17 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Osman ZENGİN

Trafik kazalarındaki hatalar…


A+ | A-

Geçtiğimiz Ramazan Bayramında Türkiye genelinde, özellikle de İstanbul’daki tanker ile minibüs çarpışmasıyla meydana gelen trafik kazaları neticesinde her tarafın yine kan gölüne döndüğünü, bir çok insanın ölüp, yaralandığını, dolayısıyla da, bir çok haneye matem ve acı düştüğünü müşahede ettik. Bir fahrî trafik müfettişi olarak, bu trafik keşmekeşini yakından takip edenlerden olduğumuzdan, maalesef çok üzülerek yazıyoruz bu yazıyı.

Yapılan tesbitlere göre, bir trafik kazasının meydana gelmesinin başlıca ana unsurları; sürücü hatası, vasıtalardaki teknik arıza, yol ve hava şartlarının uygun olmaması olmak üzere başlıca dört sebeptir. Ama bunların hepsinin başında, sürücülerden kaynaklanan hatalar gelmektedir. Çünkü diğer unsurlar cansız şeylerdir. Ancak onlarla ne şekilde muâmele edileceğini öğrenip bilme işi, insan olan sürücülere kalmıştır. Yani, trafiğe çıkmadan önce veya trafikte seyir esnasında karşılaşacağı hava ve yol durumuna göre vasıta kullanması lâzımken; yeni yağan yağmurda yapılacak bir ani frenle arabasının çamurlaşmış yolda kayabileceğini, yol yapım veya tamiratında kullanılan mıcır vs. üzerinde giderken de aynı şekilde, yapılacak bir küçük yanlışta, vasıtasının takla atacağını bilemeyen, kestiremeyen bir sürücü, her zaman kazaya sebep olabilmektedir. Vasıtaların teknik durumları ise; önceden tesbit edilip, ona göre tedbir alınarak yola çıkılsa, bu kadar kötü durumlar meydana gelmez. Tabiî bütün tedbirleri alıp, azamî dikkat gösteren bir kişiye, karşı taraftan densiz, düzensiz bir sürücünün vasıtasının çarpmadığı da olmuyor değil. Veya teknik bir noksanlık görünmezken, aniden meydana gelebilen bir arızadan dolayı da, kaza meydana gelebiliyor. İşin kader ciheti başka, ama tedbir almak da onun bir esası iken, bu cihete bakan pek kimse yok. Acaba kaç kişi arabasını çalıştırmadan önce kaputu açarak; yağ, su, hidrolik yağı, cam yıkama suyunu kontrol ediyor? Lastiklerinin durumuna bakıyor? Çok nadir bunu yapanlar. Hele, yeni arabası olanlar, bu yeniliğine de güvenerek hiç bakmıyor neredeyse. Halbuki bu sayılanların eksikliği, yeni-eski dinlemez, her zaman her şey olabilir.

Esas unsurun sürücüler olduğunu söyledik. Gerçekten de, trafikte seyir esnasında o kadar yanlışlar yapılıyor ki, biz ceza tutanağı yazmaktan bıkıyoruz, ama bir çok sürücü, ceza almaktan, hatalı vasıta kullanmaktan vazgeçmiyor. Bundaki en büyük sebep de; insanlarımızın eğitimsizliği, hak-hukuk tanımazlığı, cahilliği ve aymazlığıdır. Peki, ehliyet alabilmek için gidilen sürücü kurslarından alınan eğitimler ne oluyor? İşte, işin burasında düşünmek lâzım. Bizim ehliyet aldığımız 70’li yıllarda, bu belgeyi alabilmek için, bir şekilde doğru-yanlış vasıta sürmeyi öğrenenler, müracaat ederek yazılı imtihana giriyorlar (amatör, profesyonel ve ağır vasıta olmak üzere), o imtihanı kazandıktan sonra direksiyon imtihanında, karayolları, emniyet ve şoförler odası temsilcilerinden meydana gelen bir imtihan komisyonu tarafından sürme testine tâbî tutuluyorlardı. Ondan sonra ehliyet almaya hak kazanıyor veya kazanamıyorlardı. Zamanla bunda da, başta rüşvet alma ve eğitim eksiklikleri gibi sebeplerden dolayı daha sonraları, 80’li yıllarda sürücü kursları ihdas edildi. Maksat iyiydi belki. Sürücü olacaklara her şey güzel bir şekilde, uzmanlarca öğretilecek ve ondan sonra yapılacak imtihanda da muvaffak olanlar ancak ehliyet alabilecekti. Bu arada şunu da söyleyeyim, ehliyet almanın yolu bu şekilde görünürken; bundan birkaç yıl önce bir polis okulu, ehliyeti olmayan talebelerine, kendi bünyesinde kurs düzenlenip, o şekilde ehliyet vermişti. Bir dönem, biz de hoca olarak girmiş, 350 civarında polis adayına ders vermiştik. Doğrusunu söylemek gerekirse, böyle ayrı muâmele şeklinde ehliyet almak yanlıştı.

Sürücü kursları vasıtasıyla şoför yetiştirilip, ondan sonra ehliyet almak belki güzel ve iyi bir şeydi. Ama, tabiî burası Türkiye. Her şeyde art niyet olduğu gibi, bu sürücü kurslarında da maalesef, para kazanmak esas gaye olunca bir çok sû-i istimaller yapıldı. Bazıları para kazanmak uğruna, işi gereği gibi sağlam yapmadı. Kursa gelmeden, ders görmeden (eline verilen sürücü kursu ders kitabını okuyarak) ehliyet alan bir çok kimse çıktı piyasaya. Adam, ne kadar az benzin yakarsa onun kârını hesap ederek, direksiyon eğitimini o kadar az tutuyor. (Yine burada işi hakkıyla yapanlar bahsimiz harici.) Ondan sonra da netice maalesef hep hüsran oluyor.

Zaten ehliyeti cebine koyan kişi zannediyor ki, her şey tamam. Arabayı ehliyet sürecek zannediyor. Düşünmeden trafiğe çıkıyor ve peşinden de, bir sürü dert ve problemle karşılaşıyor. Bir defa arabaya tam hâkim olamayan, onu doğru hareket ettirip durdurmasını bilmeyen, trafikte diğer vasıtalarla karşılaşınca ne yapacak? Arabayı çalıştırmak, yürütmek kolay da, onu durdurmak, ona hâkim olmak zor işte. Bunlar iyice öğrenilmeden trafiğe çıkmak bir nevî cinayet işlemek gibi bir şey. Kendi başını yaktığı gibi, haksız yere bir çok masumun da canını yakıp, yuvaların yıkılmasına sebep oluyorlar.

Bu ehliyet alma işinde yanlışlıklar, sadece kurslarla bağlantılı değil. İmtihan komisyonlarında da durum biraz yanlış. Sürücü kurslarının izin ve işleyişi Millî Eğitim’de olduğundan olacak her halde, imtihan komisyonlarına hep öğretmenleri sokuyorlar. Tamam yazılı imtihanları anladık, o merkezidir, bilgisayar okuyor, orada öğretmenler bir nevî müşahid, gözlemci olarak girebilirler. Ama, tamamen teknik uzmanlık ve tecrübe isteyen direksiyon imtihan komisyonuna da öğretmenlerin sokulmasını anlamıyoruz. Bazılarının araba sürmesini dahi tam bilmediği bu komisyondan ne beklenir? Halbuki, makine mühendislerinin, işin uzmanı olanlarınca bu işin yapılması daha münasip olur bizce.

Aymazlıktan bahsettik. Bu aynı zamanda kural ve kaide tanımazların da tarifidir. Aslında; trafik, bir kurallar, kaideler manzumesiyken, maalesef buna riayet eden, uyan azaldı. Özellikle de son zamanlarda, daha da çoğaldı. Adam çok kalabalık trafiğin olduğu kavşaklarda, sinyal vermeden aniden dönüyor. Hem arkadan, hem de karşıdan geleni tehlikeye sokarak... Biz, şoför eğitimi yaptırdığımız zaman hep şunu söylüyorduk: “Arkadaşlar! Trafikte en mühim hareketlerden biri de, bu sinyal verme hadisesidir. Çünkü bunu yapmakla trafikteki hâl ve hareketin nizamı sağlanıyor. Arabayı hareket ettirirken veya durdurma esnasında. Dönüş işareti olarak ve vasıta sollama (yani geçme) işlemi yaparken uygulanır. Yoksa trafik karışır. Bir de eliniz sinyal koluna gidince, gözünüz de muhakkak dikiz aynasında olsun. Arkadan gelen trafik müsaitse, sizin yapacağınız harekete uygunsa, o sinyalin fonksiyonunu yerine getirebilirsiniz. Yoksa yanlış yapar, kazaya sebep olursunuz” diyorduk. Bir defasında, İl Trafik Denetleme Müdürüyle beraber, trafikte yaptığımız tatbikatta, başta sinyal verme işi olmak üzere, sürücülerin bir çok yanlışlarını tesbit ettik. Bazılarına da, yaptığı yanlışı söyleyince “kem-küm” ederek, hatalarını anlıyorlardı. Ama, bunu, ceza müeyyidesini karşısında görünce değil de, her zaman, hem kendisi, hem de başkası için uygulasa ne olur?

Tabiî, yapılan hatalar sadece sinyal vermemekle sınırlı değil. Kazalara sebebiyet veren daha bir çok trafik kuralı, kaidesi ihlâli de yapılıyor. Yapılan hataların çoğu da maalesef, karşısındakinin hakkına, hukukuna tecavüzden meydana geliyor. Gelişigüzel park etmeler, geçiş hakkına uymama, şerit değiştirme hataları (hatalı sollama gibi) vs. Taşıt yolu dediğimiz cadde üzerlerine öyle park ediyorlar ki, aradan yol bulup geçebilen vasıtalara aşk olsun. Adeta yollar otoparka dönmüş vaziyette. Bazen, beraber o manzarayı müşahede ettiğimizde, yanımda bulunanlara diyorum ki “Şimdi otopark arasından yol bulup geçeceğiz”. Yani bu hale geldi trafik. Trafikte meydana gelen bu keşmekeşle ilgili olarak, bundan birkaç sene önce Trafikten Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı ile (bu zat sonradan, trafikten sorumlu Emniyet Genel Müdür yardımcısı olmuştu) sohbetimiz esnasında ona ben şunu söylemiştim: “Müdür bey, bunlarla alâkalı büyük bir İslâm âliminin önemli bir tesbiti var, diyor ki: ’Bu zamanda terbiye-i İslâmiye bozulduğundan…’ İşte bu trafikteki insanların durumlarını da bununla açıklayabiliriz. Eskiden babalarımız, analarımız bize İslâm terbiyesi öğretir 'Aman yavrum, kimsenin hakkına, hukukuna, malına, namusuna dokunma’ derlerdi. İşte bu da böyle deyince, o tesbit çok dikkatini çekmiş ve ‘Çok doğru ve önemli bir tesbit” demişti.

Girişte bahsettiğimiz, 13 kişinin ölmesiyle neticelenen tanker-minibüs kazasında yapılan en mühim iki ihlâl, trafikte yapılanların en tehlikelisidir. Kırmızı ışık ihlâli ve aşırı sür’at. Meselâ bir tankerin hız limitleri nedir, biliyor musunuz? % 10 toleransla; şehir içi 33, şehirler arası 55 ve otobanda 66 km.’dir. Ama, hiç bunların bu hızlarda seyrettiğini gördünüz mü? Biz otomobille giderken—ki otomobil en fazla hız limidine sahip vasıtadır—bazen onlara yetişemiyoruz. Bu hız meselesinde yaklaşık olarak küçük bir misâl verelim. Normal şart ve halde 50 km hızla giden bir vasıta, aniden fren yaptığında, yaklaşık 25 m mesafede durabiliyorken, iki kat fazla, yani 100 km hızla giden bir vasıta aynı şekilde fren yaptığında, ancak 100 m. kadar bir mesafede durabilmektedir. Yani hız iki kat artıyor, ama fren mesafesi dört kata çıkıyor.

Vatan ve milletimiz için çok mühim bir mesele olan trafikle alâkalı yazılacak çok şey var, ama yazdıkça da uzayan bu mesele ile alâkalı son olarak şunu söylüyoruz: Hülâsa, en mühim sebep olan insan hakkı ihlâli de burada rol oynuyor. Başkasının hakkının gasbedilmesi nasıl iyi bir şey değilse, trafikte de karşımızdakilerin hakkına tecavüz etmek de iyi bir şey değildir. Eğer herkes, hak ve hukuka, kural ve kaideye uygun hareket etse, kazalar önemli nispette azalacak ve bir çok yuva da sönmeyecektir.

17.09.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (16.09.2010) - Ramazan bitti diye, nefis ve şeytana aldanmayalım

  (13.09.2010) - 30. yılında 12 Eylül fitnesi!

  (09.09.2010) - Oruç tuttuğumuzla bayram yapalım!

  (08.09.2010) - Bugün Arefe değil!

  (07.09.2010) - Ramazana hürmet eden köfteci!

  (05.09.2010) - Kadir ve kıymeti bilinesi gece...

  (04.09.2010) - Bu gece Urfa’da Bediüzzaman mevlidi okutulacak!

  (01.09.2010) - Kur’ân ayında Kur’ân okumak

  (28.08.2010) - İftarı, on beş dakika erken yaptık!

  (24.08.2010) - Oruç ve namazdaki rahatlık


Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.