aydınlanması gibi iman bir kalbe girince o insan da gerçek hayatı bulur, aydınlanır; güzelliklerin, güzel huyların, yüce ideallerin peşinde koşmaya başlar.

Resûl-i Ekrem’in (asm) getirdiği hakikatler böyledir işte. Evet, o sayede insan canlanır, geçmişi, geleceği, günü aydınlanır; ürkütücü, korkutucu, yabancı görülen yaratıklar dost, sevimli, canayakın, kardeş, arkadaş görünmeye başlarlar.

Resûlullahın (asm) insanlığa getirdiği meselelerin hangisine bakılırsa bakılsın canlı, mânâlı, önemli, değerli, huzur verici olduğu görülür. Cenâb-ı Hak, “Peygamber size ne getirmişse alın, neyi yasaklamışsa ondan da kaçının”1 buyururken, emredilen ve yasaklanan bu şeylerin nasıl hayat verici, diriltici hakikatler olduğuna da başka bir âyetinde, “Ey iman edenler! Peygamberiniz sizi din ve dünyanıza hayat verecek şeylere davet ettiğinde, Allah’a ve Resûlüne uyun”2 buyururarak dikkat çeker.

Resûl-i Ekrem’in (asm) söylediği söz, yaptığı hareket ve başkalarının yapıp da hoş karşıladığı şeylere kısaca sünnet denir. Sünnet-i Seniyye: Yüce Sünnet…

Sünnet-i Seniyye dünya ve ahiret mutluluğunun temel taşıdır; bütün mükemmellik ve güzelliklerin madeni ve menbaıdır.3

“Sünnet-i Ahmediyede hiçbir mesele yoktur ki, müteaddit hikmetleri bulunmasın.”

Bediüzzaman Hazretleri gözlemleriyle, zevkederek, binlerce tecrübesine dayanarak dinin meselelerinin ve Sünnet-i Seniyyenin düsturlarının ruhî, aklî, kalbî, özellikle sosyal hastalıklara karşı gayet faydalı birer deva olduğunu gördüğünü, onların yerini başka felsefî ve hikmetli meselelerin tutamadığını bizzat müşahede ettiğini, eserlerinde başkalarına da ispat ettiğini söyler.4

İşte Cenâb-ı Hakk’ın, “Peygamber size ne getirmişse alın, neyi yasaklamışsa ondan da kaçının” buyurduğu hakikatlerin herbiri diriltici, şifa verici hakikatler. Bilebilenler için onlara uymaya çalışmak kadar kârlı, mutluluk verici birşey düşünülemez.

Dipnotlar:

1- Haşir Sûresi: 7., 2- Enfal Sûresi: 24., 3- Lem’alar, s. 108., 4- A.g.e., s. 107.

19.06.2008

E-Posta: [email protected]




Ali FERŞADOĞLU

Nazar (göz değmesi)



Sık sık “Nazar etti, nazara geldim, nazara uğradım” gibi sözleri işitiriz. Kimi zaman da kıymetli eşya ve vasıtalar üzerinde, “Nazar etme ne olur, çalış senin de olur” yazılarına rastlarız.

Türkçe’ye de giren nazar kelimesinin (göz değmesinin) mahiyetini, kaynağını, sebeplerini öğrenip ona göre vaziyet alırsak, ne nazar eder, ne de nazarın yıkıcı tahribatlarına maruz kalırız. Nazar gerçek midir; yoksa bazılarının iddiâ ettiği gibi bir hurafe mi? Nazar nedir, nasıl meydana gelir? Nazardan nasıl korunabiliriz? Nazar etmemek için nelere dikkat etmeliyiz?

İnsan kâinatın küçük bir modeli, minyatürüdür. Bu, kâinatta bulunan elektrik veya elektro-biyo-manyetik bütün enerji türlerinin insanda da mevcut olduğu anlamına gelir. Her maddenin bir enerjisi vardır. Vücudumuzda statik elektrik bulunduğunu hemen herkes bilir. Duygularımızın da bir enerjisi olduğunu, hatta onların enerji ürettiğini ve yaydığını da bilim bize açıkça söylüyor. Bildiğimiz bir şey daha var: Olumlu bakış pozitif enerji üretir, olumlu duyguların ortaya çıkmasını sağlar. Negatif duygularımızla da olumsuz enerji üretir ve dalgalar neşrederiz. Nazar, ruhumuzun ve fizyolojik yapımızın ortaklaşa ürettikleri olumsuz duyguların enerjisidir. Diğer bir ifadeyle nazar, kıskançlık, ve nefret gibi duyguların şiddetli bir istekle üretilmesi ve negatif enerji olarak hedefe gönderilmesidir.

İnsanlara sevgi veya şefkatle baktığımızda onları mutlu ettiğimiz gibi, öfke veya nefret bakışları gönderdiğimizde onları ürkütmez miyiz? İşte nazar, insanlara gönderilen şiddet derecesi yüksek olumsuz bir enerjidir.

Aslında nazar, düşünce yoluyla “metal bükme, zihin okuma, eşyaları yerinden oynatma” ve benzeri paranormal hadiseler gibi ruhî enerjinin gözle yapılan hâlidir. Bazı ilim adamlarına göre, maddeye temas etmeden, düşüncenin vücut molekülleri ile olan irtibatını ileri seviyelere götürerek organizmanın dışında bulunan molekülleri etkilemek imkan dâhilindedir. Kuantumla ilgili olan enerjimizin bu türü, madde ile etkileşir, zihin tarafından modüle edilebilir ve zihin ekranında bilgi kaydedebilir. Manyetik özelliği olan fırın, televizyon ve bilgisayar gibi elektronik cihazları ses, bakış ve vücut ısımızla açıp kapatabiliriz. Ampule yaklaştığımızda yanmasını ve uzaklaştığımızda sönmesini sağlayan sensor sistemi nazara örnek olabilir. Japonya’da, sakatlar için 40 metre mesafeden göz enerjisi ile kanalları değiştirilebilen televizyonlar yapılmış.

Bir kısım insanlar olumlu veya olumsuz enerjilerini gözleriyle gönderirken, başka bir kısım insanlar ise nefesleriyle veya elleriyle gönderebilmektedir. Çünkü sadece gözlerimiz değil ellerimiz, beynimiz ve hatta nefesimizle de enerji yayarız. İşte, nazar da, ruh ve manyetik güçle oluşturulan bir etkidir. Gönderilen siyah enerjiyle muhatapların ruh dengesi bozulabilir, hatta onlara maddî zararlar da verilebilir. Bir kısım elektrik cihazlarının, hassas elektronik sistemleri bozması gibi...

Arapça’da “isabet-i ayn”, Türkçe’de, “nazar veya göz değmesi” şeklinde ifade edilen nazarın gerçek olduğunu Kur’ân’dan da öğreniyoruz: “Doğrusu inkâr edenler, Kur’ân’ı işittikleri vakit nerede ise gözleriyle seni devireceklerdi.”1 Yüce Nebî (asm) de, “Nazar gerçektir. Eğer kaderin önüne geçen bir şey olsaydı, onun önüne nazar geçerdi”2 ve “Göz değmesi, deveyi kazana, insanı mezara sokar”3 buyurur. Peygamber varisi Bediüzzaman da, kesin ve tekrarlanan tecrübelerine dayanarak nazarın kendisini vurduğunu söyler. Bunu, “şiddetli düşmanlığa veya şiddetli takdirkâr (kıskanç) bakışlara” bağlar.4

Dipnotlar:

1- Kalem Sûresi: 51.; 2-Müslim, Selâm, 42/II, 1719.; 3-El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:76; el-Mağribî, Câmiü’ş-Şeml: 2:49; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, Hadis no: 5748.; 4-Mektûbât, s. 178.

19.06.2008

E-Posta: [email protected] [email protected]




Süleyman KÖSMENE

Cennet ehli berzahta ne yapar?



Abdullah Bey: “Yirmi Dokuzuncu Söz’de Mukaddime’nin son paragrafında geçen hadisin mânâsını ve konu ile bağlantısını kurar mısınız? Ruhun berzahtan Cennete gitmesi için kuşa girmesi, dünyaya gelmesi için sineğin içine girmesi ne demektir?”

Yirmi Dokuzuncu Söz, “Melâike ve rûhâniyâtın vücudu, insan ve hayvanların vücudu kadar katîdir” cümlesiyle başlar ve baştan sona kadar ruhları, melekleri, görünmeyen varlıkları, kıyameti ve haşri ispat eder.

Bedîüzzaman Hazretleri burada işaret eder ki: Bir kısım cansız ve hayatsız gezegenler ve yıldızlardan tâ yağmur damlalarına kadar her bir varlık ve madde, bir kısım meleklerin ve ruhânî varlıkların bineğidirler. O melekler ve ruhanîler Allah’ın izniyle ve emriyle bu gezen ve uçan cisimlere binerler, bizim de içinde bulunduğumuz şahâdet âlemini gezerler, bindikleri o maddenin ve cismin tesbîhâtını temsil ederler ve o cismin diliyle Allah’ı zikrederler. Demek, bazı hayat sahibi cisimler, kuşlar ve sinekler bazı ruhların tayyareleridirler.

Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) buyurmuştur ki:

* “Ehl-i Cennet ruhları berzah âleminde yeşil kuşların cevflerine girerler ve Cennette gezerler.”1

* Ka’b İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: “Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: ‘Mü’minin ruhu, Cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir.”2

* İbnu Abbas radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm ashabına şöyle dedi: ‘Uhud’da şehid olan kardeşleriniz var ya! Allah, onların ruhlarını yeşil kuşların içine koydu. Bunlar Cennetin nehirlerine giden, Cennet meyvelerinden yiyen ve Arşın gölgesine asılmış altından kandillere girip istirahat eden kuşlardır. Şehidler böylece güzel güzel yiyip içip dinlenince şöyle dediler: ‘Kardeşlerimize bizden kim haber götürecek ve bildirecek ki, bizler Cennette dirileriz, rızıklanıyoruz? Bu haber gitmeli ki onlar Cennete karşı isteksiz olmasınlar ve harpte korkak davranmasınlar!’

“Allah Teâla onlara cevaben: ‘Sizin haberinizi ben duyuracağım’ buyurdu ve şu âyeti indirdi: ‘Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın bilakis onlar Rableri katında diridirler. Allah’ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle sevinç içinde rızıklanırlar. Arkalarından kendilerine ulaşmayan kimselere, kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek isterler.’”3

Bu rivayetleri tefsir eden Bedîüzzaman Hazretleri, bir kısım ruhların, bu kuşların ve sineklerin içlerine Allah’ın emriyle girerek cismanî âlemleri seyrettiklerini, o hayat sahibi cisimlerde bulunan göz, kulak gibi duygularla cismanî âlemdeki fıtrat ve yaratılış mucizelerini izlediklerini, onların hususî zikirleriyle Allah’ı zikrettiklerini beyan eder.4

Berzah âlemi bir ara âlemdir. Henüz mahşer kurulmamış, henüz insanlar ve varlıklar diriltilmemiştir. Berzahta bulunan sâlih ruhlar, kendi istekleri ve Allah’ın izni çerçevesinde gezmektedirler. Dünyayı, yıldızları ve Cenneti temâşâ etmekte, Cennetten beslenmektedirler. Fakat henüz kendi bedenleri diriltilmediğinden, gittikleri âlemin bedenli ve cismânî kuşçuklarının bedenleri içerisinde ve onların duyguları pencereleriyle gezip gördükleri anlaşılıyor.

Demek, ölmüş olan ehl-i Cennet ruhlarını Cenâb-ı Hak, bazen Cennet kuşlarının nezdinde Cennete, bazen de hayat sahibi kuşçukların uhdesinde ve bünyesinde dünyaya almakta ve bindikleri hayvancıkların gözleri ve kulaklarıyla yaratılış âyetlerini görmelerini, izlemelerini ve beraber bulundukları hayvanın dili ile Allah’ı zikretmelerini sağlamaktadır.5

Berzahta Cenneti görmek demek ileride mahşerdeki sorgudan muâf olduğu anlamına gelmiyor. Kişi berzahta Cenneti ne kadar görmüş olursa olsun, mahşerde sorgulanmak vardır, haktır ve bu hak hep saklıdır. Çünkü Allah ahkemü’l-Hâkimîndir ve Adl’dir. Ahkemü’l-Hâkimîn, Adl, Celâl, Kahhar, Rahman ve Rahim isimleri azami bir şekilde mahşerde tecellî edeceklerdir.

Ancak berzahta Cenneti görmek ve belirli ölçülerde tatmak, kişiye, af, mağfiret ve şefaate ermek yoluyla mahşerinin kolay geçeceği konusunda bir ipucu verir.

Dipnotlar:

1- Müslim, 3/1502, 2- Muvatta, Cenaiz 49, (1, 240); Nesâî- Cenaiz 117 (4, 108); İbnu Mace, Zühd 32, (4271), 3- Âyet: Âl-i İmrân, 169; Hadis: Ebu Dâvud, Cihâd 27, (2520), 4- Sözler, s. 466, 5- M. Vehbi,11/4616

19.06.2008

E-Posta: [email protected]




M. Latif SALİHOĞLU

Toptan moral bozma taktikleri



Yaşadığımız asrın en bâriz özelliklerinden biri de, sevinç ve üzüntülerin ferdiyeti aşarak kitleler bazında tezâhür etmesidir.

Şüphesiz fert ve aile dairesiyle sınırlı lokal sevinçler, kederler, üzüntüler de var. Bunlar her zaman olmuş, olmaya da devam edecek.

Ancak, özellikle kitle iletişim vasıtalarının alabildiğine çoğaldığı zamanımızda ortaya çıkan ve giderek yaygınlık kazanan bir "toptan üzülme" ve "toptan sevinme" halleri vardır ki, geçmiş devirlerde buna rastlamak çok nâdirattan sayılırdı.

Bu açıdan bakarak geçmişi günümüzle kıyasladığımızda, arada uçurumlar kadar fark var. Bugün, milyonlarca insan bir anda üzülüyor ve bir anda da sevinebiliyor.

Aynı şekilde, bu zamanda işlenen bir tek günah veya sevabın da, bir anda binlere, hatta milyonlara çıktığını görüyoruz.

İşte, bu tarz harikulâde hallere paralel olarak gelişen, yahut geliştirilen bir başka taktik ise, bilhassa inanan insanlara yönelik olarak uygulanan "toptan moral bozma, toptan ümit kırma" oyunlarıyla sahneye konuluyor.

Taktik gereği, mü'minlerin ümidi önce birilerine, yahut biryerlere sıkı sıkıya bağlanmaya çalışılıyor. Meselâ, bir şahsiyete, bir siyasete veya bir ticarete...

Sahte ümit pompacıları, saf ve mütehayyir kitlelere dönüp şu tarz telkinlerde bulunuyor:

1) Zaman şahıs zamanıdır. Falan şahıs da, her yönüyle mükemmeldir. Sevilmeye, övülmeye lâyıktır. Onun karizmasını, reytingini yükseltmek lâzım. Onu fazlaca sevmenin, ona meddahlık yapmanın zararı yok, faydası var. Haydi gayret meddahlar!

2) Falan partide, onun liderinde ve tarz–ı siyasetinde tek kurtuluş ümidi var. O şahıs ve partisi iktidara bir geldi mi, herşey tastamam olur. Bu vatana tam İslâmiyet gelir, her yer sütliman olur. Haydi gayret tarafgir fanatikler!

3) Ey Müslümanlar, artık zengin olma ve çok para kazanma zamanıdır. Falan şahsa, filan finans kuruluşuna güvenin ve elde avuçta ne varsa oraya yatırın. Böylelikle, hem siz tatlı paralar kazanın, hem de Müslümanlar büyük şirketlere sahip olsun.

Evet, sinsî bir cereyanın yaydığı telkinler aşağı yukarı bu minvâl üzeredir.

Birinci adım atıldıktan sonra, sıra bütün bu ümitleri kırma ve beklentileri boşa çıkarma merhalesine gelir.

Meselâ, milyonların ümidi haline getirilen şahıslar bir bir çürütülmeye, türlü şaibelerle partiler ve lider kadroları silikleştirilip pasifize edilmeye ve şirketler (finans, medya, vs.) de iflâsa doğru sürüklenmeye başlanır.

Evet, bu tarz gelişmeler daha çok zamanımıza mahsustur. Vicdansızlar, fertlerle tek tek uğraşmak yerine, onları kitleler halinde önce fani, çürük veya çürütülebilir unsurlar etrafında toplarlar.

Ardından da şevklerini tahrik ile ümitlerini alabildiğine kamçılarlar.

Evvelden hazırlanan senaryo gereği, son olarak da "toptan şevk kırma" ve yine "toptan ümit söndürme" ameliyesine girişirler.

Feraset, irfan ve iz'an sahibi mü'minlerin, şimdiye kadar yaşanan "müflis tecrübeler"den ders çıkarmasını ve aynı vartalara tekraren düşmemelerini hasseten temenni ediyoruz.

Tarihin yorumu = 19 Haziran 1157

Nureddin Zengi ve Tapınak Şövalyeleri

Selçuklular'ın Halep Atabeyi Mahmud Nureddin Zengi, Kudüs'ü işgal eden Haçlılar'a karşı giriştiği mücadele büyük bir zafer kazandı.

Çatışma esnasında Kudüs'ü idare eden Latin Kralı ile birlikte Tapınak Şövalyelerinin en önde gelen iki lideri de öldürüldü.

Ancak, yine de Kudüs fethedilemedi. Bu mübarek beldenin fethi, ileriki yıllarda (1187) Nureddin Zengi'nin kahraman kumandanı Selahaddin–i Eyyübî'ye nasib olacaktı.

* * *

Aynı zamanda Selçuklu Sultanının kızıyla evli olan Nureddin Zengi, zamanla Maraş'tan Şam'a kadar olan bölgeye hakim olur. Hakimiyeti altındaki bölgelerde mâbed ve medrese inşasına ve halkın buralarda ilim tahsil etmesine büyük ehemmiyet verir.

Selahaddin–i Eyyübî'den Mısır'daki Şiî–Fatımî Devletinin ortadan kaldırılmasını ve Kudüs'ün Latinlerden alınarak yeniden fethedilmesini isteyen ve bu uğurda büyük destek veren şahsiyet de, yine Nureddin Zengi'dir.

* * *

Kudüs'te Latin Krallığını kuran Haçlıların bir nevi "militan mafyası" şekilde teşkilâtlanan ve zaman içinde makam, mevki, para, mülk... hemen herşeye el atan Tapınak Şövalyeleri, mâsum Müslüman ahâliye çok büyük zulümler ediyordu. Öyle ki, halktan bir kısım Hıristiyanlar bile onların şerrinden bîzar olmuştu.

Nureddin Zengi, işte yıkanmayı bile abes sayan bu her yönüyle pislik içinde yaşayan vahşî gruba karşı harekete geçti ve 19 Haziran 1157'de reislerini (Bertrand de Blanquefort) öldürmesiyle onlara çok ağır bir darbe vurdu.

Ancak, bir süre sonra yeniden toparlandılar ve Hıristiyanlık âleminde kök salmaya devam ettiler. Zamanla masonluğa/farmasonluğa dönüşen bu karanlık hareketin etkileri günümüzde de devam ediyor.

19.06.2008

E-Posta: [email protected]




Faruk ÇAKIR

Her şey bahane, alkol reklamı şahane!



Alkollü içkilerin reklamını yapanlar, her hadiseyi bahane ederek yanlışlarında devam ediyorlar. Son günlerde Türkiye’nin gündemini meşgul eden Milli Takım başarısı da alkollü içki üreten firmalara ‘bahane’ oldu. Güya Milli Takımın başarısını kutluyorlar, ama asıl maksat alkollü içkilerin reklamını yapmak.

Dünya genelinde; alkollü içkilerin aleyhinde hadiseler geliştikçe, alkollü içki üretenler de kendilerini savunmaya başlıyor. Sigara ve ‘bira’ ile başlayan yoluculuk, genellikle ‘sarhoş’luğa kadar varıyor. Bu sebeple, aklı başında aileler, sigara başta olmak üzere bütün alkollü içkilere de karşı çıkıyor. Demokrasi ile idare edilen ülkelerde, yöneticilere ulaşan bu yöndeki talepler kabul görüyor ve alkollü içkilere karşı tedbirler alınıyor. Aynı şey Türkiye’de de geçerli. Aileler, çocuklarının bu tuzağa düşmemesi için her yolu deniyor. Tabiî bu durum, alkollü içki üretenlerin hoşuna gitmiyor. Bu sebeple, son günlerde ‘kadın içiciler’in sayısının arttığı yönünde propaganda yapıyorlar ve bu durumu da ‘kadınların medenîleşmesi’ne bağlıyorlar. (Sabah, 18 Haziran 2008) Belki tesbit olarak bu bilgi doğrudur, ama ‘kadınların daha fazla alkol alıyor olması’ desteklenebilir mi? İlmen ve tıbben ‘zararlı’ olduğu noktasında ihtilaf olamayan bir alışkanlık nasıl desteklenir, nasıl ‘sarhoş’ sayısının artmasından sevinç duyulur?

Alkollü içki üretenler, Milli Takımın futbolda gösterdiği başarıyı kendi açılarından ‘kâr’a dönüştürmek için, başta spor gazeteleri olmak üzere bütün gazetelerin spor sayfalarını parsellemiş durumdalar. Zaten bahane arayan ‘sarhoş’lara “Milli Takım kazandı, o halde gelin sarhoş olalım, aklı iptal edelim” çağrısı yapıyor. Reklamların tesiri bununla sınırlı kalsa neyse, gençlerin de bu tuzağa düşmesine sebep olunuyor. Spor sayfalarının daha ziyade gençler tarafından okunduğu hatırlanırsa, yapılan reklamların maksadı da anlaşılmış olur.

Alkollü içki üretenler insanları ‘sarhoş’ olmaya davet ettikçe, biz de gerçekleri tekrar tekrar hatırlatmak durumunda kalacağız. Düşünün, ‘sigara’nın gazetelerde reklamının yapılması ‘yasak’, ama daha zararlı olduğu noktasında ihtilaf olmayan ‘alkollü içki’lerin reklamı yasak değil! Böyle bir anlayış olabilir mi? Sigaraya karşı ‘savaş’ açan ve kapalı mekânlarda içilmesini yasaklayan ‘siyasî irade’ çok daha zararlı olan alkollü içkilerin en azından gazetelerde reklam yapılmasını önleyemiyor mu? Yoksa, hadisenin farkında mı değiller?

Hatırlanacağı üzere geçmiş yıllarda alkollü içkilerin reklamı yapılamıyordu. Ne olduysa oldu, AKP iktidarı sonrasında bu reklamlar hız kazandı. Belki aynı kanun ve yönetmelikler var, ama medya ve mahalle baskısı sebebiyle olması gereken yasak savunulamıyor. Bugün itibarıyla AKP, “Ne oluyor, sigaranın reklâmı yasakken, içkinin reklâmı nasıl yapılabilir?” diye soramıyor. Varsa, mevzuattaki boşlukları doldurup bu yanlışa dur diyemiyor ya da demiyor...

Daha önce de konu gündeme getirilmiş ve “TBMM Sağlık Komisyonu”nda görev alan bazı vekiller, “Gazetelerde içki reklamları mı yayınlanıyor, ben görmedim!” demişti. Acaba bugün de aynı düşüncedeler mi? Hâlâ gazetelerdeki alkollü içki reklamlarını görmüyorlar mı?

Başta Yeşilay olmak üzere konu ile ilgili bütün sivil toplum kuruluşlarını ‘imdat’a çağırıyoruz. Gazetelerdeki alkollü içki reklamları son bulsun!

19.06.2008

E-Posta: [email protected]




Mustafa ÖZCAN

Zakkum ağacı



Ergun Göze’nin ‘Bulunmuş Defterden Cuma Notları’ başlıklı Cuma yazıları vardı. Bu yazı hazırlık safhasında bana o yazıları veya notları hatırlattı. Bu yazı zor bir doğum oldu. Zira, hazırlık safhasında dökümanlarımı kaybettim ve bulma çabalarım da boşa gitti ve aksilikler zincirine yakalandı. Amerikalı muhalif yazar Gore Vidal’ın Hürriyet’te yayınlanan yazısı bana Zakkum ağacını hatırlattı. Yazıyı yazmak için zihni hazırlık yapıyordum. Yatsıdan sonra eve geldim. Mutfakta Mushaf-ı Şerif’in açık olduğunu gördüm. Duha Suresi’nin son iki sayfası açık vaziyette bırakılmıştı. Benim başlığım bu iki sayfada idi. Bu iki sayfayı okudum ve bir de ne göreyim. Şeceretü’z zakkum’dan yani Zakkum ağacından bahsediliyor. Bu benim tefeülümü artırdı velakin sabahleyin yazıyı yazmaya koyulduğumda yanıma almış olduğum gazete küpürünü bulamamıştım. Google üzerinden onca tarama yapmama rağmen aradığıma bir türlü ulaşamadım. Yalçınkaya bile dökümanlarına benden kolay ulaşmıştır. Ulaştığımda araya bir mania giriyordu. Zakkum ağacı şimdiden acı meyvesini vermeye başlamıştı. Gerçekten de Zakkum ağacı merkez üssü cehennem mağması olan Tuba Ağacının bir karşılığıdır. Günümüzde Bush hanedanlığı da tam tamına bir Zakkum ağacıdır. Süfyan ve Süfyanizm hanedanlığına zakkum ağacı ismi verilmiştir. Ehl-i Beyt dünyadaki Tuba ağacının bir karşılığıdır. Onu hatırlatır. Onun soyundan gelenler de Tuba ağacının meyveleri ve dallarına benzerler. Buna mukabil, Bush ve benzeri hanedanlıklar da Zakkum ağacı gibidir ve daima kötü meyve verirler. Ve Gore Vidal’a göre onların acı meyvelerinin etkisini kırmak yüz yılda bile mümkün olmayabilir. Baba Bush’a kıyafetname üzerinden baktığınızda simetrik olmayan ağzıyla adeta bir yalan makinasını andırdığını görürsünüz. Ahenksiz ve tenasüpsüz bu ağızdan sıdk değil ancak kizp ve hile dermeyan olur ve sudur eder. Buna ne şüphe! Oğul Bush’un tipinden de moronluk ve yalan fışkırmaktadır. Savaş öncesinde ve sonrasında yüzlerce hatta binlerce yalanı yakalanmış ve tescil edilmiştir. Zekâ katsayısı düşük olan bu zatın hile katsayı oldukça yüksektir. Zaten iyilik katsayısı düşük olanların hile ve kötülük katsayısı daha yüksek olur. Fizik ile metafizik arasında daima bir uyum vardır. Bu uyum yorumdan da kıyafetname ilmi türemiştir. İnsanların suretine bakarak siretini anlayabilirsiniz. Bush’lar da serapa Zakkum ağacı olduklarından onlardan hayır sadır olmaz.

***

Amerikalı muhalif yazar Gore Vidal da bunun yakın tanıklarından ve takipçilerinden biridir. ‘Bush’un Verdiği Zararı Onarmak 100 Yıl Alacak’ (16 Haziran 2008 Pazartesi) demektedir. Ona ne şüphe! Kanaatime göre, Bush’un geride bıraktığı ağır miras yüzünden Ortadoğu’da bir değil birden fazla savaş çıkacak ve artçı depremler yaşanacaktır. Bu kaçınılmaz gözüküyor. Fakat Bush’un iktidara gelmesinin tek bir faydası ve tesellisi varsa; O da tezinin yakinen iflas etmiş olmasıdır. Demokratlara yakın olduğu bilinen Vidal “Irak’taki milyonları barbarlıktan ben kurtardım” diyen ABD başkanına sert eleştiriler yöneltti. Postmodern Amerikan edebiyatının en güçlü seslerinden olan Gore Vidal (83), muhalif çıkışlarına bir yenisini daha ekledi. Amerikan derin devletiyle ilgili analizleriyle de tanınan ünlü roman ve oyun yazarı Vidal, İspanyol El Mundo Gazetesi’ne verdiği röportajda, ABD Başkanı George W. Bush’u topa tutuyor. Demokrat çevrelere yakın olan ve Irak savaşına da şiddetle karşı çıkan Vidal, “Başkan tam bir suçlu gibi davrandı; ama biz, anayasayı ihlâl etme korkusundan, onu kovma cesaretini gösteremedik” diyor hayıflanarak. ABD’nin, “Bush’un yol açtığı zararı tamir etmesinin 100 yıl süreceğini” öne süren Vidal, “Biz bir diktatörlükte yaşıyoruz. Medyayı kontrol eden faşist bir hükümetimiz var” ifadesini kullandı.

***

Bush’un görevden alınması için daha önce bir sivil toplum hareketi de başlatan Vidal, Demokratların başkan adayı Barack Obama’nın “zeki biri” olduğunu belirterek, “Beyaz Saray’da olması bir yenilik getirir” diye sözlerini tamamlıyor… Bush ise yine bildiğini okuyor. The Observer’da yayımlanan röportajında, Irak savaşından pişmanlık duymadığını söyledi. Röportajlarda “savaşçı bir lider olarak görünmeyi hiç istemediğini” vurgulayan Bush, bırakacağı miras hakkında ne düşündüğü sorusu üzerine, “Tarihin kararını bekleyecek olmaktan mutluyum. Ancak ben, 50 milyon insanı barbarca bir rejimin pençelerinden kurtarmanın, en azından dikkate değer bir iş olduğunu düşünüyorum” diye sözlü saldırısını sürdürüyor. İran’a sert uyarılarda bulunan Bush, görev süresi dolunca, “evrensel değerlere” adanmış bir “özgürlük enstitüsü” kuracağını da vaat ediyor. Bush’un kuracağı böyle bir enstitüde çalışacaklar ise Daniel Pipes gibi Neocon kalıntıları olsa gerektir. Burada Bush’un gitmesi ağacın gitmesidir. Halbuki, aslolan Bush gibilere cesaret veren ve hastalıklarını tatmin imkânı veren askerî sina-î kompleksin kırılmasıdır. Bush gibiler sistemden beslenmekte, güç almaktadırlar. Dolayısıyla Bush’un gücünün kırılması yetmez asıl önemli olan Bush gibilerin güç devşirdikleri zakkum köklü kaynağın yani bataklığın kurutulmasıdır. Dolayısıyla Zakkum’un meyvelerinden olan Thomas Friedman’ın dediği gibi Obama eski Amerikan rüyasını tazeleyemeyecektir. Zaten bu bir rüya değil kâbustur. Zakkum yiyenler rüya değil ancak kâbus görürler. Dolayısıyla zakkumun panzehiri kükürttür.

19.06.2008

E-Posta: [email protected]




Ahmet ARICAN

Reform Yasasıyla birlikte anlaşmalı boşananların aylığı kesilecek



Hali hazırdaki mevcut olan Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı mevzuatlarına göre, vefat eden sigortalı ya da iştirakçi üzerinden eşe ve kız çocuklarına dul ve yetim aylığı bağlanılmaktadır. Eşe ve kız çocuklarına ölüm (dul ve yetim) aylığı bağlanmasındaki temel kıstas ise, bu kişilerin evlenmemeleridir. Yani örneğin babası Bağ-Kur’lu iken ölüp de, babasından dolayı Bağ-Kur’dan yetim aylığı alan bir kız çocuğunun kendisine Bağ-Kur tarafından bağlanan yetim aylığını almaya devam edebilmesi için, bekârlığının devam etmesi ve resmiyette evli olarak görülmemesi gerekmektedir.

İşte bu sebepten dolayı ülkemizde binlerce hatta onbinlerce dul eş ve kız çocukları, gerçekten evlendikleri ve fiili olarak evlendikleri eşleriyle birlikte yaşadıkları halde, kendilerini resmiyette “resmî nikâhlı” olarak göstermedikleri için, Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı’ndan kendilerine bağlanan dul ve yetim aylıklarını almaya devam edebilmektedirler. Çünkü günümüzdeki geçerli olan uygulamaya göre, bu durumda olan eşler ve kız çocukları, evliliklerini resmi olarak kayıt altına almadıklarından ve evli oldukları vukuatlı nüfus kayıt örneklerinde görülmediğinden dolayı, Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı tarafından bekâr oldukları kabul edilmekte ve aylıkları kesilememekteydi.

Ayrıca, köyünde mahallesinde ya da komşusunda sırf aylık almak için bu gibi muvazaalı boşanma örneklerini gören ve ilgili makamlara bunları şikâyet eden kişilerin de şikâyetleri, bu durumda olan eşler ve kız çocukları sırf resmiyette evli olarak görünmedikleri için sonuçsuz kalmakta ve herhangi bir yasal işlem yapılamamaktaydı. Hatta bazı evli olan kız çocukları ve eşler daha da ileri giderek, dul ve yetim aylığı almak için kendilerini resmiyette boşanmış göstererek (muvazaalı boşanma) ölüm aylığı aylık almakta ancak gerçekte evliliklerini eşi ve çocuklarıyla birlikte devam ettirmekteydiler.

Toplumumuzda fiilî bir gerçeklik olan ancak bu zamana kadar maalesef haklarında bir işlem yapılamayan ve üstte sözünü ettiğimiz şekilde muvazaalı (anlaşmalı) bir şekilde boşanarak ya da evliliklerini resmiyete intikal ettirmeyerek Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı’ndan aylık almaya devam eden kişilerin bu şekilde aylık almalarının 5510 sayılı sosyal güvenlik reform yasasıyla önüne geçilecek. Çünkü 5510 sayılı Kanunun 56 ncı maddesinde; “…Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir…” hükmü bulunmaktadır.

5510 sayılı Kanunun 56 ncı maddesindeki bu hükümlerden dolayı, maddenin yürürlük tarihi olan 1 Ekim 2008’den sonra eşiyle fiilen birlikte yaşadığı (örneğin, aynı evi paylaşanlar) halde muvazaalı olarak boşanan dul eş ve yetim kız çocuklarının gelir ve aylıkları kesilecek ve bu kişilere ödenmiş olan tutarlar geri alınacaktır. Ayrıca, eşinden boşanan, ancak boşandığı eşiyle fiilen aynı evi paylaşmaya devam eden kişiler hakkında cumhuriyet savcılıkları tarafından ‘nitelikli dolandırıcılık’ suçu ile dava açılarak hapis ve para cezası yaptırımları da uygulanabilecek.

Bu anlatılanlardan dolayı, bu durumda olan eşler ile yetim kız çocuklarının dikkatli olmalarını ve gerçek hayatta medeni durumları ne ise ona göre Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirimde bulunmalarını, aksi takdirde 1 Ekim 2008’den sonra kendilerini hiç de iyi şeylerin beklemediğini belirtmek istiyoruz.

Okur sorularına cevaplar…

Soru: 1973 yılında SSK başlangıcı olan babam 1953 doğumludur. Babamın 1973 yılında SSK’ya 1 veya 2 ay prim ödemesi bulunmaktadır. Babam son sekiz aydır tekrar SSK’lı olarak çalışmaya başladı. Bu durumda son çıkan prim affından babam yararlanabilir mi? Babam ne zaman emekli olur? (ismi mahfuz)

Cevap: Sayın okurum babanızın 5763 sayılı son çıkan prim affı kanunundan yararlanarak 1973 yılı ile son sekiz aylık döneme kadar olan ve boş olarak geçirdiği süreleri doldurması ve hizmet günü olarak saydırması mümkün değildir. Çünkü son çıkan prim affı kanununa göre, SSK’lı olan kişilerin daha önceki yıllarda sigortasız olarak çalıştıkları, boşta geçirdikleri ya da sigorta gün sayılarında boşluk oldukları dönemler yapılandırılmamakta ve değerlendirilememektedir. Ancak babanız, 3600 gün prim ödeme gün sayısına sahip olduğunda SSK’dan emekli olabilir. Babanız emekli olması için gerekli olan yaş koşulunu tamamlamış durumdadır.

Soru: 1964 doğumluyum. Bağ-Kur’a 1996 yılında girdim ve şu anda 38.000 YTL prim borcum gözükmektedir. SGK’nın 2007/47 sayılı Genelgesinden yararlanarak Bağ-Kur’daki beş yıl ve daha üzeri sürelere tekabül eden borçlarımı sildirebilir miyim? Bağ-Kur’dan emekliliği istemeyip SSK’ya geçsem üç buçuk yıl SSK’da beklemem mi gerekecek? 15 Temmuz 1983 tarihinde ilk defa sigortalı oldum. Bağ-Kur ve SSK günlerimin toplamı 7000 günü geçiyor. Bağ-Kur’dan emekli olmak için yaşımı doldurmayı bekliyorum. Bağ-Kur’dan ne zaman emekli olabilirim? (Fahri Şahin)

Cevap: Sayın okurum, Bağ-Kur’daki beş yıl ve daha üzeri sürelere tekabül eden prim borçlarının durdurulmasına ilişkin hükümleri düzenleyen SGK’nın 2007/47 sayılı Genelgesinin uygulaması şimdilik durdurulmuştur. Yani şu anda Bağ-Kur’daki borçlarınız dondurmanız ve sildirmeniz mümkün değildir. Bağ-Kur’dan emekliliği istemeyip SSK’ya geçerseniz SSK’da 1261 günü (3,5 yıl) tamamlamanız gerekmektedir. Toplam 7000 günlük prim ödeme gün sayısının hangi tarihlerde ve Bağ-Kur ve SSK’daki dağılımlarının ne kadar olduğunu tam olarak belirtseydiniz emeklilik tarihinizi tam olarak verecektik. Ancak yine de siz en erken 25 tam yıl hizmet süresine sahip olduğunuzda Bağ-Kur’dan emekli olabilirsiniz. Bağ-Kur’u bırakıp SSK’ya geçerseniz SSK’dan 47 yaşını doldurduğunuzda emekli olursunuz. SSK emekliliği için prim ödeme gün sayınızı doldurmuş durumdasınız.

Soru: Benim iki ablamdan birincisi,  1952 doğumlu ve ilk işe giriş tarihi 15.04.1996 tarihi olup SSK prim ödeme gün sayısı 2499 gündür. Bu durumda ablam SSK’dan hangi şartlarda emekli olabilir? Ayrıca, ablam SSK’ya isteğe bağlı prim ödemesi yaparsa memur olan çocuğunun sigortasından emekliliğe kadar  faydalanabilir mi? Diğer ablam ise, 1957 doğumlu olup SSK’lı olarak ilk işe giriş tarihi 21.11.1994 tarihidir. Toplam prim ödeme gün sayısı ise 3332 gündür. Bu ablam çalışmamakta ve merhum babamın emekli aylığından pay almaktadır. Emekli olmak için isteğe bağlı sigortalı olarak prim yatırır ise almış olduğu maaş kesilir mi? (Mahmut DEMİRDÖĞMEZ, Mersin)

Cevap: Sayın okurum, birinci ablanız SSK’dan 20 yıl sigortalılık süresine sahip olması, 5825 gün prim ödeme gün sayısına sahip olması halinde normal olarak emekli olabilecektir. Ablanız bu emeklilik için yaşını tamamlamış durumdadır. Birinci ablanızın sizin de bahsettiğiniz gibi kısmi yoldan emekli olabilmesi için ise, 15 yıl sigortalılık süresine sahip olması, 56 yaşını doldurması ve 3600 gün prim ödeme gün sayısına sahip olması gerekmektedir. Birinci ablanız SSK’da isteğe bağlı sigortalı olursa, SSK isteğe bağlılığında sağlık yardımı olmadığı için hem isteğe bağlılığını devam ettirip hem de memur çocuğunun sağlık yardımlarından yararlanabilir. Ancak bunun için mutlaka 1 Ekim 2008’den önce SSK’daki isteğe bağlılığını başlatması ve SSK’dan emekli olabilmesi için 3,5 yıldan fazla SSK isteğe bağlılığında kalmaması gerekir. İkinci ablanız ise, SSK’dan en erken diğer ablanızla aynı şartlarda (15 yıl sigortalılık süresi, 56 yaş, 3600 gün prim ödeme gün sayısı) emekli olabilecektir. Ablanız emekli olmak için SSK’ya isteğe bağlı prim yatırırsa (babanızın SSK’lı olduğu kabul edilmiştir) SSK’dan aldığı aylık kesilmez.

Soru: Yakın bir arkadaşım 8 Haziran 2008’de Tuzla’da gemide çalışırken iş kazası sonucu vefat etti. Ölen kişi 1977 doğumlu idi ve geride 2 çocuğu ile aylık hamile eşi kaldı. Ölen arkadaşımız askerden sonra 645 gün SSK’lı olarak çalışmış. Ölen kişinin dul eşine aylık bağlanır mı? (ismi mahfuz)

Cevap: Ölen kişinin iş kazası sonucu öldüğü müfettiş raporuyla veya diğer resmi belgelerle kanıtlanmışsa, tersanede ölen arkadaşınızın eş ve çocuklarına hem ölüm aylığı hem de iş kazası sonucu öldüğü için gelir bağlanır. Çünkü 506 sayılı Kanunun 92 nci maddesinde; “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ile iş kazalariyle meslek hastalıkları sigortasından hak kazanılan aylık ve gelirler birleşirse, sigortalıya veya hak sahibine bu aylık ve gelirlerden yüksek olanın tümü, eksik olanın da yarısı bağlanır.” hükmü bulunmaktadır. Müteveffa arkadaşınız ölüm aylığı için gerekli olan sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısı şartlarını askerlik borçlanması yapıldığı takdirde tamamlamış halde gelecektir.

Soru: Kızım 22.09.1978 doğumludur. 19.02.1998 tarihinde limited şirket ortağı olduğu için Bağ-Kur’lu oldu. 04.07.2000 tarihinde şirketteki hissesini devretti. Şu anda Bağ-Kur’a toplam 37.000 YTL borcu gözükmektedir. Borcunun tamamını peşin olarak yatırsam yeni çıkan af yasasına göre ne kadar indirim yapılır? Kızım kaç yaşında emekli olur? Ayrıca, geçmiş seneleri yok sayıp primleri yeniden yatırmaya başlarsak bu defa kızım kaç yaşında emekli olur? (Fikret Şener, Adana)

Cevap: Sayın okurum, kızınızın Bağ-Kur prim borcunu peşin olarak ödemek isterseniz son çıkan 5763 sayılı Kanuna göre ortalama yüzde 50 oranında indirim yapılacaktır. Ancak kızınız şirketteki hisselerini 2000 yılında devrettiğine göre Bağ-Kur sigortalılığının 2000 yılından sonra devam etmemesi ve dolaysıyla kızınızın borçlarının da bu kadar fazla olmaması gerekir. Bundan dolayı öncelikle kızınızın gerçek ve güncel sigortalılık süresinin ne kadar olduğunu tespit ettirip ondan sonra borcunu ödeyin. Kızınızın geçmiş Bağ-Kur hizmet yıllarına tekabül eden beş yıl ve daha üzeri borçlarını 1479 sayılı Kanunun ek 19 uncu maddesine göre ve SGK’nın 2007/47 sayılı genelgesine göre yok saydırmanız mümkün değildir. Kızınız Bağ-Kur’dan ya 15 tam yıl hizmet süresi ile 56 yaşında, ya da 25 tam yıl hizmet süresi ile 55 yaşında emekli olabilecektir.

 

NOT: Bağ-Kur, SSK, Emekli Sandığı ve sosyal güvenlik reformu ile getirilen haklarınızdan haberdar olmak ve buralardaki sorunlarınıza çözüm bulmak için her hafta Perşembe günleri bu köşede buluşalım. Faks ve e-postalarınızı bekliyoruz.

E-posta: [email protected] Faks: 0 (212) 515 67 62

19.06.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır