İnşaat ve yapı ustalığı insanlık tarihinin en eski meslek dallarından birisidir. Şehadet âleminde bulunan birçok şeyin dayesi olan toprak, insanlığın evvel babası Hazret-i Âdem’in yaratıldığı en ehemmiyetli mevad olmakla birlikte, Esmâ’nın tecellisinde mahv ve ispat mezraası ve manzarası olarak yazar bozar tahtası ve çoğu san’atın da teşekkülünde ana mayesidir.
Hz. Âdem (as) esmanın hakikatleri manasında Rabbinden aldığı terbiye ve talimle bu noktadan değişik sanat ve muadili sahalarda beşere pişdar olmuştur. Bu yüzden Âdem (as) neslinin yeryüzünde yaptığı ilk bina ve mabedin, bizzat Hz. Âdem tarafından yapılan Kâbe olduğu da rivayet edilir. Bununla birlikte, kavî olan, Kâbe’nin şimdiki hâlde ilk banisinin Hz. İbrahim olduğu yönündedir. Yapılan ilk bina hususunda, Âl-i İmran Suresi 96. âyetinde: “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev [mabed], Mekke’deki [Kâbe]dir” hakikati yer almaktadır.
İnsanlık var olalı beri, sığınacak bir yer manasındaki ihtiyacını, fıtratının da gereği olarak, daima hayat listesinin başına almış; tarihin çeşitli devirlerinde insanlığın tekemmülüne göre ev ihtiyacı, mağara ve taştan oyulan evlerden villa ve konaklara kadar değişik şekiller kazanmıştır.
Aslında bir diğer cihetten bakıldığında, her insan dünya hayatında inşaat ve yapı ustası olmamakla birlikte, ömür sermayesinin saniye ve dakikalarından başlayarak, tüm hayatını içine alan bir süreçte âlem-i ahiretin iki menzili olan Cennet veya Cehennemde kendisi için inşa ettiği binaların bizzat ustası olarak arz-ı endam eder. Yüce Kur’ân’da Cennet köşkleri ve onların yapı malzemeleri konusundaki âyet ve hadislerin bir kısmında: “İman edip salih amellerde bulunanlar; onları, içinde ebedî kalıcılar olarak, altından ırmaklar akan Cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz. Salih amellerde bulunanların ecri ne güzeldir.” (Ankebut Suresi, 58) Peygamberimizin yüce hadislerinde ise: “Gurfeler (Cennet köşkleri) kırmızı yakut, yeşil zebercet (zümrüt) ve beyaz incidendir. Onlarda hiçbir kusur ve ayıp yoktur. Cennet ehli bunlara, sizin gökte, doğu ve batıdaki parlak yıldızlara baktığınız gibi bakarlar...” (Ramuz el-Ehadis-1, s. 225/6)
Cennet binaları böyle muhteşem özellikleriyle anlatılırken, dünya binalarının en güzelleri de göl ve deniz kenarlarında, güller ve ağaçlar arasında muhteşem manzaralarla bütünleşen fani evler, konaklar ve villalardır.
Bu manzara ve villaların, çocukluğumuzun masum pencerelerinden seyri ve yıllar sonrasına taşınan iz düşümleri ise hayatımıza ayrı bir renk katar.
Hususan, Nurlarla tanıştığımız ilk yıllarda, bu kartpostal ve manzaraların ne anlam ifade ettiğinin farkına varmamız, onlar üzerine, bu asrın ve gelecek asırların muhteşem Kur’ân hakikatleri Risale-i Nur’dan alınan veciz ifadelerin yazılmasıyla olabildi ancak. Bu hakikatlerle Rabbimizin “Oku!” emrinin sıradan bir okuma olmadığını anladık.
Nurları tanımamızın en şevkli anları arifesinde, idarecisi olduğum, ismi “Devrim” olan bir Lisenin müdür odasına safiyane astığım, üzerinde “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme!” yazılı manzaralı levha, 12 Eylül’ün karanlık günleri öncesinde yapılan bir uyarıya kadar, günlerce idare odasını tezyin etmişti. O ağır şartlar altında o muhteşem levhaya her gün bakarak aldığım haz ve lezzeti tarif etmem imkânsız.
Dünya ve ahiret manzaralarının seyir ve tefekkürü ile dünya manzaralarının ahirete izdüşümü mânâsında, aslında hepimizin keyfiyet ve mahiyetleri ayrı bina ve köşkleri yapan inşaatçılar olduğumuzu söylemek mübalağa olmasa gerek…
Konuyla alâkalı Hz. Rasûlullah’ın (asm): “Her sabah bir melâike çağırıyor: ‘Ölmek için tevellüd edip dünyaya gelirsiniz; harap olmak için binalar yapıyorsunuz’ diyor” hadislerindeki anlamlı ikazı hatırlamamak mümkün değil. Bu anlamda her insan, ömrünün dakika ve saniyeleri boyunca, inşaat ustalığına devam ederek, bu misafirhane-i dünya sonrasının izdüşümü olarak, içinde ebediyen oturacağı bina ve köşkleri, taş taş, yapar da durur. Rıza-i İlâhî dairesinde veya dışında, kiminin kerpiçleri, âyet ve hadislerde ifade edildiği gibi, altın, elmas, yakut, zümrüt ve zebercetten; kimisi ise kor ateşten olan köşk ve binalarını diker de diker…
Kur’ân’dan lemeânla şehadet ve gayb âlemlerinin patikalarında ehl-i imanı selâmet ve emniyetle gezdiren Kur’ân Nurlarının 10. Söz’ünde ise, her insanın şahs-ı manevîsinin, en birinci ve dünya büyüklüğünde ehemmiyet arz eden kendi hayatının izdüşümü ise şu veciz ifadelerle anlatılır:
“Bu meydan-ı imtihanda olanlar, başıboş değiller; saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar… Demek ecel ve kabir insanı beklediği gibi, Cennet ve Cehennem de insanı bekliyor ve gözlüyor.”
Rabbim hepimizi, emri dairesinde yaşayarak, dünyasının ahiret âlemlerine izdüşümü Cennet ve Rıza-i İlâhî olanlardan eylesin! Âmin!