Şüphesiz dünya kâinat içinde en güzel yaratılan bir mekândır. Cenâb-ı Allah’ın bütün isimleri en güzel bir şekilde dünyada tecellî etmektedir. En önemlisi de, Kâinatın Rabbi, dünyayı “eşref-i mahlûkat” olarak yarattığı insanlara geçici bir sûrette hayat geçirecekleri bir mekân olarak tayin etmiş, burayı asıl memleketimize gitmek için bir bekleme salonu haline getirmiştir. Ve en güzel bir şekilde yaratılan insanoğluna bu dünyada bütün mahlûkattan kat kat fazla güzel imkânlar sunmuştur.
Dünyadan çok daha büyük olan güneşler ve yıldızlar bile insanoğlu için ve dahi dünya için yaratılmış gibidir. Kâinatın içinde çok küçük bir yer kaplayan dünyada yaratılışın en güzel incelikleri yerleştirilmiştir.
Elbette bu cihetlerle dünya sevilmesi gereken bir mekândır ve Rabb-i Rahîmin isimlerinin en güzel bir şekilde tecellî etmesi cihetiyle, kâinatı ve bilhassa dünyayı sevmek şuur sahibi her insan için bir vazifedir.
İnsan, Kâinatın Rabbini tanımakla insan olur, O’na kulluk yapmakla yaratılan her şeyin mahiyetini anlamaya başlar. “Kâinatın Yaratıcısı”nın san'at eserlerini göstermesi cihetiyle dünyayı seven bir insan, insan olmanın gereğini yapmış olmaktadır.
Ayrıca dünyayı ahiretin bir mezrası olarak sevmemiz istenmiştir. İmtihana tabi olan biz insanlar bu dünyada ektiğimizi ahiret âleminde biçeceğiz. Bu cihetlerle, bizlere ebedî bir hayat, ebedî bir saadet kazandırdığı için dünyamızı seveceğiz ve insan olduğumuza şükredeceğiz. Bizleri insan olarak yarattığı, bin bir güzelliklerle donattığı dünyayı emrimize sunduğu ve bizleri yaratılanların en şereflisi olarak dünyaya gönderdiği için Rabbimizi seveceğiz. O’na karşı kulluk vazifemizi en güzel bir şekilde yaparak şükreden bir kul olacağız. Yaratılanları “Yaratan”dan ötürü sevmek güzeldir. Sahib-i Hakikîmizin yaratmış olduğu her şeyin binlerce hikmeti bulunmaktadır. Abeslik, başıboşluk, sahipsizlik yok bu âlemde...
“Kadir-i Külli Şey” olan Rabbimizin mükemmel san'at eserlerini sevmek, ebedî saadeti kazanmak için bir tarla olarak bilmek cihetiyle dünyayı sevmek gerçek insan olmanın gereğidir. Tehlikeli olan, bu sınırların dışına çıkmak ve dünyayı fani cihetiyle sevmektir. Dünyada ebedî olarak kalacakmış gibi bütün mesaimizi dünya nimetlerini elde etmek için çalışmalıyız.
Dünyevîleşmek, ahirette hiçbir getirisi olmayan dünya nimetlerine gönül bağlamak ve bunları kazanmayı birinci hedef yapmak demektir. Dünyanın her zamankinden daha çok cazip bir hâle geldiği günümüzde, sadece dinden, imandan bîhaber olanları değil, dindar olanları bile bekleyen bir hastalıktır bu...
Görüldüğü kadarıyla nefis ve şeytanların bu zamandaki en önemli silâhı ‘dünya sevgisi’dir. Belki de bu sebeple Peygamber Efendimizin (asm) “Ölümü çokça zikrediniz” şeklindeki tavsiyesini yeterince yerine getirememekteyiz. Ve ne yazık ki bizler çoğu zaman dünyamızı güzelleştirdiğimiz gibi, ahiretimizi de o nisbette güzelleştirmeyi düşünmüyoruz. Dünyayı güzelleştirmek, dünyanın fani zinetlerine boğulmak demek değildir aslında. Dünyayı güzelleştirmek, dünyayı Kâinat Sultanının bir büyük san'at eseri olarak görmek demektir. Dünyayı güzelleştirmek, hayatı, Rabb-i Kerimin izni ve rızası dairesinde yaşamak demektir.
Dünyayı bize yaşanır hale getirecek olan yine Rabbimizdir. Eğer O istemezse dünyanın hiçbir zenginliği dünyamızı güzelleştiremez. O bizden razı olursa, O bize huzur-u kalp nasip ederse dünyanın en huzurlu insanı oluruz. O halde dikkatli olmamız gerekir. Nefislerimiz çaktırmadan bizi dünyevîleştirmesin. Görünürde Rabbimizi bildiğimiz, O’na karşı kulluk vazifesini yaptığımız halde, bir dünya sevgisi çabalarımızı boşa çıkartmasın. “Kesben değil, kalben dünyayı terk etmek” düsturumuz iken, farkına varmadan kalplerimizi de dünyaya bağlamayalım sakın...
02.02.2009
E-Posta:
[email protected]
|