24 Ekim 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Selim GÜNDÜZALP

İlk Namaz


A+ | A-

—Geçen haftadan devam—

Yıllar sonra ilk defa abdest aldığı yerden doğruldu. Parmağında bir damla gözyaşıyla duruyordu. Bir yandan da duâlar ediyordu.

“Affet Allah’ım! Bastona dayanıp, titreyen ayaklarla huzuruna gelmek, Sen davet ediyorsan kolay, Sen yol gösteriyorsan kolay. Henüz o yaşta değilim. Bastonum da yok. Elim, ayağım da titremiyor. Ama nedense, uzak kaldım davetinden, rahmetinden. Nasipsiz bir insan olmaktan, Sana mâlum, üzüntü duyuyor, ağlıyordum hep. Bu kadar mı yabanî, bu kadar mı uzağım bu dünyaya? Arada bir cami kapısı… İki dünyayı ayıran bu mu?

“Hayır, Allah’ım, hayır… Rahmetin, içerde de, dışarıda da hep aynı. Ben ayırmışım, nefsim ayırmış, şeytan ayırmış; böyle göstermiş. Bölmüş dünyamı, bölmüş içimi. İçimi senden gayrı ne varsa, onunla doldurmuş.

“Oysa baştanbaşa her yer Seninle doluymuş da, haberim yokmuş. Sen bana bu kadar yakınken meğer ben Sana bu kadar uzakmışım. Şimdi anlıyorum. Af diliyorum. Bu küçücük damlanın hürmetine, bir ömür yapılamamış her ibadetin âhını, feryadını ve dahi utancını, özrünü, tövbesini onda saklıyorum, onda tutuyorum, onda takdim ediyorum. Affet yâ Rabbi! Zerreyi güneş yap. Damlayı göl yap. Ruhumu tertemiz yap. Bir vaktin adımını, mazîden istikbâle binler adımların, binler niyetlerin ve ibadetlerin başlangıcı yap!...” dedi…

Ve tam o sırada Ezan-ı Muhammedî “Allahuekber” diye, Alaaddin Hoca’nın Medine-i Münevvere’yi, oradaki günleri andıran o güzel sadâsı yükselmeye başladı. Ve şimdi “tıp” diye durmak, taş kesilip donmak zamanıydı. Bu ezan her defasında çarpardı onu zaten. Her okunuşunda kor bir ateş düşerdi yüreğine.

“Yeter bu oyun!” dedi. “Son vereceğim artık. Namazsız, abdestsiz günlere elveda…” dedi.

Ağır adımlarla yürüdü. Caminin dış avlusunda pembe çiçekler vardı. Bir bacağı sekerek yürüyen bir ihtiyarın elceğiziyle büyüttüğü, göz nuru döktüğü… Eski naylon yağmurluğuyla dolaşan o garip adamın armağanıydı o çiçekler.

Neredeydi sahi? Epeydir gözükmüyordu. Hatta bir gün çekine çekine sormuştu ona:

“Sizi uzun zamandır izliyorum. Ne yaptığınızı merak ediyorum.” demişti.

Yaşlı adam:

“Ne yapayım evlât? İşte dünyadan giderayak şu caminin bahçesinde benim de bir hatıram olsun istedim. Caminin avlusu taştan duvardan bir şey gibi göze soğuk görünmesin istedim. Elimdeki şu küçük gülleri ekip büyütmeye çalışıyorum burada.”

Sabırlı adamdı. Her gün işinin başındaydı. Merhabalaşırlardı.

Bir yazı da yazmıştı: “Lütfen güllere dokunmayınız.” diye. Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur derler ya, adamcağız bakışıyla mayalıyordu oraları. Her gün, ama her gün o da dikkat ediyordu, adam da.

Ve küçük pembe güller büyüyordu. Kışın ortasında bile ne güzel bir manzaraydı bu. Her yeri kaplamıştı güller. Adamın dediği gibi, taş duvar, harika bir yeşillikle örtülüydü şimdi.

İşte oraya yaklaştı. Bacağı seken adamın diktiği güllerin üzerine bir şebnem gibi bıraktı. Sonra ağır adımlarla hiç kimseye görünmeden içeri girmek istiyordu ve girdi çok şükür. İçerde loş bir yer seçip doya doya Ezan-ı Muhammedî’yi dinledi, dinledi ve ağladı. Çocukluğundan kalma o güzel günleri tekrar yaşadı.

Tekrar doğdu namazla.

Tekrar doğruldu duâyla, niyazla.

Hayata tekrar tutundu o gün, o abdestle, o namazla, o duâyla, o secdeyle. Secdelerdeki o müstesna hâl ile. Çocukluğunda bıraktığı altın damlaları tekrar topladı aynı yerden.

Secdeler, seccadeler, alnından öpüyordu onu adeta. Şairin de dediği gibi:

“Beni kimsecikler okşamaz madem;

Öp beni alnımdan, sen öp seccadem…”

Ruhu yepyeniydi, dipdiriydi. Bedeni cilâlanmış, kalbi eskisi gibi değildi. Bütün paslardan arınmış, yeniden doğmuştu. İmanın ve inancın kudreti ne kadar da büyükmüş, bir kere daha anladı ve ağladı.

İnsan, günde beş vakit böyle tazelenir de, temizlenir de, böylesine yenilenir de, hayatına bu yeniliği katar da, sonra o hayata neler katmaz ki?..

Neler kaybettiğini, kazandığı gün anlar insan. O gün, böyle bir gündü işte. Attığı ilk adımla anlaşılmıştı her şey.

Hayata ilk adımını atar gibi ilk namazına adımını atanlara selâm olsun.

Duâların arasına bizi de katanlara selâm olsun.

Bizi de unutmasınlar inşaallah. Niyazımız budur.

Biz de bu ilk adımı onlar gibi atmanın heyecanını duymalıyız ve onlarla beraber bu heyecanı duyacağız İnşaallah. Yeniden yaşamalıyız ve yeniden yaşayacağız İnşaallah. Güneşlerin en aydınlık vaktini, suların en berrağını, duâların en hasını biz de etmek, biz de solumak, biz de içimize çekmek istiyoruz. Doyasıya… İlk günün abdesti, ilk günün namazı ve niyazı gibi…

Allahuekber… Allahuekber…

Kâinat kardeşlerle beraber…

Allahuekber… Allahuekber…

Abdeste gösterilen itina, namazın mayasıydı. Namaz, abdestle başlıyordu. Bunu tâ çocukluğundan beri biliyordu. Ama işte… Hayat, tahsil, arkadaş, çevre, dış ülke, okumak derken hayatın ana gayesi onu alıp nerelere götürmüştü.

Kucağında hüzün dolu bir ömrün solgun yaprakları duruyordu. Silkeledi. Silkindi. “Allah” dedi ve dirildi.

Şimdi artık çok uzaklarda değildi. Yakındı. Çok yakındı Rabbine. Bulutların selâmını alacak kadar, bulutlardan gelen her bir damlayı O’ndan bilecek kadar yakındı.

Rüzgâr esse, O’ndan bir rahmet esintisi, bir baş okşamasıydı, bir yüz okşamasıydı. Annenin o yumuşacık elleriyle evlâdını sever gibi, okşar gibi, rahmetin eli de yüzünü okşuyordu.

Bunu tâ en başından, çocukluğundan beri biliyordu. Hiç unutmamıştı o günleri. O günleri çok özlüyordu. Abdesti çok seviyordu. Çok ama… Çok…

Araya yıllar girmişti, yıllar… Keşke sular kesilse de bir karanlık köşede gözyaşlarıyla abdest alsaydı. Ve o günleri yaşıyordu şimdi.

Evet, sular, yaşlar birbirine karıştılar, çağladılar, coştular. Ummanlara karıştılar. Yıkadılar, pakladılar, akladılar.

Ruhunun arındığını, kalbinin atışlarının değiştiğini hissediyordu.

Adım atışındaki kararlılık bile farklıydı. Niyet ne kadar önemliydi. Ne kadar büyük bir ibadetti niyet. Belliydi. Niyetsiz ne abdest olur, ne de namaz. Hayat, baştan sona bir niyetti adeta. Belliydi işte, belliydi.

Günahlar damla damla dökülüyordu sanki. Kirler, yıllar yılı içinde birikmiş, kireçlenmiş olan nice paslar, o eski günahlar tek tek dökülüyordu sanki.

Abdestini o kadar dikkatle almıştı ki, mazide kalan yılları tek tek yaşadı o gün.

Ve o sonsuz rahmetine Rabbinin, hayran kalıyordu.

Bir su damlası, büyümüş, adam olmuştu. Kaytarmış, kaçmıştı, çağrısından uzaklaşmıştı, ama sonunda yüreği daha fazla dayanamadı ve dâvete icabet etti.

Aradığını secdelerde bulmuştu.

"Namazda ruhun, kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem, cisme de o kadar ağır bir iş değildir." (Bediüzzaman) Bu cümlenin hakikatini ruh ve bedeninde zerre zerre yaşıyordu sanki.

Şadırvandaki bir su damlası gibi o da akıp gidiyordu adeta. Aklanıp, paklanıp gidiyordu. Yılların kirleri, günahları, isleri, pisleri dökülüp gidiyordu.

“Cömerttir bizim şadırvanın suları.” diyordu bir ihtiyar, caminin müdavimlerinden bir ihtiyar. Birkaç gün evvel oradan geçerken duymuştu bu sözü o ihtiyardan. “Cömerttir bizim şadırvanın suları, cömerttir…” Bu sözün mânâsı yankılanıyordu kulaklarında. “Cömerttir bizim şadırvanın suları, cömerttir…”

Kaç açı doyurmuş, kaç muhtacı beslemiş, kaç yoksulu zenginleştirmiştir bu sular. Kim bilir? Kaç günahkâr yüzü ak ekmiştir bu sular. “Cömerttir bizim şadırvanın suları, cömerttir…”

Orhan Camii’nin bahçesinden girip de, camdan içerideki cemaati seyredip, onların namaz kılışlarına ağladığı günleri hatırladı. “Allah’ım, bana da nasip et. Beni de onların içine al!” dediği günleri hatırladı. Ağlıyordu. Duâları kabul olmuştu.

Önce niyet. Kanatlanmadan uçmak yok. Niyet, amellerin kanadıydı.

Bir vakit aramakla geçmişti ömrü. Bir türlü bulamıyordu o vakti. Meğer o vakti bulmak için de niyet gerekti.

Bak hele şu işe… Demek ki bir adım atamayanın ve buradan içeri giremeyenin mânisi yine kendisiydi.

Ah, dünyada ne engeller aşıp da ilerlemiştik, ne tepeler, ne dağlar keşfetmiştik de, Allah adına atılacak bir adım için mecal yoktu.

Oldu mu ya? Oldu mu?

Gözü görsün de dili söylemesin insanın, olmazdı…

Yükü gözyaşı olan gemiler gibiydi.

Şerde inat edeceğine hayırda sebat etmek gerekti. İşte her şeyin özü özeti buydu.

Doğduğuna, yaşadığına pişman olduğu günler gerideydi artık. Kendi derdi yetmezmiş gibi fuzûlî bir yığın işle oyalandığı günler geride kalmıştı artık. Nefsin, şeytanın defterini dürdü. Hakta sebat etti. Sabretti. Yürüdü…

Amanı zamanı yokmuş meğer. Bismillah deyip, niyetine girip, tez elden başlamak gerekmiş meğer. Kim düşmanı, kim dostu, o gün fark etti. Örsle çekiç arasında kaldığı günler geride kalmıştı. Hatırladı sevgili dedesinin o güzel sözünü. Anneciği de sık sık tekrarlardı ya, doğruymuş:

“Namaz, yolda bırakmaz.” Bırakmamıştı işte, bırakmamıştı.

Ayakkabılarını giyerken elinden düşüp ters döndüler. Güldü. Mırıldandı:

“Eh, bugüne kadar hep onlar bana giydirdi, bugün de ben şeytana pabucu ters giydirdim.”

Ve su gibi aktı. Şadırvandan geçerken abdest aldığı yere uzun uzun baktı. Gözyaşlarını kimse görmesin diye sakladı. “Haydi, yeni bir gün başlıyor. Haydi bakalım, Bismillah…” dedi. O gün yepyeni bir sayfa ömrüne açtı. Su gibi aktı, gitti.

Not: Bu yazının ilham kaynağı olan Dr. Sadık Ağabey’e, Cihat ve Tarık kardeşlerime ve bu yolun talihli yolcularına duâyla…

24.10.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (17.10.2010) - İlk abdest

  (10.10.2010) - ‘Doğruluğuna inandığın meselede imkân düşünme’

  (03.10.2010) - Düşen bir yaprak görürsen

  (26.09.2010) - Kuyu başında iki insan

  (19.09.2010) - Estağfirullah

  (06.09.2010) - RAMAZAN SOFRALARI

  (29.08.2010) - Oruç, tuttuğunu bırakmaz

  (22.08.2010) - Günahlarımızı sevaplarla yok edelim

  (17.08.2010) - Cennet kuşu konuştu

  (15.08.2010) - Pişmanlık her devirde hep aynı


Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  YENİ ASYA NEŞRİYAT

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.