"Gerçekten" haber verir 17 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Şükrü BULUT

Doğru oturup eğri konuşmak



Evvelde böyle değildi. Eğri oturup doğru konuşmak, kelâm-ı kibar sırasına geçmişti. İnsanlığın bir temel değeri tevazu, hal diliyle anlatılırdı. Ya bağdaş kurulur, ya karna çekilip dize dayanılarak oturulur veya diz çökülürdü. Hepsi de tevazudan haber verirlerdi. Eğri oturmaktan maksat, yukarıdaki oturma şekilleriydi.

Sonradan bazı şeyler değişti. Dinsiz Batı felsefesinin ruhlara üflediği ENE mikrobu insanlarımıza da bulaşınca, eğri oturmalar yerini doğru oturmalara bırakmaya başladı. Rükû ve secdenin mânâlarını bilemeyenler, eğri oturmanın hikmetini de öğrenemediler. Felsefenin Asyalı çocukları kilise oturmalarına özenince, halkevlerini “mabed” edinmeye yöneldiler. Sıralarda oturacak, rükû ve secdeden kurtulacaklardı. Felsefenin hışmına uğramış kalbin etrafında gurur ve kibir çoktan filizlenmeye başlamıştı. Evvelâ doğru oturacak, sonra da yanlış konuşacaklardı.

Materyalist felsefenin sıralarında yetişmiş şakirtlerin yürüyüşleri dikkatinizi hiç çekti mi? Mütevazi Anadolulu insanlar, onları “mertek yutmuşlara” benzetirler. Kaskatı kesilerek, olabildiğince tepeden bakıp sorgulayıcı bakışlarla yürüyenlere bizim gibi uzun zamanlar Avrupa’da yaşayanlar daha fazla şahit olmuşlardır. Küçük birer nemrut ve firavun gibi diklenerek yürüyenleri Kur’ân-ı Kerim ikaz eder, tehditlerde bulunur. Dağları aşamayacaklarını, yeri eşip geçemeyeceklerini ihtar eder.

Zaman içinde yalnızca “doğru oturmayı” almadık Batıdan. “Yanlış konuşma” hastalığı da zehirli bir bakteri gibi sosyal bünyemize sirayet etti. Mânânın aleyhindeki lâfız süslemeleri, kitaplardan başlayarak, gazete, dergi, sinema ve ekranlardan dimağlarımıza akmaya başladı. Sonra bununla da yetinmedik, bir İngilizin şahsiyetini, bir Fransızın şarlatanlığını veya Amerikalının düzenbazlığını programlar halinde İslâm coğrafyalarına taşıdık avuç avuç, paralar ve kulaç kulaç zamanlar harcadık onlara... Tesirli konuşmayı öğrenip, sehhar olup muhataplarımızı alt edecektik. Bâtılı hak, hakkı bâtıl suretinde gösterme de olsaydı neticesi, biz galip gelecektik. Yanlış tezleri düzgün cümlelerle, beden diliyle, kendimizden emin ruh halleriyle savunarak üste çıkacaktık. Çünkü dünya böyle yapıyordu. Neocon ve Neoliberaller böyle yapardı. Amerika ve Avrupa siyasetlerine el koymuşlardı. Kabil ve Bağdat’ı işgal edenler, Amerikan efkâr-ı ammesini bu üslûplarla iğfal etmişlerdi. Medyayı da yanına alarak, doğru cümlelerle yanlış neticelere gitmenin geçici başarısını görenler, hep bu üslûplara hayran oldular. Kürsülerdeki konuşmalarla icraatlardaki neticelerin ne kadar birbirine zıt olduğunu anlamak için zamana ihtiyaç vardı. Lisan-ı hal denilen icraatların, konuşmaları ne denli tekzip ettiğini görmek için sabır lâzımdı. Zira konuştuklarında itiraza mahal nokta bırakmıyorlardı. O kadar doğru ve kendilerinden emin konuşuyor görünüyorlardı ki, itirazınız sizi sosyal linçe götürebilirdi. Beklemek gerekiyordu. Maalesef küreselleşen bu yanlış üslûbun manyetik alanına yakalananlar, sıdk ile kizbi birbirinden tefrik edemez hale geliyordu.

Doğru konuşmak fıtrattı. Tevazu, mahviyet ve paylaşmanın fıtrat olduğu gibi... Düzgün, süslü ve sesli cümlelerle yanlışı müdafaa ise istibdadın eseriydi.

Bazen, müdafaa edilen yanlış tezlerin, hataları gizli tutularak da yanlış konuşulabiliyor. Sıdkın olmadığı yerlerde doğru cümlelerin mantıkî cümleleri de bir gerçeğe ulaştırmaz. Fıtrat, muhatabın doğruyu yakalamasını esas kabul eder cümlelerde.

Dünyadaki şu çöküş, yangın ve felâketlerin, bir yönüyle yanlış konuşmalara dayandığını herkes biliyor. Yanlış beyanlar, yeni yanlışlarla düzeltilemiyor. Doğru temellere inilmeden, yanlışların getirdiği enkazlar temizlenmeden, sağlam binaların inşası mümkün değildir. Bediüzzaman Hazretlerinin tabiriyle, zamanın her türlü yalana fetvayı kaldırdığı gibi, en büyük hilenin de hilesizlik olduğunu biliyoruz. İnsanlık artık fıtrî kara gözlüleri arıyor.

17.11.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (14.11.2008) - Ehl-i kitap, ehl-i mektep

  (10.11.2008) - Eski Doğu bloku komünizmden kurtulur mu?

  (07.11.2008) - Doğu Avrupa komünizmden kurtuldu mu?

  (03.11.2008) - Bir medeniyetin çöküşü

  (31.10.2008) - AKP'yi Kemalizm kurtarabilir mi?

  (27.10.2008) - Yerle bir olmuş putları...

  (24.10.2008) - NATO, misyonuna ihanet eder mi?

  (20.10.2008) - Nurbahar

  (17.10.2008) - Yeni Asya karşıtlığı ve Risale-i Nur

  (13.10.2008) - Risâle-i Nur ve Yeni Asya

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır