29 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Sami CEBECİ

Kûnu lillah (Allah için olmak)


A+ | A-

İmtihan edilmek için gönderildiğimiz şu fanî âlemde, çeşitli ahvâl içinde hayatımızı yaşayıp gidiyoruz.

İnsanların büyük bir kısmı bu imtihandan habersiz olarak hayatını sürdürerek, diğer canlıların yemek, içmek ve üremek tarzındaki hayatlarına benzer bir hayat yaşayıp, nihayet sönüp gidiyor. Azınlıkta kalan inançlı ve imtihan olduğundan haberdar olan ehl-i imanın da çoğu gafletli bir hayat içinde olup, hiçbir hazırlık yapmadan bu dünyadan göçüp gidiyor.

Geride kalan ve şuurlu bir tarzda imtihanını başarı ile vermek isteyen mü’minler de her türlü imtihandan geçiriliyor. Mânevî derece arttıkça, imtihan da şiddetleniyor. Cami cemaatının imtihanı sokaktaki insanlardan farklı olduğu gibi, ehl-i tarikin imtihanı da cami cemaatından daha şiddetlidir.

Nur Talebelerine gelince, Sahabe mesleği olan iman kurtarma hizmetinin bu zamanda takipçileri olan bu dâvâ adamlarının imtihanı daha çetindir. Cenâb-ı Hak onları çeşitli imtihanlardan geçirir. Çoluk çocuk, konu komşu, hısım akraba ile imtihan edilen bu insanlar, aynı hizmeti paylaştıkları dâvâ arkadaşlarıyla da imtihan edilirler. Takip, tevkif, işkence ve hapishanelerle imtihan edilirlerken, birbirleriyle olan münasebetlerinde de samimiyet testinden geçerler. Bediüzzaman Hazretleri “Sizi, kaç defa altın mı, bakır mı diye üç dört eleklerle elemek kader iktizâ etti ki, bu hadise başımıza geldi” diyor. Başka bir imtihan için kullandığı tabirler de ilginçtir: “Elmaslar şişelerden, sıddık fedâkârlar mütereddit sebatsızlardan, halis muhlisler benlik ve menfaatını bırakmayanlardan ayrılmak için bu şiddetli imtihana girmemizin iki sebebi var” diyerek imtihanın boyutlarını nazara veriyor. Bu yüzden, imtihanda değilmişiz gibi bir tavrın içine girmek büyük gaflettir.

Kırk senelik hizmet hayatımda edindiğim tecrübelere göre, kim ihlâsa aykırı olarak bir takım hesap ve kitabın içine girmişse, mutlaka ayağı tökezlemiş ve dahil olduğumuz şahs-ı mânevînin dışına düşmüştür. Yine kendine göre hizmetini yapar, dahil olduğu bir grubu da olur. Fakat, bu şahs-ı mânevîde barınamaz. Bu, kaderin garip bir tecellisi ve ilginç bir durumdur. “Hakikat Konuşuyor” adındaki makalesinin bir yerinde muazzez Üstadımız “Maddî ve mânevî, dünyevî ve uhrevî hiçbir şey beklemeden, sırf rızâ-yı İlâhî için hizmet etmek” ifâdelerini kullanır. Kanaatimce işin rûhu ve özeti budur. Bunun dışına çıkarak, şan ve şeref kazanmak, hâkimiyet kurmak, maddî veya mânevî bir beklenti içinde olmak, yahut başka hesap ve kitapların içine girmek gibi niyet ve haller, Nur Talebeliğinin özünü ve rûhunu tahrip etmekte ve hiç umulmadık sebeplerle şahs-ı mâneviden uzaklaşıp dışına düşmek söz konusu olmaktadır.

Münâzarât adındaki eserinde Bediüzzaman, zindan-ı atâlete düştüğümüzün sebeplerini yedi sekiz maddede izah ederken, birinci madde olan ümitsizlikten hemen sonra, ikinci maddeye üstünlük meylini koymuş. “Sonra, müzâhametsiz olan hakkın hizmetinin yerini zapteden meylü’t- tefevvuk istibdadı hücum etmeye başlar. Himmetin başına vurur, atından düşürttürür. Siz, kün-ü lillah (Allah için olunuz.) hakikatını o düşmana gönderiniz. (Münâzarât s.136) Demek ki, insanda diğer insanlara üstün gelmek veya üstün olduğunu hissedip göstermek gibi bir zaaf var. Biraz okumuş, ünvanı veya kıdemi varsa, onu diğerlerine karşı bir üstünlük vesilesi olarak görüyor. Tevâzu, mahviyet ve terk-i enâniyet gibi yüksek hasletler gidiyor, yerine kibir ve enâniyet-i ilmiye gibi şeyler geliyor. Beraber çalıştığı insanların fikirlerine değer vermeyen, kendi görüş ve fikirlerini daha isabetli gören böyle insanlar, meşveretin de rûhunu incitirler. Zübeyr Ağabeyin “Risâle-i Nur Talebelerinin en gerisi ve en âmisi olan ben” anlayışı yerine “Nur Talebelerinin en ilerisi ve en âlimi olan ben” anlayışı hükmedince, işte o zaman sıkıntı başlamaktadır. Halbuki, böyle hisler süflîdir. Hiçbir dâvâ adamında bulunmaması lâzımdır. Âhirette faydası olmayan, bilâkis hüsran sebebi olan şeylerdir. Üstünlük, Allah katında ancak takvâ iledir.

Bu gibi ârızalardan kurtulmanın tek yolu, Allah için olmak, Allah için çalışmak ve her meselede Allah’ın rızâsını esas almaktır.

29.07.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (19.08.2009) - Demokratikleşme ve Güneydoğu

  (12.08.2009) - Barla buluşmaları

  (05.08.2009) - Sabır yahut acele etmek

  (29.07.2009) - Kûnu lillah (Allah için olmak)

  (22.07.2009) - İktidar sıtması

  (15.07.2009) - Şahs-ı mânevînin gücü

  (08.07.2009) - Doğruluk üzerine

  (03.07.2009) - Ölümsüzlük ülkesinin göç kervanı

  (24.06.2009) - Anonim ya da net olmak

  (17.06.2009) - www.asyanur.info sitesine mesaj var

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLE