Kurban Bayramının 3. günü, aynı zamanda “Dünya İnsan Hakları Günü”ydü. “İnsan Hakları Günü” de bir yönüyle bayram olduğu için, “iki bayram bir arada idrak edildi” demek de mümkün.
Dünyada “bağımsız” olan bütün ülkelerin “üye” olduğu Birleşmiş Milletler (BM) teşkilatı 60 yıl önce “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” adı verilen bir beyannameyi kabul etmiş. Bu beyanname, esasında insana ‘insan’ muamelesi yapılmasını istiyor. Bu beyannameyi imzalayan ülkeler kâğıt üstünde buna uymayı kabul etmiş, ancak sıra uygulamaya geldiğinde çeşitli bahanelerle atılan imzalar unutulmuş. Sözleşme ile imza altına alınan kararlar uygulama imkânı bulabilmiş olsa dünyada pek çok sıkıntı ve kavgaların sona ermesi mümkün olacak.
10 Aralık’ta kutlanan “Dünya İnsan Hakları Günü” vesilesiyle yazılı ya da sözlü açıklama yapan devlet erkânı, çok güzel sözler sarfettiler. Ama bu sözlerin arasında, çok önemli bir insan hakkı ihlalinden söz edilmedi!
Mesela, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, açıklamasında şöyle demiş:
‘’İnsan haklarının dünyadaki her birey bakımından hayatın doğal gerçeği haline getirilmesi hedefine ulaşılıncaya kadar bu alandaki çabaları devam ettirmek tüm ulusların ortak görevi olmaya devam edecektir. Türkiye, hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesine yönelik uluslararası çalışmalarda her zaman öncü ülkeler arasında yer almayı amaç edinmiştir. İnsan haklarının evrenselliğinin muhafazası ülkemizin ulusal ve uluslararası alanda konuya bakışının vazgeçilmez temel unsurudur. Uluslararası insan hakları standartlarının herkes için geçerli kılınmasının önünde duran engellerin ortadan kaldırılmasına dair çabalarda Türkiye güvenilir bir ortak ve örnek bir uygulayıcı olmayı sürdürecektir. (...) Tüm vatandaşları için insan olmanın onuruna yakışan yaşam standartları sağlamak ve onları haksızlıklara karşı korumak devletlerin temel görevlerindendir.’’
TBMM Başkanı Köksal Toptan da ‘güzel’ bir açıklama yapmış: ‘’Anayasamızda Cumhuriyetimizin değiştirilemez nitelikleri arasında yer alan insan haklarına saygı, Türkiye’nin demokratik gelişimi ve hukuk düzeninin temelini oluşturmaktadır. İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi çağdaş dünyanın güçlü bir üyesi olan Türkiye’nin öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır. İnsan haklarının yalnızca korunması değil, sürekli ileri götürülmesi ve geliştirilmesi için başta devlet olmak üzere herkesin üzerine düşenleri yapması ortak sorumluluğumuzun gereğidir.”
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan da günün mânâ ve ehemmiyetine uygun bir açıklama gelmiş: ‘’Bugün sadece 60 yıl boyunca elde edilen hakları gururla hatırlama günü değil, bu süre zarfında hak ihlallerinin tekrarlanmaması için ulusal ve uluslararası alanda ortak çabaların arttırılması ve hak ihlallerine karşı hep birlikte yüksek sesle karşı koyma günüdür. Bugün insan haklarının evrenselliği ilkesine olan bağlılığımızı yineleme, küreselleşen dünyada küresel adaletin geliştirilmesine, Beyanname’de yer alan tüm hakların herkes için eşit olarak uygulanmasına kendimizi yeniden adama günüdür.”
Genel çerçevesiyle bu sözlere, tesbitlere, taleplere itiraz etmek mümkün mü? Hele Başbakan Erdoğan’ın “(Bu gün) Hak ihlallerine karşı hep birlikte yüksek sesle karşı koyma günüdür” tesbiti doğru değil mi? Ama aynı şekilde, bu doğru sözlerin icra safhasına konulmaması da çok derin bir çelişki değil mi?
Bugün itibarıyla Türkiye’de devam eden; en başta ‘kanunlara dayanmayan başörtüsü yasağı’ ve diğer hak ihlalleri varken bu açıklamalar bir mânâ ifade eder mi? Türkiye’de yaşayanlar, Türkiye’yi ‘idare edenler’den güzel söz değil, güzel icraat bekliyor...
Lütfen ‘en büyük ihlal’ olan kanunsuz başörtüsü yasağını görelim ve buna çare olacak adımlar atalım. Çünkü, doğru tesbitler; kanunsuz yasakları sona erdirmeye yetmiyor...
12.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|