Darbe; kelime mânâsı çarpış, vuruş, birini kötü duruma düşüren sarsan olay.
Askerî darbenin mânâsı ise; “bir ülkede silâhlı kuvvetler mensuplarının silâh zoru ile ülke yönetimine el koyması”1 şeklinde ifade edilir. Bizim ülkemiz de bu güne kadar çeşitli darbelere maruz kaldı. Ve bu darbeler maddî manevî ciddî tahribatlara sebep oldu.
Peki darbe dediğimiz şeyi sadece askerler mi yapar? Meselâ ben kendime darbe yapamaz mıyım? Nasıl yani? Şöyle ki, yukarıdaki birinci tanıma bakalım. Darbe; “çarpış, vuruş, birini kötü duruma düşüren, sarsan olay.” İnsanı kötü duruma düşüren, sarsan, canını yakan durumlar nelerdir?
Kaçırdığımız vakit namazlarımız, işlediğimiz günahlar bizde ne kadar darbe etkisi bırakıyor? Bu etkiyi Üstad aslında şu vecizesinde açıklıyor; “Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor.”2 Manevî yılanların kalbimizi ısırması, bizi sarsmıyor mu? Kendimizi kötü hissetmiyor muyuz? Şayet kalbimizde bu darbeleri hissetmiyorsak, mânen kalbimiz ölmüş demektir.
İşte günahlarımızın, kıl(a)madığımız namazlarımızın bizleri biletini alıpta kaçırdığımız otobüs-uçağa üzüldüğümüz kadar üzülmemenin sebebi bu. Çoğu zaman yaptıklarımızı küçük görüyoruz. Bu da içimizde vicdan gibi bazı melekelerimizi köreltiyor. Ve bu küçük zannettiğimiz bizim imanımızı ahiretimizi tehlikeye sokabiliyor. Demek ki insan asıl darbeyi kendine, ebedî kalacağı ahiretine yapıyor. Asıl darbe budur. Her günahımızda ahiretimize yönelik darbe girişimi yapıyoruz. Artık bu kalkışmaların da farkına varmalı ve tövbe silâhımızla bu saldırıları püskürtmeliyiz.
Hatalardan kaçmak, hiç hata yapmamak mümkün değil. Zira asıl önem arz eden hataları fark ederek ve telâfisine çalışmaktır.
Hadis-i Şerif tesellimiz olsun; Ebu Hureyre den rivayetle “Nefsim kudret elinde olan Zat’a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah işlemeseniz, Allah sizi toptan helâk eder; günah işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve onları mağfiret ederdi.”3
Risale-i Nur’da geçen tövbe bahislerini sıralayalım;
. Tevbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.4
. Senin mânevî bir nedamet, gizli bir tövbe ve zımnî bir istiğfar hükmünde olan kusurunu bilmen ve o haslette haksız olduğunu anlaman; onun şerrinden seni kurtarır. (22. Mektub)
. Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfi’ ve her derde deva ve hakikî lezzetli kudsî bir tiryak isterseniz, imanınızı inkişaf ettiriniz. Yani tevbe ve istiğfar ile ve namaz ve ubudiyetle, o tiryak-ı kudsî olan imanı ve imandan gelen ilâcı istimal ediniz. 5
. Hakikî imanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından tövbe ve istiğfar ile, duâ ve niyaz ile istimal ediniz.6
. Bu dehşetli haps-i ebedîden kurtulmanın kolayı, çaresi; bu dünyevî hapsimizden istifade ederek elimiz mecburiyetle yetişmeyen çok günahlardan kurtulduğumuzla beraber, eski günahlardan tövbe edip farzlarımızı eda ederek herbir saat bu hapisteki ömrümüzü bir gün ibadet hükmüne getirmekle o ebedî hapisten necatımız ve o nuranî Cennet’e girmemiz için en iyi bir fırsattır.7
İmanımızı kurtarmada bu kadar teselliler uyandırıcı eserler mevcud iken “yeis yok şevk var” talimatını düstur edinmeliyiz. Üstâdın “Ümitvar olunuz, şu istikbâl inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmiyet’in sadâsı olacaktır” müjdesini esas alarak bizler de gelecekteki bu gür sadânın seslerinden olmalı diliyoruz.
Dipnotlar:
1. wikipedia, 2. Lem’alar ikinci lem’a.
3. Müslim, Tevbe 9, (2748).
4. 26. Söz, 5. 25. Lema.
6. 25. Lema, 7. 12. Şuâ.