Risale-i Nur’u veya ilmi ve edebi yönü güçlü herhangi bir metni anlamanın birinci şartı okumaktır. Okumaların da birkaç metodu vardır.
Ya fert olarak mütalaa veya ve grup olarak “müzakere, müdavele, münazara (belli prensipler çerçevesinde tartma, tartışma)” tarzında olur. “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir.” cümlesinin “anlayarak okumayı” geçen yazımızda anlamaya çalışmıştık. “Kabul ederek okumak” ise: Kabullenme; düşünce ve duygularınızın hakikatleri olduğu gibi görüp, değiştirmeye veya görmezden gelmeye çalışmadan benimsemektir. Mesela, iman, “İnanıyorum!” demekle gerçekleşmez şu basamaklardan, olgulardan geçmesi gerekir: “Tahayyül (hayal etme), tasavvur (düşünce), taakkul (akıl etme, ölçme, biçme), tasdik (doğrulama), iz’an (anlayış, kavrayış), iltizam (taraf olma) ve itikad, iman. İman esasları ve İslam şartlarını akli, mantıki, ilmi delil ve belgelere dayanarak anlamalı, kabul etmeli, özümsemeli, benimsemelidir. İşte, “kabul, kabullenme, kabul ederek okuma” budur.
Sosyal hayata uyarlarsak: Okulunuzu “kabul” etmez, benimsemezseniz öğrenemezsiniz, ilerleyemezsiniz. İşinizi kabullenmezseniz verim alamazsınız. Demek, Risale-i Nur’u “okumak” başka, “anlamak” başka, “kabul etmek” bambaşkadır. Mesela, -şimdi rahmetli olmuş- bir ağabeyimiz, “Üstad, ‘Sen siyasi şeylere katiyen karışma.’ dedi. Çünkü ben, kim ne derse bakarsın inanıveririm. O yanımı Üstad bildiği için böyle söylemişti.” diye kamuoyuna ilan etmişti. (Yeni Asya/ 16 Ekim 2015)
Bir başkası, “İttihad-ı İslamı R. Tayyip Erdoğan gerçekleştirecektir!” diyecek kadar etki altında kalmıştı! Fesübhanellah! “Ya bendensin, ya şer cephesindensin” diye kutuplaştıran “İslam birliğini” mi temin edermiş! Halbuki, “İttihad-ı İslam”ı, önce ittihad-ı iman, ittihad-ı ilim, ittihad-ı fikir ile Risale-i Nur ve şahs-ı manevisi gerçekleştirecektir. Yoksa, siyasetçiler değil!
İşte bunların teşhisi: “O biçareler, ‘Kalbimiz Üstadla beraberdir’ fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler. Halbuki, ehl-i ilhâdın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerek hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın ‘Kalbim sâfidir, Üstadımın mesleğine sadıktır’ demesi bu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor, hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: ‘Neden namazım bozulsun? Kalbim sâfidir.’” (Mektubat, Enstitü/internet, s. 401.)