"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Musikî mi, müzik mi ?

Ali OKTAY
12 Mayıs 2011, Perşembe
Bazen radyo televizyon konuşmalarında, sohbetlerde kimimiz müzik kimimizde de musikî kelimesini kullanırız.

 Bu durum sanki iki sözcük arasında ciddî bir fark varmış gibi hava oluşturur. Hatta kullandığınız bu kelimeler sizin dünya görüşünüzle ilgili duruşunuza dair bir yer bile belirleyebilir. Aslında kullanılan her iki kelimede sonuçta aynı anlamı karşılıyor. Bu nağme san'atının adının çıktığı yer Yunancadır. Mousa diye yazılan ve Musa diye okunan kelime Yunancada peri mânâsına geliyor. Sonlarına gelen -ike takısı ise yanına geldiği sözcüğe aidiyet anlamı katıyor. Musa’ya eklenen -ike takısı ‘perice, perilerin konuştuğu dil’ gibi anlamlar taşır. Bu durumda musikîye ‘meleklerin dili ‘demek yanlış olmaz. Bazı ülkeler bakınız nasıl kullanıyor bu sözcüğü. İtalyanlar ve İspanyollar musica, Fransızlar musique, İngilizler music, Araplar el muğsikıy derler.Türkler Fransızcadaki okunuşunu alarak müzik dediler. Osmanlıda İlm-i Şerif sıfatını da kullanarak bu kavrama daha nezih bir yer temin edilmiş oldu. Müziğe bir tanım getiren merhum Cinuçen Tanrıkorur "Seslerin bilimi değil, san'atıdır der. Müzik mi, musikî mi ayrımı açısından ise her iki ifadenin de bir arada kullanılabilmesinin bir mahzuru olmadığını ifade eder. Yani müzik kelimesini kullanınca modern kafa yapısına sahip olduğumuz anlaşılamayacağı gibi musıkî dediğimizde de klâsik zihniyetteyiz anlamı çıkarılmamalı.

Geçmiş zaman olur ki….
Daha önce büyük bir yayınevinin sorumlularından biri olarak tanışıyorduk İsmet Beyle. Sonraları ortak bir yönümüzün de İstanbul Üniversitesi Türk Müziği Korosunun bizden epeyce önceki  talebelerinden olduğunu öğrenmiştim. Eski İstanbul beyefendisi derler ya, öyle bir zattı İsmet Elbaşı. Çok zamandır görüşemedik kendisiyle gerçi, ama yıllar önce bir dergide çıkan yazısını yeri gelmişken paylaşmak istiyorum. Eski İstanbul’dan yaşadığı bir hatırayı anlatıyor…
‘’1950‘li yıllar. O yıllarda Kumkapı Nişanca’sında oturuyorduk. Kumkapı Nişancası orta halli orta kültürlü mütevazi insanların semti idi. Bu semtin sakinlerinin ortak özellikleri dindarlık ve edep idi. Nişanca’da çok sevilen bir Agâh Dede vardı. Agâh Dede Türk Musikîsine aşina bir şahsiyet olup iyi de ney üflerdi. Küçücük dükkânında enstrümanlar tamir eder ya da satardı. O küçücük dükkân gelen seçkin ziyaretçilerle dolar çok renkli sohbetler olurdu. Sohbetlerin ana teması ise genelde musikî idi. Daracık sokaklarda evlerden taşan tanbur, ney, ud ve kemençe seslerinin duyulduğu hasret dolu cümlelerle anlatılırdı. Kız istenirken Kerime Hanımın hangi enstrümanı çaldığının sorulduğunu söylerlerdi. Aynı zevatın rivayetine göre enstrüman bilmeyen kızlar evde kalırmış. Hanımlar için en makbul sazlar ise daha çok ud ve kemençe imiş. Agâh Dede’den hiç unutamayacağım bir hatıra da babasının son demleri ile ilgili olanı idi. Babası rahatsızlanmış ve doktorlar yakınlarına hastanın ümitsiz olduğunu söylemişler. O ümitsiz günlerde babası Agâh'dan neyle bir segâh taksim istemiş. Agâh Dede ağlamamak şartıyla ney üfleyeceğini söyleyip kendisinin de etkilendiği bir segâh taksime başlamış. Bir ara göz göze gelmişler, babası ağlıyormuş. Agâh Dede ‘hani ağlamayacaktın’ deyince babası , ‘Ağlamıyorum gözlerim terledi ‘ diye cevap vermiş. Agâh Dedenin hatırası bittiğinde bizimde gözlerimizin terlediğini hissettik.’’

Cami musıkîsi...
Müzik konuşmalarında zaman zaman geçen bu tabiri ileri ki yazılarımızda daha detaylı anlatmak üzere şimdilik kısaca izah etmeye çalışalım dilerseniz. Camilerde yapılan ibadetler içinde ya da dışında  kendine özgü şekil ve usulde yalnız okunmak için bestelenen belli bir üslûpla ve o anda bazen de özel olarak bestelenen ritimli eserlerdir. Bu musıkîde hiçbir müzik aleti kullanılmaz, kullanılan tek araç insanın kendi sesidir, gırtlağıdır. Bu türe giren başlıca formlar şunlardır: Ezan ve Sala, Salat, Kıraat, Münacaa’t (Allah’a yalvarış), Na’t (Peygamberimizi övme), Mevlid, Miraciye (Mirac’ı anlatan şiirler) Temcid (Allah’ın büyüklüğünü anlatan besteler), İlâhî. 

Gönülden Dıle
‘’Ve seslenir büyük Itrî semayı örten ruh
   Peşinde dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh
   O mutlu devrede Itrî’ye en yakın bir dost
   Işıklı danteleler bestekârı Hafız Post‘’                                                                                                                  
  Yahya Kemal Beyatlı
 

Bir Şiir
Ezan-I Muhammedı

Mukaddes bir sadaya tutunup geldim sana
Sen gark eyle Allah'ım beni sonsuz ihsana

Hangi diyar mülküdür okunan ezanların
Yıldızlar mı gökler mi ya cennet mi onların

Var mıdır cennetinde böyle sonsuz bir nida
Bu ezanın yolunda etsem mi cana veda

İsrafil’in suru da acep ezan gibi mi
Bilmem onu duyunca meşrık u mağribimi

İlâhî bu ezanı duyurup da beşere
Düşürme sen ukbada cehennem gibi yere.
Ekrem Kaftan / Yaristanbul

Okunma Sayısı: 7340
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı