Bence bu sorunun cevabını kendilerine sormak ya da şimdiki beyanlarına bakarak bulmaya çalışmak yerine, doğrudan yakın tarihe ve gündeme ilişkin fikirlerine bakmak lâzım.
Bunlardan biri de Abdullah Gül.
Geçen hafta gazeteciler referandum sürecini sorunca iki kelimeyle cevap vermiş: “Gülüyorsunuz, evet!”
“Sen sus gözlerin konuşsun” derler ya. Onun gibi bir şey!
Bu günlerde birçok siyasetçi ve bilhassa bürokrat bu cevabı veriyorlar: “Dilime değil, gözüme bak!”
Abdullah Gül için neden böyle? Açıklayalım.
Bildiğiniz gibi, önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, TBMM On Beş Temmuz Araştırma Komisyonuna yazılı cevap vermişti. (Bu cevapta Komisyonun kendisine sorularla kurduğu tuzaklara karşı sitemlerini de sık sık dile getirmişti!)
Gül, o cevabının sonuç paragraflarında bizce referandumda ne diyeceğini de söylemiş oldu.
Şöyle: “Bütün bu acı ve ülkemize büyük tahribat yapan hadiselerden alınacak ders kanaatimce şudur. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarını garanti altına alacak, kuvvetler ayrılığına dayalı yüksek standartlarda demokratik bir sistemi inşa etmek gerekmektedir. Böyle bir ülkede insanlar inançlarından, düşüncelerinden, etnik farklılıklarından dolayı hiçbir ayrımcılığa tabi tutulmadan eşit vatandaşlık ilkesi çerçevesinde muamele görecektir. Şeffaf olmak şartıyla şiddet ihtiva etmeyen düşünce ve örgütlenmenin serbest olduğu böyle bir toplumda hiçbir grup veya kişi kendisini saklama, gizleme veya herhangi bir devlet hizmetinde hak ettiği konuma yükselmek için farklı bir dayanışma içerisine girme ihtiyacı hissetmeyecektir.
“Bütün bu olaylar şunu bir kez daha göstermiştir ki insanlar gerek dinî gerek ideolojik gerekse siyasî mülâhazalarla akıl ve fikirlerini bir kişiye veya gruba emanet etmemeli, özgür ve hür iradeleriyle muhakeme kabiliyetlerini hiçbir zaman kaybetmemelidir. Nesilleri bu anlayış içerisinde yetiştirerek fikri hür ve vicdanı hür bir toplum oluşturmamız gerekmektedir.”
Bu cümleler içinde özellikle ikisi önemli: “Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel insan haklarını garanti altına alacak, kuvvetler ayrılığına dayalı yüksek standartlarda demokratik bir sistemi inşa etmek gerekmektedir.”
Bu cümlelerin gerçek anlamını kavramak için önce Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Anayasa değişikliğini TBMM’de AKP adına açıklayıp savunurken, özetle, “Atatürk anayasasına dönüyoruz, ne var bunda” dediğini ve dolayısıyla kuvvetler birliğine ve “tek adam rejimi”ne dönüleceğini açıkça itiraf ettiğini hatırlayalım.
Sonra yukarıdaki cümlelerin sahibini düşünelim. Böyle bir anayasaya “evet” diyebilir mi?
İkinci cümle de şu:
“… insanlar … siyasî mülâhazalarla akıl ve fikirlerini bir kişiye veya gruba emanet etmemeli, özgür ve hür iradeleriyle muhakeme kabiliyetlerini hiç bir zaman kaybetmemelidir.”
Böyle diyen ve böyle düşünen birinin, yasamayı yürütmeyi ve yargıyı -milletin ekseriyetine dayanarak da olsa- bir tek adamın seçeceği bir rejime hakikaten “evet” demesi mümkün mü?
Cevabı biliyor musun? O halde;
Sus, sus, sus, kimseler duymasın.
Sus, sus, sus, başkası duymasın!