Güzel bir söz var: “Sû-i zanda isabet etmektense hüsn-ü zanda yanılmak daha hayırlıdır.”
Elbette ki hüsn-ü zan edeceğim derken ifrata kaçmak da doğru değildir. Ancak unutulmamalıdır ki” insan hüsn-ü zanna memurdur.”1 Bahusus Hizmet-i Kur’ân’iye içerisindeki kardeşlerimize hüsn-ü zan ile nazar çok ehemmiyetlidir. Hüsn-ü zan etmek “ahmakça aldanmak” anlamına gelmez. Ama bilmeliyiz ki, başkalarının amacını, gayesini tam olarak bilmediğimiz bazı hallerini peşin hükümle çirkin veya kötü görmek de doğru değildir. Bu hususta mü’min ne ifrata kaçmalı, ne de tefrite yuvarlanmalı. Hüsn-ü zan edeceğim derken ahmakça aldatılmamalı, hüsn-ü zannda ifrat etmeyeceğim derken de bilmeden tefrit tarafına yaklaşıp suizanna girmemeli. Sağlanması zor bir denge, zor ama mükâfatı büyük bir imtihan: Hüsn-ü zan!
Peygamber Efendimiz ve Bediüzzaman hazretlerinin yaşamış olduğu iki olay bizlere önyargılı olmamayı, hüsnüzannı nasihat ediyor.
Buharî’den nakille bir hadis-i şerif şöyledir:
Nuayman, bazen içki içiyor ve Allah Resûlü de, ona hadd-i şer’îyi (şer’i ceza) tatbik ediyordu. Yaptığı bu şey bir günahtı. Dolayısıyla da sahabeden biri, ona kınayıcı bir söz sarfedince (Bu kişi Hz. Ömer olup Nuayman’ın bir defasında sarhoş bir vaziyette iken Allah Resulü’nün yanına gelmesine tahammül edemeyip “Allah seni rezil rüsvay etsin, lanet olsun” şeklinde lanet okumuştur.) Allah Resûlü, kaşlarını çattı ve: “Kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayın. Allah’a yemin ederim o, Allah ve Resûlü’nü sever.” Başka bir rivayette Resulullah’ın cevabı: “Öyle demeyin, şüphesiz ki O, Allah’ı ve Rasûlünü seviyor”2 buyurdu.
Hafız Namık Şenel Ağabey anlatıyor:
“Benim bir komşum vardı. Ona halk “Bomba” derdi. Müthiş hırsız ve şerli bir adamdı bu. Bana bir gün “Hafız, Bediüzzaman’la beni bir görüştürsene... Ben bu işlerden vazgeçmek istiyorum. Ne olur, beni onunla görüştür!” dedi. Adaçalı’da Yorgunbaba denilen bir yatır vardır. Üstad ona sık sık ziyarete giderdi. İşte, Bomba bir gün oradan koyun aşırmış. Üstad Hazretleri’ni orada görünce koyunları bırakıp onun elini öpmek için koşmuş Üstad’a doğru. Üstad yürüyormuş o esnada. Epey koşmuş; fakat bir türlü yetişememiş. Bunu bana anlatırken “Bu gençliğimle ben ona yetişemedim, elini öpemedim. İlla ki bunda bir iş var. Sen elini öptür” diye yalvardı bana. Ben de gittim Zübeyir Ağabey’e aynısını anlattım. O da Üstad Hazretleri’ne… Üstad, “Gelsin” demiş. Beraber Üstad’a gittik. Orada sayıp döküyor yaptıklarını… O yaptıklarını anlatmaya başlayınca Üstad, “Sen tövbe et! Ben de tövbenin kabulü için Allah’a dua edeyim” dedi. Hakikaten bu adam bir daha bu işleri yapmadı, kurtuldu. İşte Üstad böyle bir üstattı! Buna da şahit olmuştuk.”
Evet, Resulullah yanına sarhoş gelen birisine kötü söz söyletmiyor. Önyargı ile o şahsa yaklaşmıyor. Aksine muhabbetle, hüsnüzan ile yaklaşıyor. Zira bahiste geçen Nuayman sonradan içkiyi tamamen bırakmış ve Peygamber efendimizin en yakınındaki sahabelerden olmuştur. Hatta hiçkimse Efendimiz’e şaka yapamazken O bir çok kez yapmış ve Efendimize defalarca tebessüm ettirmiştir. Efendimiz de onun şaka ve esprilerini çok severmiş. Bir çok kaynakta Nuayman “Şakacı Sahabe” diye de geçmektedir.
Bediüzzaman Hazretleri de “bir hırsızla ne işim olur” dememiş. Yaptığı hırsızlıkları anlatan o şahsa kızmamış aksine “sen tövbe et” diyerek nasihat etmiş ve ona dua etmiş. Allah da o duayı kabul etmiş. Detayları bilmiyoruz ama belki de sonradan Seydi Yüce bir Nur Talebesi olmuş imanla kabre girmiştir.
İşte muhabbetle ve hüsnüzan ile yaklaşmak ve neticesi...
Dipnotlar:
1-Mesnevî-i Nuriye / 2-Buharî, Hudud, 4, 5